islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3266
EURO
35,0730
ALTIN
2.302,01
BIST
9.039,41
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
20°C
İstanbul
20°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

İÇİMİZDEKİ “BEN” İLE HİÇ YÜZLEŞTİK Mİ?

İÇİMİZDEKİ “BEN” İLE HİÇ YÜZLEŞTİK Mİ?
20 Aralık 2018 13:40
A+
A-

Peygamber Efendimize mi, yoksa Hz. Ömer’e mi ait olduğunda ihtilaf edilen; “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin” hikmetli sözü üzerinde hiç derin derin düşündük mü? Allah’a karşı kulluk bilincinde olması gereken bu “Ben” miyim? diye hiç onunla yüzleştik mi?

Ben, bendeki “Ben”i karşıma aldım ve şunları sordum:

Kaptırdın gidiyorsun. Hani derler ya “Bindin bir alâmete, gidiyorsun kıyamete” diye… İşte öyle bir şey… Kendi kıyametini kendin hazırlarsın. Burada kıyameti, “kötü son” olarak anla. Çünkü “Kıyamet, iyiler üzerine kopmayacaktır.”  İnsanlar Allah’tan uzaklaşacak, şer ve âdilik adına ne varsa hayatlarına onu giydirecekler. “Allahsız” ve “dinsiz” bir dünya iktidarında, dünyaya tapınan insanlar, işlerine dalmış bir vaziyette iken kıyamet de üzerlerine kopacaktır.

Kıyamet, kâinatın ölümüdür.  Senin ölümün de, küçük kıyametindir. Çünkü sen öldükten sonra dünya kapısı kapanmış, artık “cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur” olan “Kabir bekleme salonu”nda kıyameti bekleyeceksin. Kıyametle beraber âlem yeni bir âlem, hayat da yeni bir hayat olacaktır. Bu süreçten sonra ya sonsuza dek cennettesin veya günahların kadar “cehennem arıtma tesislerinde” günah kirlerinden arındıktan sonra, tekrar cennettesin. Ateş, azap malzemesi olduğu gibi, aynı zamanda arındırma malzemesidir de. Ruhumuzu beyaz bir peçeteye benzetirsek, işlenen her günah, ona atılmış siyah bir leke gibidir. Kirli peçete deterjanlı su ile ateşte kaynatıldığında bembeyaz oluverir. Yüce Allah, günah kirleri ile kirletilmiş olan mü’minlerin ruhlarını, kendisi “af” deterjanıyla temizlemezse, cehennem ateşiyle temizleyecektir. Sonra -gecikmeli de olsa- cennetine girdirecektir. İmanı olmayanlar ise sonsuza değin cehennem odunu olmaya mahkûmdur. Onların ruhunu ateş bile temizlemekten âcizdir. Çünkü katranlaşmıştır. Katran ne kadar kaynatılırsa kaynatılsın, kaynadıkça siyahlığı artar. Onun için cehennem, kâfirler için, sadece azap yeri iken, mü’minler için arınma yeridir. Bundan dolayı, “cehennem arıtma tesisleri” tabiri yerinde bir tabirdir. Tabii acı çektiren bir arıtma yeri… Bu azabı davet eden de insanın kendisi…İlâhî mesaja kulak verseydi, Allah’ın izniyle o da “cehennem arıtma tesisleri” yerine direk cennete gidebilecekti… Unutma ki “başımıza ne gelirse gelsin, Hakk’tandır, ama geliş sebebi Hakk’tan ayrılmaktandır.

Evet, bütün bu gerçekler gün ışığı gibi ortada iken “Gidişin nereye.” “Haydi, Allah’ın dinine hizmet için bir faaliyetin olsun” denildiği zaman, aşını, işini, eşini, yaşını bahane ediyorsun. Tamam, da, İslam’a hizmette bayraklaşmış olan geçmiş nesillerin de aşı, işi, eşi, yaşı vardı. “Bir oğlan-bir kız, gerisi vız” diyerek iki çocukta da mıhlanıp kalmamışlardı. En az yedi-sekiz çocuk sahibi idi. Sen kırkına gelmeden yaşını bahane ediyor “bende eski heyecan kalmadı. Artık yaşım ilerledi” diyorsun. Ama Rasûlullah’a (s.a.v) peygamberliğin, kırk yaşında geldiğinden ve Ebu Eyyub el-Ensârî hazretlerini, seksen üç yaşlarında İstanbul surlarına kadar getiren ruhtan haberin yok gibidir. Ya da haberin var da, “rahatım kaçmasın, kurulu düzenimin kılına dokunulmasın, malım canım zarar görmesin” pişkinliği ile ipe un seriyorsun.

Ey bendeki “BEN”, lafa gelince mangalda kül bırakmıyorsun. Sistemin bozukluğundan, toplumsal çürümeden, neslin ahlâken kokuştuğundan, geleceğimizin hiç de iyi olmayacağından, acayip bir şekilde bahsediyorsun. “Gel, bu gidişata “dur” diyebilmemiz için Müslümanlar olarak organize çalışalım, ilmi olan ilmini, parası olan parasını, toplumsal statüsü olan toplumsal statüsünü, zaruri ihtiyaçlarımızın temini ve görevli bulunduğumuz yerde mesaimiz bittiğinde, arta kalan zamanımızla da, bu organize çalışma içinde faaliyet ircaa ederek “katma değerler” üretelim. Yani bu uğurda sefere çıkalım, zaferi nasip edip etmemek Allah’a aittir. Biz seferden sorumluyuz. Hiç değilse ahirette bir mazeretimiz olsun” diyecek olduğumda, ya nutkun duruyor, ya da kendinin bile inanmadığı uyduruk mazeretlerle işin içinden sıyrılıp çıkıyorsun. Mazeret uydurma kolaycılığı seni öyle sarmalamış ki, bu kabuğu çatlatıp gün yüzüne çıkman, zaman alacağa benziyor. Ey “BEN”deki “BEN”,mazeret uydurma, maharet ortaya koy.

