islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
22°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
22°C

ÖLÜM, KABİR, BA’S, HAŞIR, MİZAN VE SONRASI…

ÖLÜM, KABİR, BA’S, HAŞIR, MİZAN VE SONRASI…
26 Mayıs 2023 09:00
A+
A-

“Dikkat edin; can boğaza gelip köprücük kemiklerine dayandığı zaman: Ve (başında bulunanlar tarafından): “Çare bulan bir okuyup üfleyen/tedavi eden yok mudur?” denilir. O (can çekişen kişi) de artık bunun bir ayrılık vakti olduğunu anlar. Bacaklar birbirine dolaşır.”1 Ölüm hayatın karşıtı olup sözlükte “hayatın sona ermesi” anlamına gelir. Genellikle “ruhun bedenden ayrılması suretiyle kişinin maddi hayat kaynağını yitirmesi” şeklinde tarif edilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de yaşatmanın karşıtı olarak imâte (canlının hayatına son verme) ve teveffî (ruhunu kabzetme) kavramları zikredilmektedir. Ölüm mukadder ise de insanın dünyaya gelmesinin amacı ölmek değil yaşamaktır. Allah, ruhundan üfleyip yarattığı2 ve şuurla bezediği Âdem’in nesline, aslında ebedî hayat vermiştir. Ancak hayat iki devreye ayrılmış olup, ilk devre bir tür eğitim ve sınav, ikincisi ilk devrede elde edilen sonuçların şekillendireceği ebediyet sürecidir. Ölüm hayatın bu iki dönemini birbirine bağlayan ve insanı ebedileştiren bir araçtır.

Hayatın ve insanî değerlerin korunması, dünyanın imar edilmesi ve ebediyet için gerekli hazırlığın yapılabilmesi için, Allah insana hayatı sevdirmiş, ölümü ise acı ile karşılanır bir niteliğe büründürmüştür. Nitekim bazı ayetlerde, ölümden musibet olarak bahsedilmiştir.3 Ancak, ölümün bir gün mutlaka geleceğini akıldan çıkarmamak, zamanı bilinmediğinden daima hazırlıklı olmak, geldiğinde de rıza göstermek, kâmil müminin vasıflarını teşkil eder. Kerim kitabımız Kur’an’da Allah ile buluşma sevincini hissetmeyen, yalnız dünya hayatına gönül bağlayıp orada huzur bulan gafiller yerilmiştir.4 Bir hadis-i şerifte zikredildiğine göre, mümin öleceğini hissettiği anda, Allah’a kavuşmayı her şeye tercih eden bir duyguya sahip olur.5

Ebû Katâde (r.a)’nin rivayetine göre Hz. Peygamberimiz (sav) dünyadan ahirete intikal eden insanları mümin ve fâcir diye ikiye ayırmış, birincisi için “istirahate çekilen kimse”, ikincisi için de “ölümü sebebiyle insanların rahata erdiği kimse” ifadesini kullanmış ve şöyle buyurmuştur: Resul-i Ekrem (sav)’in yanından bir cenaze geçiyordu ve Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: “Bu ölü ya dinlenen (istirahate kavuşan) ya da dinlendiren (başkalarını istirahate kavuşturan)’dir. Orada bulunanlar sordular: Ey Allah’ın Resulü: Dinlenen, dinlendiren ne demektir? Peygamber (sav) cevap verdi: “Ölü, eğer mümin bir kul ise; dünyanın keder ve sıkıntılarından kurtularak ebedi huzura kavuşmaktadır. (Bu yüzden dinlenen/istirahat edendir.) Ölü, eğer kafir/facir günahta ısrarcı ise; insanlar, memleketler, ağaçlar ve hayvanlar onun kötülüklerinden kurtulacaklardır.” (o halde o dinlendirici/istirahat ettirici olur.)6   Resulüllah (sav)’ın bu sözleri, Kur’an’da yer alan beyanların bir nevi tefsiri mahiyetindedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de ölüm hali tasvir edilirken, canın köprücük kemiklerine veya boğaza dayanmasından, ölenin ve etrafındakilerin telâşa düşmesinden ve ölüm baygınlığından söz edilmekte, ancak bu durum kâfir, zalim ve münafıkların ölüm halini ifade etmektedir. Nitekim Kıyâme suresinde ölümün bu türüne maruz kalacak kimselerin, Hz. Peygamber (sav)’in getirdiği vahyi kabul etmediği, namaz, dua ve niyazla ilgisi bulunmadığı, yalan saydığı dinî gerçeklere sırt çevirip taraftarlarıyla birlikte kibirlendiği belirtilmiştir. Kur’an’da ayrıca meleklerin kâfirlerle münafıkların ruhlarını alırken yüzlerine ve arkalarına vuracakları7 dinî gerçekleri yalan saymak suretiyle kendilerine zulmetmiş kimselerin ruhlarını kabzederken de onları bir anlamda azarlayacakları8 ifade edilmektedir. Bu beyanlar ölüm güçlüklerinin kâfir, zalim ve münafıklar için söz konusu olduğunu göstermektedir.

