islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Çok Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
18°C

KUR’AN MÜSLÜMANA NASIL BİR DAVRANIŞ ÖNERİYOR?

KUR’AN MÜSLÜMANA NASIL BİR DAVRANIŞ ÖNERİYOR?

Bir arada ve toplu olarak yaşamak zorunda olan insanların, çoğu kez metot farklılıkları, eskileri körü körüne taklit;  olguları ve olayları aynı ölçüde anlayamama; anlayış ve idrak farklılığı; başkalarına hükmetme arzusu; bencillik, kıskançlık ve başkaları aleyhine menfaat sağlama gibi sebepler yüzünden birbirleriyle tartıştıkları, hatta kavga ettikleri görülüyor.  Bu nedenle İslam’ın, insanın iyiden, güzelden ve gerçeklerden sapma yönleri olarak tanımlayacağımız bu tarafını, doğruya, güzele ve gerçeğe yönlendirmek için birtakım prensipler getirdiği ve bu prensiplere uyulduğu ölçüde insanın daha huzurlu olacağını ifade ettiği biliniyor. Bu prensipler arasında kaba ve katı  olmamak; nazik,  kibar  ve hoşgörülü olmak  önemli  bir konuma  sahip  bulunuyor. Zira sosyal ilişkilerde esas olan, insanlara kaba ve katı davranmamak, sert konuşmamak ve düşmanca bir tavır takınmamaktır. Bu ilkenin İslâm’daki konumu, fikhî tabirle bir ruhsat değil, azimettir. Zira Hz. Peygamber’in tutum ve davranışlarını öven ayette, “Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağılır giderdi[1]   deniliyor.

Bu ayet, bir taraftan Hz. Peygamber’in tutum ve davranışlarını överken, diğer taraftan da inananlara bir mesaj veriyor.  Diğer bir ifade ile Allah Teâlâ, inananlara  “Hz. Peygamber,  insanlara kaba ve katı davranmadı, yumuşak davrandı, böylece çevresindeki insanları dağıtmadı; siz de öyle davranın ve çevrenizdeki insanları dağıtacak davranışlarda bulunmayın” mesajını veriyor. Ayrıca Kur’an’da yer alan “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, kötülüğü iyilikle savuştur”[2] ;İyilikler, kötülükleri giderir[3];  “Kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına girer. Zira şeytan, insanın apaçık düşmanıdır” [4]  ayetlerinin de  bu mesajı desteklediği; “Firavun’a gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar[5] ayetinin de  bu ilkeye işaret ettiği görülüyor.

Böyle bir davranış,  insana değer verildiğini veya düşmanca bir tavır takınılmadığını göstermektedir. Böyle bir  davranışın ise  insana  güven telkin ettiği;  zekat ve sadaka gibi yardımların da bu duyguyu beslediği biliniyor. Nitekim Kur’an’da, zekat verilecek kişilerden birinin,  “müellefe-i kulûb” [6] olarak zikredilmesinin de  bu duyguya yapılan bir atıf olduğu anlaşılıyor.  Dolayısıyla insanın, kendi isteği ile güven duymadığı ve kalbinin ısınmadığı bir dine inanması söz  olmuyor  Zira iman,   “güven duygusu içinde  tasdik etmek”  anlamına geliyor.[7]   İmanın zıddı ise tekziptir, tekzip de yalanlamadır. Bu nedenle yalanla imanın bir arada bulunması söz konusu olmuyor.  Nitekim “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz. Yapmayacağınız şeyleri söylemek, Allah katında öfkeye sebep olan bir davranıştır”[8] ayeti de bir Müslümanın, yapmayacağı/yapamayacağı  şeyleri vaat etmesini veya gerçeğe uymayan söz ve davranışlarda bulunmasını kınıyor. Bu nedenle  Müslümanın, yalan konuşmaması en önemli kişilik özellikleri arasında  yer alıyor. Nitekim Hz. Peygamber’in de bir Müslümanın  beşerî zaafları dolayısıyla günah işleyebileceğini, fakat yalan konuşamayacağını ifade ettiği rivayette yer alıyor. Dolayısıyla İslâm,  Müslümandan  doğru ve dürüst olmasını istiyor.

İnsanların,  anlaştığı  konular kadar, anlaşamadığı konular da  olacaktır.  Bu tabiî bir durumdur. Ancak insanların, tartışmayı sürdürmek  yerine, mevcut ortak noktaların bulunup onlar üzerinde bir uzlaşmaya varması, daha  doğru bir davranış olduğu da  biliniyor. Zira  aksi bir  tutum, insanların  antipatisini kazanmaya sebep oluyor. Antipati de nefreti doğuruyor.  Bu  nedenle sosyal ilişkilerde esas olan ve  olması gereken de nefret değil, sevgidir. Hz. Peygamber, inanmayan amcası Ebû Tâlib’e karşı iyi tavır takınır ve onu ziyaret ederdi. Hatta Hz. Peygamber’in en büyük arzusu, onun Müslüman olmasıydı. Ama amcası, buna rağmen Müslüman olmadan ölmüştü.  Allah Teâlâ  bu arzuyu  şöyle  ifade  eder: “Ey Muhammed, sen sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola iletir.[9]  Bu ayet, Hz. Peygamber’in, aynı zamanda amcasına karşı duyduğu sevgiyi de ifade etmektedir. Bu nedenle realitede olanı anlamadan ve varlığını kabul etmeden idealde ve uzakta olanı anlamamız ve ona ulaşmamız  mümkün gözükmemektedir. İnsanları çelişkiye ve çatışmaya sürükleyen de bu gerçeğin iyi anlaşılmamış olmasıdır.

