islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3263
EURO
35,1256
ALTIN
2.296,88
BIST
9.051,40
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
20°C
İstanbul
20°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Parçalı Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

İNSAN HER DUYDUĞU HABERE İNANMALI MI?

İNSAN HER DUYDUĞU HABERE  İNANMALI MI?

İnsan, bir  haberi ilk defa  duyduğunda ne  yapar?  Genellikle duygularına,  bilgi birikimine, ön yargılarına veya ideolojik tavrına ve bakış açısına göre ya  kabul,   ya da ret eder.  Bununla birlikte  meslek icabı  basın mensuplarının dışında çok az insan, haberin kaynağını  araştırma ihtiyacı hisseder ve doğruluğunu araştırır. Zira   duyulan bir  haber, doğru olabileceği gibi, yalan  ve yanlış da olabilir.   Bu  nedenle Kur’an,  Müslümanlardan  duydukları  haberlerin  araştırılmasını istemiştir. “Ey iman edenler! Size  bir fasık haber getirdiğinde, bu haberin  doğru olup olmadığını araştırın. Yoksa  bilmeden  bir topluluğa zarar  verirsiniz, sonra da  yaptığınıza pişman  olursunuz”[1] ayeti bu ilkeyi  beyan eder.

Ayette iki  mesajın  verildiği görülmektedir.  Bunlardan birincisi, haberi getirenin kişiliğine bakılması, diğeri de getirdiği haberin doğru olup olmadığının araştırılmasıdır.  Haberin fâsıkın getirdiği haberle sınırlı olması, doğru söyleyen, yalan konuşmayan, güvenilir insanların  sözlerine inanılması; buna karşılık  yalan konuşan, alay den, kötü lakap takan, iki yüzlü davranışlarda bulunan, dinin emirlerini  uygulamayan kişilerin/fâsıkların söylediklerine  -doğruluğu  araştırılmadıkça- inanılmaması gerektiğini  ifade etmektedir. Bu nedenledir ki  hadis alimleri,  Hz. Peygamber’in  sözünü  nakleden kişilerde, bazı  şartlar aramışlar ve  bu  şartlar arasında râvinin yalancı ve fâsık olmaması ilkesine özel atıfta  bulunmuşlar;  dolaysıyla yalancılığı ve fâsıklığı ile tanınan kişilerin  naklettikleri rivayetleri de  makbul saymamışlardır. 

Bir insanın fâsık olup olmadığını Müslüman nasıl anlayacaktır? Daha açıkçası fâsıklığı  belirleyen kriterler nelerdir? Ki Müslüman o kriterlere göre  haberin kaynağını  kolayca araştırabilsin.  Bu konuda da Kur’an’ın bize rehberlik ettiğini görüyoruz. Kur’an’da  fâsık, yalan konuşan,[2]  alay eden, birbirlerini  kınayan ve  kötü lakap takan,[3] Allah’ın indirdiği ile  hükmetmeyen ,[4] münafıklar ve [5] inkar edenler[6]   olarak tanımlanmaktadır.  Kısaca Allah`a itaat etmekten uzak duran kişiye fasık denilmekte,[7]  “Rabbinin emrinden, O`na itaatten dışarı çıktı[8]  ayeti  de   buna işaret etmektedir.  Buna bağlı olarak da  fâsıkın  şöyle bir tanımı  da yapılmıştır: “Allah’ın emrini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, kötülük eden, amel etmediği halde kelime-i şehâdet getiren ve inanan kimse.” [9]  

Fâsıkın haberini araştırma emrine ilaveten  Kur’an, Müslümandan ayrıca   “Hakkında  kesin bilgi/ilim sahibi olmadığın  şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur”[10]  diyerek   bilmediği/ cahili olduğu   bir konuda  konuşmamasını, hüküm vermemesini ve  her hangi bir  eylemde  bulunmamasını  da ister. Daha açık bir ifade ile ayet, bir şeyi iyice bilmeden ve anlamadan,  zan ile  hareket edilmesini yasaklar. Çünkü zan  ilim  ifade etmez. sadece  ihtimal  bildirir. İzmirli İsmail Hakkı’ya göre,  doğruluk ihtimali % 1 olan  şey, vehim;  doğruluk ihti­mali % 2 – 50  arası olan  şey, şüphe;  doğruluk  ihtimali    %50 -% 90  arasında olan şey, zan;  doğruluk ihtimali     %90 üstü olan  şey  ise zann-ı galip ve  doğruluk  ihtimali % 100 olan  şey  ise ilimdir. [11]    

Bu nedenledir ki İslam alimleri,  zannı,  hüsnü zan ve su-i zan olarak iki kategoride ele almışlar ve hüsnü zannın günah olmadığını,  buna karşılık su-i zannın ise günah olduğunu  ifade etmişlerdir.  Nitekim  Kur’an’da  Hz: Aişe’ye  atılan iftira sebebiyle indirilen “ Siz ey  müminler!  Böyle bir haberi duyduğunuz zaman kadın- erkek hepinizin birbiriniz hakkında  hüsnü zan   göstererek, ‘Bu apaçık bir  iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?”[12]   ayetinden, hüsnü zan beslemenin günah olmadığını;  buna karşılı,  “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır”[13]  ayetinden de  de su-i zannın  günah  olduğunu öğrenmekteyiz.  Buna ilaveten   Hz. Peygamber, “Her duyduğunu söylemesi, kişiye günah olarak yeter”[14]   buyurarak, bizi  bu konuda uyarmakta; mümine sövmenin günah olduğunu ve fıskla itham edilen kişinin fâsık olmaması halinde bu sıfatın itham edene döndüğünü   haber vermektedir.[15]  Dolayısıyla Müslüman,  bu ilkelere  dikkat etmeli ve  azamî itinayı gösterme çabası içinde olmalıdır.

Prof. Dr. Celal Kırca


[1] Hucurat,49/6

[2] Hucurât, 49/6.

[3] Hucurat,49/11

[4] Maide 5/47.

[5] Tevbe,9/67.

[6]  Nur,24/55

[7] Hamdı Yazır, Hak Dini Kur`an Dili,  İstanbul,1935, I/ 282

[8] Kehf, 18/50

[9] Cürcânî, et-Ta`rifât, fâsık mad.

[10] İsra,17/36.

[11] Himi Ziya Ülken, Dü­şünce Tarihi, İstanbul, 1966, 2/57

[12] Nur,24/12.

[13] Hucurat,49/12.

[14]  Müslim, Mukaddime,5.

[15] Buharî, Edep,44.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.