Resûl-i Ekrem (sav)’in ölüm hastalığında Hz. Âişe (r.a)’nin evinde olduğu ve son nefesini onun kucağında verdiği bilinmektedir. Hz. Âişe (r.a), Resulüllah (sav)’ın ölüm sırasında acı çektiğini söylemekte ve “Lâ ilâhe illallah, ölümün de sarsıntıları varmış, Allah’ım, bana yardım et!”9 dediğini nakletmektedir. Hz. Peygamberimiz (sav)’in müminin son nefeslerini ter dökerek verdiğini söylediği de rivayet edilmiştir.10

Allah dostlarının, inanan ve kötülüklerden sakınan kimselerin vefat etmeleri suretiyle O’na kavuşmanın sevincini gönüllerinde taşıdıkları, dolaylı biçimde anlatılmıştır.11 Hz. Peygamberimiz (sav), “Allah’a kavuşmayı arzu eden kimse ile Allah da buluşmayı murat eder, bunu arzu etmeyen kimseyle buluşmayı ise kerih görür” buyurmuş, bunu duyan Hz. Âişe (r.a)’nin hiç kimsenin ölmeyi hoş görmediğini söylemesi üzerine Resulüllah (sav) şöyle buyurmuştur: “Senin zannettiğin gibi değildir. Bir mümine ölüm hali gelince ilâhi rıza ve lütufla müjdelenir. Artık onun için hiçbir şey ahiret yolculuğu kadar sevimli değildir. Kâfire ölüm hali gelince karşılaşacağı azap kendisine bildirilir. Artık onun için de hiçbir şey ölüm kadar sevimsiz olmaz. Kâfir, Allah’ın huzuruna çıkmaktan hoşlanmadığı gibi Allah da onunla mülâki olmayı murat etmez.”12

KABİR

Kabir kelimesi, ölümle mahşerdeki diriliş arasında insanların yaşayacağı berzah hayatını ifade eder. İslâm inancına göre ölen kişi, nerede ve hangi durumda bulunursa bulunsun, kabir ve berzah âlemi safhasından geçer. İnsanın toprak ve kabirle ilgisi şu ayette vurgulu bir şekilde ifade edilir: “Sizi topraktan yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve bir defa daha sizi oradan çıkaracağız”13 Kelâm literatüründe kabir âlemiyle ilgili olarak genellikle üç meseleden söz edilir;

1.) Kabir Sorgusu: Kabre konulan insanın sorguya çekileceği, hadislerde belirtilir. Allah’ın, iman edenleri hem dünyada hem ahirette sağlam söz ve kararlı davranışa mazhar kılacağını bildiren ayetin14 kabir suali hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir. Ölü, kabre konulup mezar üzerindeki insanların çekilmeye başladığı bir sırada Münker ve Nekir adlı iki melek tarafından sorguya çekilir ve özellikle son Peygamber Hz. Muhammed (sav) hakkındaki fikri sorulur. Mümin olan kimse onu Allah’ın kulu ve elçisi olarak benimsediğini beyan eder; kâfir ise, “bilmiyorum, ben de çevremdeki insanların kanaatini paylaştım” diye cevap verir.15