Bunun için insanı tanımak ve layık olduğu yere oturtmak gerekir. İnsan, ne bir melek ne de bir şeytandır. Her nedense sevdiğimiz insanları oldukları gibi değil de olmaları gerektiği gibi düşünür ve onları zihin planında adeta melekleştiririz. Sevmediğimiz insanları da şeytanlaştırırız. Bu, insana özgü bir özelliktir. Zira insan, iyilikle kötülük, günahla sevap, aydınlıkla karanlık, imanla imansızlık, ümitle korku arasında zikzaklar çizerek yaşan bir varlıktır. Tövbe ve af  kapısı bunun için vardır ve daima  açıktır. İslâm’ın amacı da insanın,  iyiliklerden , güzelliklerden, doğrudan, haktan ve adaletten   yanana  tavır almasıdır.

İslâm, bir dinin adıdır ve  bu da “kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış yapmak” demektir. Bu nedenle Müslümanın  barış içinde olması ve  bunun için çaba göstermesi  gerekmektedir. Bu çabanın adı da cihaddır.  Cihad  ise “Güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmaktır”.  İslâmî literatürde ise “Dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” şeklindeki genel ve kapsamlı bir anlama  sahiptir. Ayrıca bir fıkıh terimi olarak Müslüman olmayanlarla savaşmak, tasavvufta ise nefs-i emmâreyi yenme çabası için  olmak  anlamlarında da kullanılmaktadır.[10]    Dolayısıyla cihad  sadece  savaştan ibaret  değildir. Zira Kur’an’da  sadece savaşı ifade eden  temel kavram” kıtal”dır. Bu da  ferler arasında değil, sosyal gruplar  arasında  hukuk  kurallarına göre  yapılan silahlı  mücadelenin adıdır.  Her durumda fertler arasında yapılan kıtal ise yasaktır, ancak savaş haricinde hukukun  belli kurallar ve ilkeler  içinde  kalarak verdiği kararlar buna dahil değildir.

Bu nedenle cihadın en iyi yolu Kur’an’la cihad etmektir. Bu Hz. Peygamber’e verilen bir emirdir, dolayısıyla bütün Müslümanları  da kapsamaktadır. “Kafirler sakın  boyun eğme, elindeki Kur’an ile (gerçeği anlatmak için onlara) bütün gücünle  çalış/cihad et[11] ayeti  bunu ifade etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber de  bu emrin gereğini yerine  getirmiş,  Kur’an’la cihad etmiş,  gerektiğinde de  savaşmıştır. Ancak onun bu savaşı, fertlere karşı  değil, İslâm’ı engelleyen sosyal ve egemen güçlere karşı olmuştur. Savaş sona erdikten sonra da o, fertlerden affını, merhametini ve şefkatini  asla esirgememiştir. Mekke’nin fethinde gösterdiği  tavır bunun en  güzel  örneğidir.

Ne var ki günümüzde  şefkat, merhamet ve hoşgörüden uzak   kaba ve katı davranışların gittikçe yaygınlaştığı ve  bunun da İslâm adına yapıldığı müşahede edilmektedir.   Bu durumu   bir bilim adamı  olarak gözlemleyen  Psikiyatrist Kemal Sayar’ ın şu tespiti, önemli bir  davranış sorununa işaret etmektedir: “Kaba saba, saldırgan, kavgacı bir dindarlık tarzıyla tanışıyoruz. Din insanı inceltmek ve yüreğine merhamet koymak içindir. Dinin nefsini eğitemediği kişi için din bir oyuncaktır, kendi huzursuzluğunu dış dünyaya yansıtma biçimidir. Bir kişiyi bile ikna edemedikleri gibi binlercesini insanlıktan soğuturlar. ‘Müjdeleyiniz, korkutmayınız’ ilahi hitabını asla dikkate almazlar. Varsa yoksa kendi nefisleri, kendi haklılıklarıdır mesele. Sadece dalaşla var olurlar. Cenab-ı Mevla kalplerine izan ve merhamet koysun, niyazım odur.”  Bize gereken de bu duaya amin demek.

  Prof. Dr. Celal Kırca    

 

[1] Âl-i İmrân, 3/159.

[2] Fussilet,41/34.

[3] Hûd, 11/114.

[4] İsrâ, 17/53.

[5] Tâhâ, 20/43-44.

[6] Tevbe, 9/60.

[7] TDV İslam Ansiklopedisi, İman mad.

[8] Saff,61/2-3.

[9] Kasas, 28/56.

[10] TDV İslam Ansiklopedisi Cihad maddesi.

[11] Furkan,25/52.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar