Kur’an-ı Kerîm, muhtevası ve kapsadığı konular itibariyle, kurallar emredici, ahlakı güzelleştirici ve insanları hidayete erdirici bir mahiyet arz eder, Bu nedenledir ki, onun muhatabı, her yönüyle insandır.
Prof. Dr. Celal Kırca
Kur’an-ı Kerîm, muhtevası ve kapsadığı konular itibariyle, kurallar emredici, ahlakı güzelleştirici ve insanları hidayete erdirici bir mahiyet arz eder, Bu nedenledir ki, onun muhatabı, her yönüyle insandır. İnsan ise, sırlarla dolu bir varlıktır. Zira İnsanı, motive eden duyguları mevcuttur. Ayrıca o, kendisine etki eden fizikî ve sosyal bir çevre içinde yaşamaktadır. Buna bir de şeytanın vesvesesini ilave edersek, ona yol gösterecek ve problemlerini çözmede kendisine yardımcı olacak bir kılavuza ihtiyaç hissetmesi gayet tabiîdir.
İnsan, beden ve ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Yeryüzünde insanın; bedensiz, mücerret bir ruh halinde yaşaması mümkün olmadığı gibi, ruhsuz bir bedenin de yaşaması mümkün değildir. Bu nedenle Yüce Yaratıcı, her ikisini de yaratmış ve birini diğerine muhtaç kılmıştır. Bu yüzden bedenle ruh arasında çok sıkı bir ilişki mevcuttur. İnsanın, düşündüğü, inandığı, hissettiği ve duyduğu her şey, vücuduna yansımaktadır. Biliyoruz ki, utandığımızda kızarır, sıkıldığımızda suratımızı asarız. Bir yakının kaybedilmesinden duyulan derin çaresizlik ve bunalım ile kanser; aşırı saldırganlık ve tedirginlik ile kalp hastalıkları; öfke ve kızgınlık ile ülser arasında bir bağın bulunduğu bugün kesinlikle bilinmektedir. Aynı şekilde, inanç sistemiyle insanın ruh sağlığı arasında da bir bağ mevcuttur.
Bu hususu, Dr. Mazhar Osman, “Tababet-i Ruhiye” adlı eserinde şöyle izah etmektedir: Dinin ruh üzerinde derin bir tesiri vardır. Gerçi bu tesirin derecesi, memleketlere, asra ve ortama göre değişebilmektedir. Mutedil ve doğru bir inanca sahip olan her şahıs, sinirlerini metin bir zırhla muhafaza etmektedir. Din terbiyesi, insanı birçok fenalıklardan, cinayet doğuracak sebeplerden korur. Her din, iyiliği emreder ve çalışmayı teşvik eder, kalpte fazla kin ve düşmanlık yaşamasına müsaade etmez, düşmanına bile af ve merhamet telkin eder. Yine O’na göre hangi dine mensup olursa olsun, dindar olanlarda değil, dinî akidelere aşırı taassupla bağlananlarda akıl hastalıkları görülmektedir. Yoksa asırlardan beri milyarlarca insana iyilik telkin eden, kurtuluş yolu gösteren hiç bir din dimağı bozmaz. Lâkin dinsizlik… Bir şeye inanmamak, yeni nesillerin ruhlarında önemli sarsıntılar yapmıştır. Allah’a, kadere inanmayı ve tevekkülü yok etmiş, yerine ihtiras, ihtilâl, öldürmek ve ölmek arzularını yerleştirmiştir. [1]
İnançsızlığın, sıkıntının, öfkenin, insan hayatındaki çelişkilerin ıstırap ve acılarını kısaca ruhsal dengesizliğin, ruhsal ve bedensel hastalıklara sebep olduğu bugün artık kesinlikle bilinmektedir. İnançsız, sıkıntılı, acılı ve ıstıraplı bir insan, ruhsal bunalımlara düşmekte, kendisini çevresinden ve arkadaşlarından kopararak içine kapanık bir hayat sürdürmeye çalışmaktadır. Bunun için de insan, her çeşit hastalığı başlatan sebepleri yok ederek veya baskı altına alarak meydana gelebilecek bozuklukları ve ahenksizlikleri azaltmaya ve gidermeye çalışmalıdır. Tıp bunu sağlamaya çalışmakta ve koruyucu hekimliğe önem vermektedir.
Bu açıdan baktığımızda Kur’an-ı Kerim, şu ana kadar bilinebilen en mükemmel koruyucu hekimlik kurallarını insanlara sunmuştur. Öncelikle o, insanın Allah’a ve kadere inanmasını istemekte, insana sabrı, tevekkülü ve tövbeyi emretmektedir. Böylece onun rahatlamasını ve meydana gelebilecek psikoz ve nevroz gibi ruhsal hastalıklardan korunmasını sağlamaktadır. İkinci olarak emrettiği ibadetlerle de bunu takviye etmiştir. Bu ibadetlerin başında ise namaz ve oruç gelmektedir.
Oruç, insanın Allah’ına itaat ve teslimiyet ile bağlandığı ve bu sayede azim ve iradesinin güçlendiği bir ibadettir. Oruç, Allah’ın ihsan ettiği nimet ve faziletleri tercih ederek bedenî arzuları yenmek ve nefsî baskılara tahammül etmek demektir. Orucun asıl ve esas gayesi de, insanlara nefsî ve bedenî arzularını yendirerek irade ve şahsiyetini güçlendirmek ve böylece ahirette takdir olunan nimetlere onları ulaştırmaktır.
Oruç tutmakla insanın elde edeceği birinci pratik fayda “takvâ” dır.[2] Takvâ, daima kalpleri uyanık bulundurarak Allah’ın rızasını ve dostluğunu kazandırır. “Allah, inananların dostudur“[3] ayetiyle “Allah’ın dostu, ancak muttakîlerdir.” [4] ayetleri bu gerçeği ifade etmektedir. Zira takvâ, kalplerin bozulmasını ve insanın günah işlemesini önleyen en büyük engeldir. Bu nedenle bütün ilahî dinlerde oruç, müntesiplerine emredilmiştir.
Orucun sakınma, yani takvâ ile ilişki kurulması ve muttakilerin de Allah dostu “veli” olduğunun belirtilmesi, üzerinde durulması gereken bir husustur. Acaba muttakiler kimlerdir? Hangi vasıflara sahiptirler? Kur’an-ı Kerîm, muttakilerin vasıflarını şöyle açıklamaktadır:
Muttakiler; gayba inanırlar, Kur’an’a inanırlar bütün ilahî kitaplara inanırlar, ahirete inanırlar, namazlarını kılarlar, Allah’ın kendilerine verdiği rızıklardan infak ederler,[5] bolluk durumlarında da darlık durumlarında da infaklarını devam ettirirler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını bağışlarlar, kötü bir şey yaptıklarında veya zulme uğradıklarında Allah’ı anarlar, hatalarında bile bile ısrar etmezler, günahlarının bağışlanmasını dilerler, ihsan sahibidirler, geceleri az uyurlar ve seher de istiğfar ederler ve hak sahiplerine haklarını verirler.[6]
Kur’an’a göre bu vasıflara sahip olan kişiler, muttakilerdir. Orucun takva ile ilişki kurulması ise, bu özelliklerin oruçlu bir kişide bulunması içindir. Bir başka ifade ile oruçlu kişilerin bu vasıflara sahip olması ve orucun, hem mideye, hem organlara hem de zihne tutturulması amacına yöneliktir. Bu nedenle her ibadette olduğu gibi, oruçta da “Allah rızası” ve “ihlas” temel esastır. Çünkü bir mü’min, orucunu Allah’ın emri olduğu için tutmak zorundadır. Bu nedenle onda öncelikle pragmatik bir fayda gözetmemelidir. İnsan, Allah’ın emirlerinde daima bir hikmet aramış ve bulmuştur. Zira Allah Teala’nın her emrinde hikmetler, her yasağında da hikmetler mevcuttur. Mü’mine düşen görev, bir taraftan Allah’ın emirlerini yerine getirmek, bir taraftan da bu emirlerin hikmetlerini ve faydalarım keşfetmeye çalışmak olmalıdır.
İnsan, ne sadece beden, ne sadece ruhtan ibarettir; bilakis o hem beden hem de ruhun bir anda birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bu nedenle herhangi bir insan, varlığını teşkil eden bu iki unsurdan biri lehine veya aleyhine bu dengeyi bozacak olursa, huzursuz olacak ve bu bozulmanın rahatsızlığını daima hissedecektir. Psikolojik açıdan tetkik edildiğinde görülecektir ki oruç, beden ve ruh dengesini sağlayan en kolay ve en pratik bir araç ve ibadettir. Zira insan iradesini güçlendiren faktörlerin başında oruç, önemli bir yer işgal eder. Başka zamanlarda bir saat dahi sigarayı bırakamayan tiryakilerinin, ramazanda oruç müddetince sigara içmeden durmaları, orucun iradeyi ne derecede güçlendirdiğinin en güzel örneğidir. Özellikle Hind fakirleri ve Yogiler üzerinde yapılan ilmî araştırmalar, açlığın diğer bir ifade ile orucun, iradeyi güçlendirdiğini ispat etmektedir.
İnsan, iradesinin zayıflığı dolayısıyla her an hata işleyebilir: Fakat her hata işlediğinde vicdanen huzursuz olur ve neticede tövbe ve istiğfar ederek Yaratan’ına yönelir. İşlenen suç ister maddî ve bedenî, ister ruhî ve manevî olsun mutlaka uygun bir cezası vardır. Bir suçlu, işlediği günaha ne kadar pişman olur ve vicdan azabı çekerse o kadar iç rahatlığına ve huzura kavuşur. Cezada önemli olan, başkalarının kendisini cezalandırması değil, suçlunun bizzat kendisini cezalandırmasıdır. Bir Müslüman için de, nefsinin Rabbine karşı yaptığı isyan ve hatalar karşısında nefsini, aç ve susuz bırakmak suretiyle cezalandırmasından daha rahatlatıcı ve huzur verici ne olabilir?
Oruç, riya ve gösterişi olmayan tek ibadettir. Allah’tan başka hiç kimse, başkasının oruçlu olup olmadığını bilemez. Sadece Allah rızası için oruç tutan bir kimse, gizli ve açık her yerde Allah’tan korkmayı (takvâ) oruç vasıtasıyla öğrenir. Bu korku ve sakınma, (takvâ) insanda, yaptığı bir şeyin küçüklüğü bir hardal tanesi kadar olsa da, bir kaya içinde yahut yerin derinliklerinde de bulunsa yine de onu Allah’ın ortaya çıkartacağı[7] inancından kaynaklanmaktadır. Böyle bir duyguya sahip olan insan, vicdanî bir rahatlık ve huzur içindedir. Davranışlarını bu duygunun kontrolü altında ölçülü yapar. Böyle kimselerde ruhî bozukluklar ve dengesizlikler ise, duygu, his, düşünce ve fikir birliği oluştuğundan fikir anarşisi yerleşip kök salamaz.
Orucun, heyecan ve korkulara, sinir ve şuur bozukluklarına karşı büyük ve müspet etkileri olmakta, özellikle sert ve ağır ruhî bunalımlara karşı sinirlerin dayanma gücünü artırıcı etkisi bulunmaktadır. Böylece oruç, bir yandan insanı ruhen ve fikren rahatlatırken, diğer yandan da gurur ve kibir diktatörlüğünü yıkarak zararsız hale getirir ve insanın ruhî ve manevî hayatını dengeler. Orucun, sinir sistemini ve ruhî hayatı koruyuculuk görevinin yanında ruh hastalıklarını tedavi edici yönü de bulunmaktadır.
Oruç, zengin ile fakir arasındaki eşitsizliği gideren ve bunlar arasında psikolojik ve sosyolojik bir denge sağlayan ibadettir. Zira oruç, zengine açlığın ne demek olduğunu hatırlatarak, fakire karşı daha anlayışlı ve daha yumuşak davranmasını sağlar. Böylece oruç, zengin ile fakir arasında hissi bir yakınlık kurarak, fakirin zengine karşı olan düşmanlığını önler.
Oruç, insanlardaki duygu ve hisleri yüceltip incelttiğinden daha çok yardımlaşmaya ve sadaka vermeye insanları teşvik eder ve aralarındaki sevgi, merhamet ve şefkati artırır. Oruç, içtimai hayatta bütün bir milleti belli bir disiplin altına sokarak, onları tek bir vücut gibi yapar. Böylece fertler arasında his, duygu ve düşünce birliği sağladığı gibi, genel bir seferberlik ve savaş durumlarında da milletçe sıkıntı ve ıstıraplara katlanmayı da sağlar.
Orucun sosyolojik faydalarından biri de, askerî yöndedir. Asker, bazen ekmek ve su bulamayabilir. Hatta bütün bir gün veya gece yarılarına kadar savaşmak zorunda kalabilir. Her sene ramazanlarda bir ay oruç tutma alışkanlığı kazanmış bir asker, böyle bir alışkanlığı kazanmamış bir askerden daha güçlü olacak ve daha fazla sıkıntılara tahammül gösterecektir, İslam Tarihînde görüldüğü şekliyle Müslümanların, özellikle Müslüman Türk askerlerinin kazandıkları zaferlerde büyük irade ve dayanma gücünün, dolayısıyla orucun büyük bir payı ve yardımı olmuştur. Aynı şekilde midelerine ve keyiflerine düşkün insanlar, iktisadi buhranlar ve savaş sıralarında çok çabuk yılmışlar, moralman çökmüşler ve sıkıntılara tahammül gösterememişlerdir. Gerek İstiklâl Savaşında ve gerekse son dönemlerde ülkemizin
içinde bulunduğu ekonomik kriz ve sıkıntılar karşısında milletimizin gösterdiği büyük sabır ve tahammülün temelinde, diğer meziyetlerle birlikte dinine olan bağlılığı ve orucun fertler üzerinde yaptığı müspet etkinin de payı mevcuttur.
Oruç, insanlardaki şehevi duygu ve arzuyu dizginleyerek nesli ve cemiyeti bozan ve dejenere eden zinayı da önlemektedir, öyle ki oruç tutmayan bazı insanlar, şehvetlerinin önünde bir kartopu gibi yuvarlanıp gittikleri halde; oruç tutanlar, iradelerine ve aklına sahip olmakta, kendisini zapt etmesini ve nefsini meşru ihtiyacına göre kullanmasını bilmektedirler. Bu nedenle Hz. Peygamber, nefisleri ve şehvetleri azgın olanlara oruç tutmalarını tavsiye etmiştir. Oruç tutmayanlar, sabretmesini de bilemezler. Hele refah içinde yaşayanlar, hiç oruç tutmazlarsa, bazı insanî değerlerini de yitirebilirler. Bir anlamda oruç, insana, insanî değerlerini hatırlatan bir ibadettir. Dolayısıyla de toplum hayatında önemli bir etkinliğe de sahiptir. Ramazan aylarında zekât ve sadaka gibi yardımların çoğalması bunun bir kanıtıdır.
Oruç, insan sağlığını koruyan en mükemmel bir koruyucu hekimlik görevi de yapmaktadır. Meselâ: öğrenciler, devamlı yedi-sekiz ay ders yaptıktan sonra yaz tatiline girerler. İşçiler ve memurlar da haftanın beş gününde çalışırlar, altıncı ve yedinci günlerinde istirahat ederler. Bütün insanlar, gün boyunca zihni ve fiziki güçlerini harcayarak yorulurlar, fakat uyku onlara ertesi gün için, yepyeni bir güç kazandırır. Bunun gibi makinalar ve çeşitli âletler de dinlenmeye muhtaçtırlar. Bu nedenle araba, uçak, tren vs. gibi şeyleri bir müddet çalıştırdıktan sonra dinlendirilmektedir. Bunu gibi irademiz dışında ve durmadan yirmi dört saat çalışan midemizi ve hazım cihazlarımızı da dinlendirmek, elbette ki gerekli ve hatta zorunludur. İşte oruç, on bir ay çalışan midenin, bir ay müddetle dinlenmesini sağlamakta ve dolayısıyla insan vücuduna pek çok tıbbi faydalar kazandırmaktadır, özellikle bazı Avrupa ülkelerinde açlığa yani oruca dayalı tedavi metotları uygulanmaktadır. Hatta dünyanın en meşhur sağlık evlerinden biri olan Dr. Henri Lahman’ın Saksonya’nın Dresten şehrindeki hastahanesinde oruçla tedavi yapılmaktadır. Buralarda tedavinin esası, vücudu, ihtiyaç fazlası olup da muhtelif organları rahatsız eden gıda artıklarından kurtarmak ve hazım organlarına azıcık istirahat imkânı vermekten ibarettir. Bu usul, umumiyetle hazım ve bedenî acıları, kalp ve ciğer hastalıklarını, yanıkları, kan dolaşımı hastalıklarını şifaya kavuşturur.[8]
Oruç, vücudun hastalıklara karşı mukavemetini artırır. Bu önemli tıbbî hakikati, İslâm orucu farz kılmak suretiyle sağlamıştır. Bu gün dünyada bütün doktorlar, reçete yazmakla beraber, hasta nasıl yiyecek, ne yiyecek ve ne kadar yiyecek vs. gibi konularda da izahat vermektedirler. Böylece yiyeceklerin hastalıklarla yakından ilişkisi bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadırlar. İslâm’ın “mide hastalığın evidir” düsturu, yenilecek yemeklerin ne kadar önemli olduğunu gösterirken, Hz. Peygamber’in de “Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz” sözü de orucun koruyucu hekimlik açısından önemini göstermektedir. Orucun daha pek çok tıbbi faydalarını saymak mümkündür. Ancak yukarıda zikredilen orucun faydaları ve insana kazandırdıkları, farz kılınmasındaki hikmetleri açıkça ve yeterli ölçüde belirtmektedir.