2.) Kabir Azabı: Duyular ve akıl yürütme vasıtasıyla bilinemeyip vahiy yoluyla sabit olan gaybi konulardan biri de kabir azabıdır. Bu hususta bazı ayetlerin işareti ve çeşitli hadislerin açık beyanları mevcuttur. Firavun ve taraftarlarının sabah akşam ateşe arz edildiğini, kıyamet gününde de en şiddetli azaba maruz bırakılacaklarını kerim kitabımız haber vermektedir: “Onlar (kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah ve akşam ateşe arz edilecekler. Kıyamet koptuğu gün de: “Firavun kavmini/ailesini en şiddetli azaba sokun.” denilecektir.”16 Nuh (a.s) kavminin de suda boğulmasının ardından ateşe atıldığını yani kabirde cezalandırıldıklarını Allah haber vermektedir. Nitekim ayette: “Böylece günahları yüzünden suda boğuldular, ardından ateşe atıldılar. Kendilerine Allah’tan başka bir yardımcı da bulamadılar”17 buyrulmaktadır. Mezkûr ayetler ehl-i sünnet âlimlerine göre kabir azabına ilişkin delillerdendir. Bunların dışında, iyilerle kötülere, dünyada ve ahirette yapılacak muamelenin aynı olmayacağını18, münafıkların iki defa azap gördükten sonra büyük bir azaba maruz bırakılacağını19, kâfir ve münafık olanlara cehennemdeki büyük azaptan önce yakın bir azabın tattırılacağını20 belirten ayetler de kabir azabına işaret eden deliller arasında zikredilir.

Hadis-i Şeriflerde belirtildiğine göre Resulüllah (sav) kabirde azap gören bazı kimselerin sesini işitmiş21, kabir azabından Allah’a sığınmış ve ashabına da Allah’a sığınmalarını söylemiş22, cenaze namazını kıldırdığı ölüyü kabir azabından koruması için Allah’a dua etmiş23, ayrıca azap görenlerin sesini hayvanların işittiğini haber vermiştir.24 Gıybet ve koğuculuk yapmak25, ölüye ağıtlar yakarak ağlamak26, borçlu olarak ölmek27, yalan söylemek, zina etmek, faiz yemek, içki içmek gibi fiillerin kabir azabına sebep teşkil ettiği yine hadislerde bildirilmektedir. Hadislerde kabrin sıkması28, kişiye sabah akşam cehennemdeki yerinin gösterilmesi29 gibi azap şekillerinin bulunduğu da haber verilmiştir. Kabir azabının kâfirler ve günahı çok olan müminler için kıyamete kadar devam edeceği, günahı az olan müminler içinse geçici olacağı kabul edilir.

3.) Kabir Nimeti: Kabirde nimetin varlığı da ayet ve hadislerle sabittir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah yolunda öldürülenlerin ölü kabul edilemeyeceği, insanlar bunu anlamasa da onların gerçekte diri olduğu30 ve Allah katında nimetlere mazhar kılındığı31 haber verilmektedir. Ehl-i Sünnet âlimlerine göre bu ayetler gerçek anlamda olup, başka bir şekilde tevil edilemez. Bakara suresi ayet 154’te yer alan, “Siz bunu anlayamazsınız” ifadesi, sözü edilen hayatın mahşerde değil berzah âleminde de vuku bulduğunu gösterir; çünkü herkes aynı âlemde bulunduğundan mahşerdeki hayat bütün insanlar tarafından idrak edilir.

BA’S

Kıyametin kopmasından sonra Allah tarafından ölülerin diriltilmesi hadisesi olan ba’s; sözlükte “birini kaldırıp harekete geçirmek; uykudan uyandırmak, diriltmek” gibi manalara gelmektedir. Genel olarak, Allah’ın herhangi bir şeyi yoktan var etmesi, Hz. İsa (a.s) gibi bazı Peygamberlerin ölüleri diriltme mucizesi, Hz. Peygamberimiz (sav)’in düzenlediği en çok üç kişilik askerî müfreze gibi ıstılahı manaları yanında İslâmî literatürde asıl ve en yaygın olarak, “kıyamet gününde Allah’ın ahiret hayatını başlatmak üzere ölüleri yeniden canlandırması, onları kabirlerinden çıkararak hayata göndermesi” anlamında kullanılır.

