islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5185
EURO
34,7901
ALTIN
2.419,81
BIST
9.757,75
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
19°C

İNSANA DEĞER VERİLDİĞİNİ HİSSETTİRMEK         

İNSANA DEĞER VERİLDİĞİNİ HİSSETTİRMEK         

Ünlü bir kadın yazar olan Maya Angelou, “İnsanlar, onlara ne söylediğinizi unutabilirler; insanlar, onlara  ne yaptığınızı da  unutabilirler, ama  insanlar,  kendilerini  nasıl  hissettirdiğinizi asla unutmazlar” sözüyle, söylenen sözlerden ziyade, davranışların  ne kadar önemli olduğunu ve  insan üzerindeki  etkisini  açıklar. Nitekim bu sözün,  yaşanan bir olay üzerine bir hava yolu şirketi tarafından bütün personeline  tamim  edildiği  bilgisi,  insana  hissettirilen  değeri  örneklemesi açısından  dikkat çekicidir. Olay,14 Ekim 1998 senesinde  geçer ve  kıtalar arası bir uçuş esnasında yaşanır.

Bir kadın, uçaktaki koltuğuna yerleşir yerleşmez, yanındaki koltukta siyahî bir adamın oturduğunu görür. Mevcut durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını ister. Hostes de tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadığına bakacağını söyler. Diğer yolcular şaşkınlık içindedir.  O adam ise zor durumda olmasına rağmen  cevap vermemeyi tercih eder.  Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına: “Çok özür dilerim geciktim. Birinci sınıfta bir yer buldum Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. ‘Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz’ dedi ve bu izni verdi.” Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın, bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlanırken hostes, oturmakta olan siyahi adama dönerek: “Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor” der. Tüm yolcular bunun üzerine  uçak personelini alkışlayarak tebrik ederler. O yıl, şirket  yönetimi, uçaktaki  bu davranışından  dolayı kaptan pilot ve hostesi ödüllendirir ve  tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde “İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar!” [1] sözü astırır.

Yıl 1970. İstanbul Zeytinburnu’nda bulunan Ermeni hastanesinde Garbis Aşıkyan isminde bir doktor vardı ve annemi  tedavi ediyordu.  Tedavisi belli aralıklarla  annemin dizine ve beline ağrı kesici iğne yapmaktan ibaretti. Dolaysıyla iğneler periyodik olarak yapılıyordu. Bir defasında iğne vurma günü,  ramazan ayına denk gelmişti ve o gün  annem, oruca niyet etmemişti.  Hastaneye vardığımızda doktorun ameliyatta olduğunu öğrendik. Ameliyat uzun sürdüğü için  de doktor  odasına geç geldi. Bizden önceki hastalarını muayene ettikten sonra sıra bize gelince içeri girdik. Neredeyse akşam oluyordu. Doktor iğneyi hazırlarken bir müstahdem, elinde yemek tepsisi ile içeri  girdi. Doktor, müstahdeme “Yemeği geri götür, burada oruçlu insanlar var.” dedi. Ben söze karışarak “Olsun, biz sizi biliyoruz, bu ana kadar bekledik. Biraz daha bekleriz.” dedim. Onun cevabı “Sizin bilmeniz önemli değil, benim sizin karşınızda yemek yemem size ve dininize saygısızlık olur, ben bu saygısızlığı kendime yakıştıramam. Bu zamana kadar bekledim, biraz daha beklerim ” dedi. [2]

Dr. Aşıkyan’ın  bu  sözlerini ve  davranışını  hayatım boyunca hiç  unutmadım.  Zira o,  bu sözü ve tavrı ile bize değer verdiğini hissettirmişti. Kendine değer verildiğini hissetmek, o zamana kadar tatmadığım, tatsam da farkında olmadığım bir duyguydu.  Bu nedenle  ne zaman  açıktan oruç yiyen birin görsem,  o doktorun bu  sözünü ve davranışını  hatırlarım.