Evet, “gidişin nereye?” Dünyaya çakılıp kalmayacağını da iyi biliyorsun. Ama “Allah’ın sana verdiğinden Ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma” (Kasas:28/77) ayetinin öngördüğü gibi, ebedîliğinden dolayı ağırlığı ahirete vererek dünyadan da nasibini unutmama yerine, Allah sana ne vermişse, bütün bu imkânlarla hep dünyayı arıyorsun. Eğer dünya dağdağası ve debdebesinden zaman artırabiliyorsan, Ahiret yurdundan da nasibini unutmamaya çalışıyorsun. Galiba ayeti tersten anlıyorsun, ya da öyle anlamak işine geliyor. Abdülkadir Geylanî: “Dünyayı kalbinden çıkar at. Sonra cebine mi koyuyorsun, kasana mı koyuyorsun, kesene mi koyuyorsun nereye koyarsan koy, artık sana zarar vermez” diyor. İşte dünyaya karşı duruşunu bu şekilde ayarlayamazsan, onun hâkimi değil mahkûmu olursun. Onu kendine hizmet ettireceğine, sen ona kul-köle olursun. Eşyaya kul olmak, insana kul olmaktan daha aşağılık bir kulluktur biliyor musun?

Sahi “nereye” gidiyorsun? “Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle sıkıntı çekmişler, darlığa düşmüşler ve sarsılmışlardı ki, Peygamber ve beraberindeki mü’minler, ‘Allah’ın yardımı ne zamandır?’ dediler. Bilesiniz ki, Allah’ın yardımı yakındır.”(Bakara:2/214) buyuran Kur’an mesajı karşısında kafanı iki elinin arasına alıp: “Bugüne kadar ben hangi şeyimi İslam adına riske ettim. Geçmişte Tevhid mücadelesi veren mü’minler, maddî, manevî bütün varlıklarını ortaya koymuşlar. Acaba bizi; babalarımız mı, evlatlarımız mı, eşlerimiz mi, akrabalarımız mı, kazandığımız mallar mı, zarar edeceğinden korktuğumuz ticaretimiz mi, hoşumuza giden evlerimiz mi, Allah’ın dininin yeniden inşası için sefere çıkmaktan geri bırakıyor da, o uğurda sıkıntıları göze alamıyorum?” diye hiç düşündün mü?

Yahu nereye gidiyorsun? Her şeyde ve her yerde Müslümanlar olarak hep Allah’ın yardımını bekler ve umarız. Yukarda mealini arz ettiğim Bakara 214. ayetin sonunda “Bilesiniz ki, Allah’ın yardımı yakındır” buyruluyor.Fakat bu yardım, kul olarak yapmamız gerekenleri yaptıktan, bu uğurda bütün zorlukları göğüsledikten sonra “bittim yetiş ya Rabbî” diyecek şekilde “doğal enerjimizi tükettikten” sonra “davran, yettim ey kulum” diye Allah’ın yardım jeneratörü imdada yetişecektir. Ama önce doğal olarak kul enerjisini tüketmelidir. İşte bu tükeniş, “çok yakın olanAllah’ın yardımını” celbetmenin şartıdır. “Haydi, davran” denildiğinde “aşım, işim, eşim, yaşım” diye kem küm etmeye başlayanların bu yardıma mahzar olamayacakları açıktır. Onlar hep şikâyet üretirler. Tedavi olmadıkları için de şikâyetleri hiç bitmez. Zaten çözümün bir parçası olmayanlar, problemin kaynağı olmaktankurtulamazlar. Hep türbinden naklen yayın yaparlar. Sahaya inmek, zorlukları göğüslemek onların kitabında yazmaz. Ey “Ben”deki “Ben”, sen de mi onları taklit ediyorsun?

Unutma ki, “şerefsiz bir hayatı sırtımda bir kambur olarak taşımaktansa, şerefli bir ölümü tercih ederim” bilinciyle mukaddesleri uğruna ölmeyi göze alamayan bir mü’min, diriltemez. Topluma hayat verebilmek için, icabederse ölmeyi bilmek gerekir. Nasıl olsa ölmeyecek miyiz? Hiç değilse ölüm bizi, Allah’ın dini uğrunda kafamızı, gönlümüzü, kasamızı, kesemizi, ilmimizi ve zamanımızı sebil ederken yakalasın, istemez misin? “Kulum, sana verdiğim şu şu nimetlerimin karşılığında ne yaptın?” sorusuna yüz akı ile cevap vermeyi arzulamaz mısın? Bakışından  “isterim, arzularım” dediğini anlıyor gibiyim. Ama unutma, her şeyin bir bedeli vardır. Geçmişin Tevhid erleri, bu bedeli ödeyerek Allah’ın katında hak ettikleri yerleri almışlardır. Ya sen var mısın “malın ve canın karşılığında cenneti satın almaya?

Musab SEYİTHAN

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.