Kur’an-ı Kerimde, sûr’a birinci üflemenin ardından -Allah’ın diledikleri müstesna- bütün canlıların öleceği/yok olacağı, ikinci üfleme üzerine de ba‘s hadisesinin gerçekleşeceği ve ölmüş bütün mahlukatın yeniden canlanarak32 belli bir hedefe doğru koşuyormuş gibi33 Rablerinin huzuruna çıkacakları34 anlatılır. “yevmü’l-ba‘s” diriliş-günü35 ve “yevmü’l-hurûc” çıkış günü, nitekim Kur’an-ı Kerimde: “O gün (bütün halk) o (korkunç) sesi (İsrafil’in sûra ikinci üfleyişini) gerçek olarak işiteceklerdir! İşte bu, (kabirlerden) çıkış günüdür!”36 O günde insanlar arasındaki soy yakınlığının fayda vermeyeceği, herkesin kendi derdine düşeceği ve bu yüzden kişinin kardeşinden, anne-baba, eş ve çocuklarından kaçacağı37, kimsenin birbirine bir şey sormayacağı38, herkesin tek başına muhatap alınıp sorumlu tutulacağı, bazı yüzlerin ak, bazılarının kararacağı39 şeklinde kıyametle ilgili bilgiler (kıyamet halleri) Kur’an-ı Kerimde ayrıntılı bir şekilde zikredilmektedir. Kıyamet tasvirleriyle ilgili hadislerde kabirden ilk defa Hz. Muhammed (sav)’in kalkacağı ve organları teşekkül etmiş düşük çocuklar dahil bütün insanların dirileceği bildirilir.40 Ayrıca ba‘s sırasında kişilerin çıplak, tüysüz, sünnetsiz, sağlıklı ve otuz yaşlarında olacakları belirtilir.41

Ba‘s ile ilgili ayetler, yeniden dirilişin cismanî olacağını göstermektedir. Nitekim ölüp toprağa karıştıktan sonra dirileceklerini akıllarına sığdıramayan inkârcılara, “Biz toprağın onlardan yiyip tükettiklerini de, geride bıraktıklarını da çok iyi biliriz, katımızda her şeyi muhafaza eden bir kitap vardır”42 şeklinde cevap verilmiş; çürümüş kemikleri göstererek, “Bunları kim diriltebilir?” diyenlere, “Onları ilk defa yaratan diriltecektir”43 buyurulmak suretiyle kemiklerin diriltilmesi ba‘sın kapsamında gösterilmiş, böylece dirilişin cismanî olacağı vurgulanmıştır.

HAŞİR

Haşır, Kıyamet gününde diriltilecek olan mükelleflerin hesaba çekilmek üzere bir araya toplanmasıdır. Sözlükte “bir topluluğu bulunduğu yerden zor kullanarak çıkarıp bir meydanda toplamak” manasına gelen haşir kelimesi, kıyamet gününde yeniden diriltilen bütün varlıkların hesaba çekilmek üzere bir meydana sevk edilip toplanmasını ifade eder. Toplanılacak yere mahşer, mevkıf veya arasât denir. Buna göre haşir, kıyamet halleri arasında ba’s’tan sonra ikinci merhaleyi oluşturur ve “hesap görüldükten sonra cennet veya cehenneme sevk edip dağıtmak” anlamındaki neşirin karşıtı olur.