Nadir de olsa günlük hayatımızda insana verilen değeri gösteren bu ve benzeri örnekler, Hz. Peygamber’in tüm hayatında ve davranışlarında görülür. Mesela “Hz. Peygamber,  Hz. Fatıma’yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak başından öper, ona iltifat edip kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Fatıma da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı”[3] rivayeti,  buna  bir örnektir. O  bu tavrını  sadece kızına değil,  herkese gösteriyordu. Nitekim onun yanından geçen bir cenaze için ayağa kalktığı, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahûdî cenazesi olduğunu söylemeleri üzerine, Hz. Peygamber’in “O da bir insan değil miydi?”[4]  dediği  ve  Kurayza oğulları  olayında  hakem olan Sa’d b. Mu’az için sahabîlerine  ayağa kalmalarını  emrettiği   nakledilmektedir.[5]

Kur’an’da da insana saygı ile ilgili bilgilerin  yer aldığı görülmektedir.   “ Ey İman edenler! ‘Meclislerde yer açın’ denildiği zaman yer açın ki  Allah da sizin yerinizi genişletsin ve ‘Kalkın’ denilince  de kalkıverin ki, Allah içinizden imanı kuvvetli olanların ve ilim sahiplerinin  derecelerini böylece  yükseltsin. Bilin ki Allah yapıp  ettiklerinizden  haberdardır”  [6] ayeti  bunu  ifade eder. Her ne kadar ulema,  ayağa kalkmayı  tartışma  konusu   yapmış olsa da Süleyman Ateş Hoca,  bu ayet ile ilgi  şu  yorumu yapar:

“Çocukluğumda tahsilde iken  hocaya saygıyı  sembolize eden bir beyit okumuştum ki  hâlâ  hatırımdadır:

Mülk katında Şâfi’î,

Yapça kitâp âçar idi

Evrâk sesin  işitmeye,

Üstâzı pâki der idi.

Bu beytte İmam Şâfiî’nin  hocasına saygısı, yaprak sesinden  hocasının rahatsız olmaması için  kitabın yapraklarını yavaşça açtığı anlatılıyor. İşte böyle bir ümmetin çocuklarıyız. Yaprağın sesinden  hocasının rahatsız  olmamasını  düşünen  öğrenci ve şimdi  hocasına  en kaba, küstah  davranışları  reva görmekten  çekinmeyen öğrenci.

Özellikle  herkese, hocaya saygıda örnek olacak İlahiyat Fakültelerinin  bazı öğrencilerinde  dahi bu saygısızlığı  görmek ne kadar acıdır.  1982 yılında İlahiyat Fakültesi’nde derse girdim, talebeden  beş on kişi yerinden kalktı, diğerleri hiç aldırmadı. Benim şahsım için değil, fakat fakültede öğrencilerin  bu düşünceye  düşmesine üzüldüm.  Biz hoca  girince  hep birlikte  fırlayıp kalkardık. Talebeye niçin böyle yaptıklarını sordum. Kalkmanın  sünnete aykırı olduğunu söylemesinler mi?  Gittim, İbn Kesîr’in tefsirini  getirip  Peygamber (s.a.v.)in  Sa’d  ibn Mu’âz’ın  önünden kalktığını ve sahabîlerine de kalkmalarını  emrettiğini  anlatan hadisi okudum Ondan sonra talebe gerçeği anladı ve önümüzden kalkmaya başladı.”[7]

İnsanlar arasındaki ilişkilerde, saygının ayrı bir yeri önemi vardır. Zira saygının olmadığı bir  ortamda aşağılama, horlama ve alay etme gibi olumsuz duyguların öne  geçtiği, dolayısıyla insanın değersizleştirildiği ve itibarsızlaştırıldığı görülür. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ,  Müslümanlardan Hz. Peygamber’e karşı saygıda kusur etmemelerini isteyerek onun huzurunda konuşurken ses tonlarını yükseltmemelerini öğütler ve  böyle  bir davranışın  ona saygısızlık  olacağını açıklar.

