islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3674
EURO
34,9625
ALTIN
2.325,24
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
18°C

İNSANLIĞI ATEŞTEN KORUYAN KİTAP: KUR’AN

İNSANLIĞI ATEŞTEN KORUYAN KİTAP: KUR’AN

Çağımızın insanı, dış dünyası muğlaklıklarla ve melezliklerle oldu iç dünyası alabildiğine bencilliklerle çevrili olan, daima yerellikler yaşayan biridir. Hem bu çağa hem de bu çağın insanına hitap edebilen, bu çağın krizlerine karşı dimdik ayakta kalabilen yegane kutsal kitap olarak Kur’an-ı Kerim, yaşadığımız evreni ve içindekileri isim, mekan ve mesaj gibi üç ayrı dünya görüşü yoluyla çok boyutlu, dinamik katmanlar halinde ve çok yönlü kapsayıcılıkla ele almaktadır.

a.) İsim Kategorisi

Kur’an, gittikçe halkalarını genişletecek şekilde “Ey İman edenler”, “Ey Ehl-i Kitap” ve “Ey İnsanlar” gibi üçlü bir hitap alanına sahip olarak öncelikle soyut isimler daha sonra somut ve kendilerine ait isimlendirmeler ile muhataplarına hitap etmektedir.

Kur’an, öncelikle soyut formlarla başka inanç, gelenek, ilke veya kültürleri doğrudan muhatap almaz. Onlara inanan ve kalbi değişebilen, imana gelme ihtimali yüksek müntesiplerini muhatap olarak alır. Bu bağlamda Kur’an, ağırlıkla Hz. Peygamber (sav) döneminin “ruhunu yansıtan” Nasrani, Yahudi, Sabii, Mecusi gibi yaşayan din mensuplarıyla yakın ilişkiler kurmaktadır. Zaten onlar, coğrafyadan uzakta ve ismen zikredilmeyen inanç mensuplarına nazaran daha kolay ve daha tanımlanabilir özelliktedir. Müslümanlar da isimleri zikredilenlerle tarih boyunca, daha yakın işbirlikleri, ortak tarihi tecrübeler, yakınlaşmalar veya şiddetli, düşmanlıklar polemikler ve savaşlar yaşanmıştır. Monoteizmi bizim Tevhid anlayışımıza daha uygun olmasına rağmen Yahudi asırlar boyunca hemen yanı başımızda bizim içimizde hatta sosyo-ekonomik hayatımızın göbeğinde yaşarken aynı zamanda tezat olarak bize artniyetli hatta düşmanlıklar dahi besleyebilmiştir. Kur’an, İsrailoğulları derken İbrani peygamberlerinin güdümünde ve hidayetinde yaşayan insanları kastederek olumlu olurken, türlü varyantlarıyla Yahudi derken bu sefer Talmud rabbani geleneğinin kontrolü altında olan aynı insanlardan bahsetmekte; onlardaki her türlü dönüş, gerileyiş, bocalayış ve tövbe ediş ve peygamberlere kurdukları tuzaklardan olumsuz bir anlayışla bahsetmektedir. Daha açık bir ifadeyle İsrailoğulları Babil sürgünü öncesi ideal millet anlayışına vurgu yaparken Yahudi terimi ise Babil sürgünü sonrasından itibaren günümüze kadar süren aynı insanların konjüktürel yaşamlarını Müslümanlarla olan ilişkileri bağlamında anlamlı hale sokmaktadır. Peygamberlerin getirdiği mesajlara ait içeriklerden bahseden Kur’an doğrudan “Ey İsrailoğulları” diye hitap ederken aynı insanların geleneklerine ve rahiplerine uygun yaşantılarını eleştirdiği yerlerde “De ki ey Yahudiler” formuyla araya aracı koyarak onları dolaylı olarak muhatap almaktadır.