Kur’ân-ı Kerîm’de haşir, biri “dünyadaki sürgün” manasında olmak üzere iki defa geçmekte, ayrıca aynı kökten türeyen isim ve fiil şeklindeki müştakları da kırk bir ayette yer almaktadır.  Haşir esnasında insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olacak, fakat o günün dehşetinden erkekler ve kadınlar birbirlerine bakamayacak, izdihamdan ve yaklaştırılan güneşin hararetinden ötürü dökülen terler ağızlara ve kulaklara kadar yükselecektir.44 İnsanlar inançlarına ve amellerine göre çeşitli şekillerde haşredilir. Kötülüklerden sakınanlar, eğerleri altından olan emsalsiz binekler üzerinde haşredilir ve müstakbel hayatlarını özlerler. Bazıları ikişer, üçer, dörder, onar kişilik gruplar halinde develer üzerinde mahşer yerine götürülür. Bazıları da kavurucu güneş altında yaya olarak haşrolunur. Kâfirlere gelince bunların liderleri yüzükoyun, diğerleri yürüyerek mahşere sevk edilir.45 İlâhî emirler karşısında büyüklük taslayanlar zerreler gibi küçültülmüş olarak mahşere götürülecek46, başkasının arazisini haksız yere alanlar da bu arazinin toprağını mahşer yerine kadar sırtında taşımaya mahkûm edilecektir.47 Mahşer yerine gelen insanların gözleri gökyüzüne çevrilmiş halde kırk yıl bekleyecekleri, sonunda Hz. Peygamberimiz (sav)’in şefaatiyle hesaba çekilme işleminin başlayacağı da hadislerde verilen bilgiler arasında yer almaktadır.48

MİZAN VE SONRASİ

Mizan, mükelleflerin iman ve amellerinin kıyamet gününde değerlendirilmesi, ölçülmesi ve tartılmasıdır. Sözlükte “bir şeyin ağırlığını tahmin etmek, ölçüye vurmak, tartmak” anlamındaki vezn kökünden türemiş bir isim olan mizan “tartı aleti, tartmada kullanılan ağırlık; adalet” manalarına gelir. Mizanın ayet ve hadislerde kullanılışı çerçevesinde terimleşen muhtevası ise ahiret hallerinin belli bir merhalesinde mükelleflerin, sorguya çekilmelerinin tamamlayıcı bir işlemi olarak ceza veya mükâfatı gerektiren amellerinin kemiyet açısından değerlendirilmesi şeklinde belirginleşmiştir. Bir ayette ahirette veznin/tartının mutlaka gerçekleşeceği49, diğer bir ayette de kıyamet gününde âdil terazilerin kurulacağı ve kimseye haksızlık yapılmayacağı50 bildirilmektedir. Ameller tartılıp, amel defterleri dağıtılacak, kimi sağından kimi de solundan amel defterlerini alacak, “Oku şimdi kitabını! Bugün kendini yargılamak üzere kendi nefsin yeter!” 51 denilecektir. Ve akabinde insanlar cennet ve cehenneme arz olunacaklardır. Nitekim Hz. Peygamberimiz (sav) “Sırat, cehennem’in iki sırtı arasında Se‘dân dikeni gibi dikenler üzerine konulur. Sonra insanlar geçmeye başlar. Sağ sâlim kurtulan, tırmalanıp sonra kurtulan ve onunla hapsolunup cehenneme baş üstü düşürülen vardır” 52 buyurmaktadır. Diğer bir hadis-i şerifte ise, “İnsanlar cehennemin köprüsü (cisr) üzerine arz edilir. Üzerinde insanları kapıveren dikenler, çengeller ve kancalar vardır. Kimi insanlar (üzerinden) şimşek gibi, kimileri rüzgâr gibi, kimileri koşturulan at gibi, kimileri koşarak, kimileri yürüyerek, kimileri emekleyerek, kimileri de sürünerek geçerler” 53 buyrulmaktadır.

HATİME

Geri dönüşü olmayan ahiret yolculuğuna çıktığımızda, bize ayak bağı olabilecek yükleri bırakmalı ve dünyevi ağırlıklardan arınmalıyız. Bir gün bizden ayrılacak ve geride kalacak, ahirette bize fayda sağlamayacak şeylerle uğraşmamalı, geçici/faydasız işlere bağlanıp onlarda boğulmamalıyız. Fani âlemde bırakmak zorunda kalacağımız makam, mevki, pâye, şan, şöhret, rütbe, mal gibi sebeplere takılmamalı, ahirette bizim için kurtuluş vesilesi olabilecek hususlarla ilgilenmeli alakadar olmalıyız. Herkesin hakkını gözeterek hayatımızı tanzim etmeli ve idame ettirmeliyiz. Hem ibadet hayatına ait sorumluluklardan, borçlardan hem de üzerimizdeki kul ve kamu haklarından kurtulmalıyız. Günahlarımızdan dolayı tevbe ve istiğfara sarılmalı ve mahşerde bizi terletebilecek, başımızı öne eğdirecek her türlü sıkleti kabrin bu yanında bırakabilme gayretini göstermeliyiz. Yoksa ötede bize yardım edecek, yükümüze omuz verecek kimseyi bulamaz ve ağırlıkların altında kalırız. Hafezenellah. 21 Mayıs 2023 Başakşehir/İSTANBUL