“Ey iman edenler! Sesinizi Peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, kendi aranızda konuştuğunuz gibi Peygamber ile yüksek sesle, bağırıp çağırarak  konuşmayın. Yoksa  farkında olmadan  yaptığınız iyi işlerin  sevabı yok olup gider”[8] ayeti,  bize  bu mesajı  verir.  Zira ayetin lafzı, her ne kadar Hz. Peygamber ile irtibatlı ve sınırlı olsa da, normu yani saygı gösterme kuralı, evrensel bir nitelik arz eder.  Bu nedenle İbn Kesir,  tefsirinde  Allah Teâlâ’nın  bu suredeki muhteva ile  Müslümanlara edep kurallarını öğrettiğini söyler.[9]  Ayrıca   Allah Teâlâ,  Kur’an’da sadece Hz. Peygamber’e  olan  saygıdan değil, aynı zamanda anne-babaya   olan  saygıdan da  söz  ederek şöyle der:

Biz insana ana-babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Bana ve ana babana teşekkür et diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Şayet anan ve baban seni bana karşı körü körüne ortak koşmaya zorlarlar ise, onlara itaat etme, fakat dünya işlerinde onlarla güzel geçin. Bana yönelen kimsenin yoluna uy.”[10]

Rabbin yalnız kendine tapmanızı ve ana-baya iyilik etmenizi emretmektedir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olurlarsa, onlara karşı ‘öf!’ bile deme. Onları azarlama, onlara saygı göster. İkisine de tatlı söz söyle”.[11]

Görüldüğü üzere bu ayetler, anne-babayı incitecek, kıracak ve üzecek  söz ve davranışları yasaklamakta, evlatlarından onlara  değer vermelerini  ve verdikleri değeri de  hissettirmelerini istemektedir. Bu ana ilkeye ilaveten Hz. Peygamber’in de Saçı sakalı ağarmış yaşlı Müslüman’a saygı gösterip ona ikramda bulunmak, Allah’a saygıdandır[12]  buyurarak saygının sınırlarını genişlettiği; Küçüğümüze şefkat, büyüğümüze saygı göstermeyen, bizden değildir[13] bulunarak da   büyüklere saygıda kusur  edilmemesini tavsiye ettiği  görülmektedir.

Sonuç olarak Kur’an’da “İnsanlara güzel söz söyleyin”[14] buyrulmaktadır.  Bu emir,   iç bağamı itibariyle İsrailoğullarından alınan  misak ile  ilgili olsa da ayetin hükmü geneldir ve bütün  Müslümanları da  kapsamaktadır.  Bu nedenle doğru ve güzel iş yapan insanları takdir edip onlara  güzel sözler söyleyerek teşekkür etmek; özellikle de  onların hayat hakkına, inanç ve düşünce hürriyetine, onuruna, mülkiyet hakkına saygı göstermek ve bunu da onlara söz ve davranışlarımızla hissettirmek, ahlâkî görevlerimiz arasında yer alır.  Çünkü bu insan olmanın bir gereğidir.

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1]www. Tarihiolaylar.com

[2] Celal  Kırca  Bir Nesle Mensubiyetin Hikayesi,  İstanbul 2018, s. 195-196.

[3] Ebu Davud, Edeb, 155 .

[4] Buhârî, Cenâiz, 49.

[5] Buharî,  İsti’zân,26.

[6]  Mücâdele,58/11.

[7] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri İstanbul 1991, 9/323.

[8] Hucurât, 49/2.

[9] İbn Kesir, Tefsiru’l Kur’an’il Azîm, Kahire  tarihsiz,  7/345.

[10] Lokman, 32/15.

[11] İsrâ, 17/23.

[12] Ebu Davud, Edeb, 23.

[13] Tirmizî, Birr, 15.

[14] Bakara, 2/83.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Mürsel dedi ki:

    İnsanın kendine değer verildiğini hissetmesi ve ikili ilişkilerde böyle bir tavrın öncelenmesi İslami dolayısıyla da insani bir yaklaşımdır. Nezaketin, letafetin ve lezazetin el çektiği bir dünyada yaşamak insani hassasiyeti olanlar için tahammülü zor bir durumdur. Şiddetin ve hiddetin emzirdiği bu yüzyılda ne yazık ki insanlarımızın çoğu “züccaciye dükkanına girmiş fil” gibi davranmakta, karşı tarafın duygu ve hassasiyetlerini dikkate almamaktadır. Oysa Kur’an ve Sünnet’in yanında edebiyatımız da nezaket mektebi gibidir. Özellikle divan edebiyatımız.
    İşte Nedim ne güzel ifade etmiş;

    Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
    Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana

    Bûy-ı gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
    Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana…

    Kaleminize sağlık Celal Hoca’m.