Teslis inancıyla Allah inancına en uzak olmasına rağmen yine teslis unsurlarının bir sonucu olarak kazandıkları sevgi ve merhametle Nasraniler (Hristiyanlar) ise yaşadıkları bu gerilim sayesinde Kur’an’a göre Müslümanlara şefkatçe en yakın din mensuplarıdır. Kur’an M.S. II. Asırdan itibaren olumsuz ve aşağılayıcı anlamda pagan Romalılarca onlara verilen ve daha sonraki yüzyıllarda olumlu anlam kazanan “Hıristiyan” kelimesini kullanmaktan kaçınmakta ve onların da sevdiği ve İsa Mesih’in memleketi Nasıra şehrine veya Havarilerin kendi aralarında kullandıkları “yardımcılar” sıfatına veya o dönemde Yahudi cemaatinden ayrışmalarına yönelik olarak Yahudilerin onlara ayrı bir topluluk olarak “nazeren” kelimesini kullanmaktadır. Kendilerinin sebep olduğu bu karmaşa sebebiyle Kur’an Ey Nasara şeklinde retorik asla geliştirmemiş ve onların zihinsel eylemlerini kognitif açıdan muhatap almıştır.

Kur’an aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyanların her kişini de kapsayan ve gerçekten de onlar için oldukça orijinal bir hitap sayılabilen Ehl-i kitap teriminin de sahibidir. Kur’an, bu isimlendirmeyi ortak paydalar altında her iki inanç mensubuna ait olumlu, olumsuz ve tarafsız bilgileri, teolojik kural veya hukuki hükümleri bol miktarda verdiği zaman kullanmaktadır.

b.) Mekan Kategorisi 

Dinler Tarihine göre yeryüzündeki inançlardan bazısı maddeyi ve mekanı öne çıkarandünya görüşlerine sahiptir. Yahudiler için öncelikli mekan, onlara vaat edilen Arz-ı Mevud olup bir daire olarak onun etrafında git gide genişleyen bir yeryüzü krallığı siyonizm kurulma fikri teopolitik olarak mevcuttur.  Buna karşın Hıristiyanlar için ise “göklerin melekutu /ruhani krallığı” esas olup bu dünya bütün haşmetiyle zamanın Sezarlarına aittir. Kur’an ise Yerde ve Gökte olan her şey Allah’ındır. Hatta  “Doğu da Batı da Allah’ındır. Hangi yöne dönersen Allah’ın varlığı oradadır” (Bakara 2/115) buyururken Hıristiyanlara cevap verirken “Yemin olsun ki Biz Tevrat’tan sonra Zebur’da Yeryüzüne benim Salih kullarım varis olacaklardır diye yazdık” (el- Enbiya 21/105) buyururken salt bir ideoloji olan ve insanları köle Yahudileri zalim efendilere dönüştüren Siyonizm ideolojisinden daha güçlü bir vaat ve tebliğ görevini tüm Müslümanlara yüklemiştir. Ecdadımız, bu uğurda Jön Türklere kadar kendi haritasını bile yapmamış tüm cihanı kendisine ait görmüş padişahlarımız ise Cihangir kabul edilmişlerdir. Yeryüzü ve gökler Allah’ın olduğundan ve önceki tüm kutsal metinler dahil Kur’an göre Müslümanlara miras bırakıldıklarından yeryüzünde de facto ve en meşru haliyle kendilerini evinde hissetmek, çalışmak ve her yönüyle cihat etmek zorunda olurken yaşadıkları yerlerde sözüm ona seçilmiş halk olan Yahudiler gibi diğer milletlerden soyutlandıkları “getto” mahalleleri oluşturan diyaspora kültürünü geliştirmezler. Müslümanlar batıl ile mücadele etmek zorunda olan Hak’kı izhar ederek O’nu Eşsiz kılmak için zulüm, sahtelik ve tağutlarla mücadele ederler. Zaten Müslümanlar, Hak haricindekileri yakından tanıyarak, onlarla her daim iç içe kalarak Hak ile yalnız kalarak yaşadıklarından herhangi bir soyutlanma ve kendisini yabancı asla hissedemezler. Bunun sonucunda Ecdadımızdan da biliriz ki bizimle beraber yaşayanlar, aslında ölü olduklarını öldürmeye gelenlerin dirildiklerini, kaçıp gidenlerin ise hayattan mahrum kaldıkları aşikardır.