Kaynakça

1)- Kıyame Suresi, Ayet 26-29. 2)- Hicr Suresi, Ayet 29. 3)- Bakara Suresi, Ayet 156; Maide Suresi Ayet 106. 4)- Yunus Suresi, Ayet 7-8. 5)- Müslim, Zikir, 14-18. 6)- Nesei, Cenaiz, 48-49. 7)- Enfal Suresi, Ayet 50-51; Muhammed Suresi Ayet 27-28. 8)- Nisa Suresi, Ayet 97; A‘raf Suresi Ayet 37; Nahl Suresi Ayet 28-29. 9)- Buhari, Riķak, 42; İbn Mace, Cenaiz, 64; Tirmizi, Cenaiz, 8. 10)- Tirmizi, Cenaiz, 8, 10. 11)- Yunus Suresi, Ayet 62-63; Bakara Suresi, Ayet 94; Cum‘a Suresi, Ayet 6. 12)- Buhâri, Rikak, 41; Müslim, Zikir, 14-18. 13)- Taha Suresi, Ayet 55. 14)- İbrahim Suresi, Ayet 27. 15)- Buhari, Cenaiz, 67, 86; Müslim, Cennet, 70-72. 16)- Mü’min Suresi, Ayet 46. 17)- Nuh Suresi, Ayet 25. 18)- Casiye Suresi, Ayet 21-22. 19- Tevbe Suresi, Ayet 101. 20)- Secde Suresi, Ayet 21. 21)- Müsned, lll, 103, 104; Müslim, Cennet, 67-69. 22)- Müsned, lll, 294; Müslim, Cennet, 67. 23)- Müslim, Cenaiz, 86. 24)- Nesei, Cenaiz, 115. 25)- Müsned, I, 225; Buhari, Cenaiz, 88. 26)- Buhari, Cenaiz, 33; Müslim, Cenaiz, 16-28. 27)- İbn Mace, Sadakat, 12. 28)- Tirmizî, Cenaiz, 70. 29)- Buhari, Cenaiz, 88; Müslim, Cennet, 65-66. 30)- Bakara Suresi, Ayet 154. 31)- Al-i İmran Suresi, Ayet 169. 32)- Zümer Suresi, Ayet 68. 33)- Meâric Suresi, Ayet 43. 34)- Yasin Suresi, Ayet 51. 35)- Rûm Suresi, Ayet, 56. 36)- Kaf Suresi, Ayet 42. 37)- Abese Suresi, Ayet 34-36. 38)- Mü’minun Suresi, Ayet 101. 39)- Âl-i İmrân Suresi, Ayet 106. 40)- Buhârî, Tefsîr, 39/3; İbn Mâce, cenaiz, 58. 41)- Müsned, V, 232; Buhârî, Rikak, 45; Müslim, Cennet, 55-59; Nesâî, cenaiz, 118. 42)- Kaf Suresi, Ayet 4. 43)- Yâsîn Suresi, Ayet 78-79. 44)- Buhârî, Enbiya, 8, Zekât, 52. 45)- Müsned, I, 155; Buhârî, Riķak, 45; Müslim, Cennet, 59. 46)- İbn Kesîr, II, 8. 47)- Müsned, IV, 173. 48)- İbn Kesîr, I, 267. 49)- A‘râf Suresi, Ayet 8. 50)- Enbiyâ Suresi, Ayet 47. 51)- İsra Suresi, Ayet 14. 52)- İbn Mâce, Zühd, 33. 53)- Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/25.

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Hafız Hilmi KARAMAN dedi ki:

    Allah razı olsun.
    Müstefid oldum.