Neticede oruç, Allah Teala’nın Müslümanlara farz kıldığı bir ibadettir. Müslüman bu ibadeti, faydaları için değil, Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nunla beraber olmak için yerine getirecektir. Her ibadette olduğu gibi oruçta da ihlas esastır. Zira ihlas, ibadetlerin kabulünde ilk şarttır. Kim, sağlık için veya yukarıda zikredilen faydaları için oruç tutarsa, o kimse Allah için değil, Allah’tan başkası için oruç tutmuş olur. Bu nedenle bir Müslüman orucunu Allah’ın emri olduğu için tutacak ve asla niyetine riya karıştırmayacaktır. Ancak Allah’ın farz kıldığı her ibadette olduğu gibi oruçta da büyük hikmetler ve faydalar bulunmakta ve bir Müslüman şartlarına riayet ederek tuttuğu oruçtan maddî ve manevî pek çok faydalar elde etmektedir.
Bir Müslümanın hem maddî hem de manevî yönden oruçtan istifade edebilmesi için, sadece midesine ve nefsine oruç tutturması kâfi gelmemekte, bunlarla birlikte diğer duyu organlarına da oruç tutturması gerekmektedir. Nitekim bu konuda Peygamberimiz, “Kim yalanı ve yalan ile iş yapmayı terk etmezse, Allah’ın onun yemeyi ve içmeyi terk etmesine ihtiyacı yoktur”[9] buyurmaktadır. Bu nedenle oruçlu bir Müslüman, İslamî yaşayışına normal zamanlardan daha çok dikkat edecek ve orucunu zedelememeye dikkat edecektir. Yoksa günümüz Müslümanlarından bazılarının yaptığı gibi, oruçlu iken yalanı ve haramları terk etmek, daha sonra yeniden yalan ve diğer haramlara dalmak İslamî anlayışla asla bağdaşmaz.
Oruçla ilgili bilinmesi gereken diğer bir husus da, orucun günlük çalışmaya mani olmayıp tabii vazifeleri yapmaya bir engel teşkil etmediğidir. Oruç, çalışmamak için asla bahane olmamalıdır. Zira İslâm dini, bütün bir gece ibadet ederek ertesi günü gevşeklik eden ve çalışmayan bir kimsenin bu davranışını asla tasvip etmez. Oruç demek, normal vazifeler yanında daha fazla ibadet etmek ve gayret göstermek demektir. Bir yandan gündelik işler normal seyrinde yapılacak, diğer yandan da oruç tutulacaktır. Oruç, daha çok yeme ve içme mevsimi de değildir. Günümüzde oruç, sanki gece daha çok yemek için tutulmaktadır. Bu anlayış ve davranış da İslâm’ın özüne ve ruhuna aykırıdır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, ayıp ve kusurlardan uzak olarak tutulan orucun, oruç tutan kimseye hem bu dünyada hem de ahirette faydası ve yararı olacaktır. Bu dünyadaki faydası, insanı güçlü ve iradeli kılması, sağlığını korumada insana yardımcı olması; ahiretteki faydası ise, insanı Allah rızasına nail kılmasıdır. Bu da normal bir insanda bulunması gereken bir vasıftır. Nitekim Dünya Sağlık Teşkilatı, normal bir insanı şöyle tarif etmektedir: Normal insan, önce kendisi, sonra ailesi sonra hısım ve akrabaları, sonra komşular ve hemşerileri ve sonra bütün insanlar ve hepsinden önce Allah’ı ile iyi geçinen insandır. Allah ile iyi geçinmenin ve O’na iyi kul olmanın bir yolu da oruç tutmaktır. Bir başka ifade ile oruç, insana Allah ile iyi geçinmeyi sağlayan önemli bir ibadettir. Dolayısıyla orucun insana kazandırdığı faydalar arasında Allah rızasını amaçlamak, bir mü’min için vazgeçilmez bir tutku olmalıdır. Bunun da yolu sağlam bir kulluk/ibadet şuurudur.
[1] M. Osman Uzman, Tababet-i Ruhiye, İst. 1941, 1/ 257-260
[2] Bakara, 2/183
[3] Bakara, 2/257
[4] Enfâl, 8/34)
[5] Bakara, 2/1-5
[6] Zâriyât,51/15-19
[7] Lokman, 31/16
[8] İnvestigator, Dr. İbrahim Al-Rawy, Büyük İslâm ve Modem Tıbbın Hakikatleri, İst. Tarihsiz
[9] Buharî, Savm, 8.
[1] Celal Kırca, Orucun İnsana Kazandırdıkları, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1990, cilt: XXVI, sayı: 2, s. 41-48’den bazı düzeltmelerle iktibas edilmiştir.