c.) Mesaj Kategorisi

Dinler Tarihinde mücadeleyi, tartışmayı ve saldırgan tavırları daima göz ardı eden, buna karşılık sükuneti ve dinginliği esas alarak teolojik açıdan tenzihi dili (via negativa) yol olarak benimseyen Budizm, Hinduizm, Taoizm, Konfüçyanizm gibi doğu dinleri için “mesaj”, isim ve mekandan daha fazla önemsenmekte ve bu dinlerin bizzat kurucularından ve geleneklerinden gelen temel mesajlar kutsal metin, birer beşer kanunu ve sosyal kurallar olarak şiddetle uygulanarak din diye önemsenmektedir. Bu kültürler, aynı zamanda maddi olmayan beşer faziletlerine, ahlaki öğretileri üstün tutan spekülatif felsefelere değer veren, soyut, sembolik kavramlara ve haklı olarak ruha vurgu yapan dinî sistemler olarak karşımıza çıkarlar.

Neticede İslam, hem yerelliği hem evrenselliği kucaklar ve insanın olduğu “her yerdedir”. Bu her yerde oluşu ile her sosyo kültürel kategoriyi kucaklayabilen onlar hakkında konuşabilme hakkına sahip olabilen yegane dindir.  Yine Kur’an-ı Kerim’de öncelikle “insanlar” yani kendini insan hisseden herkes hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, ilahi hitaba muhataptır. Bu beşeri bir kucaklayıcılıktır. Yine Kura’n mantığında insanların başına sarılan tüm sorunlar sadece beşerden kaynaklanırken onlara verilecek çözümler ilahi olmaktadır. Bu bağlamda antropolojik açıdan, hiçbir etnik dışlamaya tabi tutmadan tüm insanlığı (Ademoğullarını) zincirleme bir süreçle kesintisiz olarak kucaklayan İslam, bütün insani vasıflara sahip çıkarak onların doğal/kendiliğinden oluşlarına vurgu yapar ve insani özelliklerin her boyutuyla yaygınlaşmasını daima destekler.

Kuran, öteki insanlar için “Müslüman olmayan (Gayr-ı Müslim)” gibi diğer insanları, ötekileştiren dışlayıcı ve yabancılaştırıcı kavramlar kullanmaz. Dahası Kur’an, diğer din mensuplarına pejoratif ve iğrenç lakaplar takmaz. Allah’ı inkar etmelerinden Hakkın üstünü örttüklerinden dolayı kafir derken diğer insanları kendilerinin kabul ettiği veya köklerinde bulunan temel kavramlarla çağırır. Allah, tüm insanların ilahı olduğunu gösterecek şekilde hitap eder.

Zaten Kur’an çoğu kez anti-tetiktir; yani bir şeyi karşıtlığıyla mutlaka anlatır, gece -gündüz, ruh madde, açlık tokluk, Allah/sözde batıl ilahlar, doğu/batı, alim/cahil, Mümin/kafir gibi. Bu tür yaklaşım, insanlara aslında ayırımcı görüşler, yabancılaştırıcı fikirler değil tamamlayıcı ve bütüncül bakış açıları sağlamaktadır. Bütün gaye, ateşte yanmak veya kavrulmak değil; batılın o kül edici, yok edici, bir avuç toprağa dönüştürücü zihniyetinden tüm insanlığı kurtarmak; İnsan olarak Hakikat ile hayat bulmak, nurlanmak aydınlığa kavuşmak “İslam olmaktır” İslam’ı ve Kur’an-ı Kerim’i tek bir nefesle haykırmaktır.

Prof. Mustafa ALICI

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.