islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C

“ÖZ”ÜNÜ KAYBEDEN DİNDARLIK

“ÖZ”ÜNÜ KAYBEDEN DİNDARLIK

İslâm’ın bir normu ve bir de formu vardır. Kur’an normu/özü, sünnet de formu/şekli belirler. Samimiyet ve ihlas ise  dinin “öz” ünü ifade eder ve bu özü de “takva” temsil eder.  Nitekim Hz. Peygamber’in “Din samimiyettir”[1]  sözü,  bu öze işaret ederken,  Kur’an da takvaya  şöyle temas eder:

“Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır; O’na ulaşacak olan sizin takvanızdır.”[2]

“Ey Âdemoğulları! Biz, size hem edep yerlerinizi örtecek, hem de sizi güzel gösterecek süslü elbiseler yapmayı öğrettik. Fakat bilin ki, takvâ elbisesini giymek; Allah’ın emir ve yasakları konusunda sorumluluk sahibi, duyarlı ve bilinçli olmak var ya, işte o hepsinden daha hayırlıdır. İşte bu da Allah’ın kullarına olan lutuf ve nimetini gösteren delillerindendir. İnsanlar bütün bunları düşünüp ibret almalıdırlar.” [3]

Takva, “Hakka inanç konusunda zaaf göstermeden, hakikat ve hikmet  yolundan ayrılmadan, ahlakî ve amelî konularda haksız davranışlar sergileyerek zaafa düşmeden, İslâmî, insanî ve vicdanî görevlerin yerine getirilmesi hususunda gevşeklik göstermeden, mazluma sırt çevirmeden hayatını her türlü erdem ve faziletle donatarak ruha aşılmaz bir zırh giydirmektir.” [4]  Dolayısıyla takva, haramlardan ve yasaklardan olabildiğince sakınmak, dini kurallara karşı samimi ve duyarlı olmak, sorumluluk bilinci içinde davranışlarını ayarlamak, kısaca düzenli ve tutarlı ahlaklı bir davranış içinde olmaktır.

Takvalı olmak, iyilikleri elde etmeye yönelik çabalarından önce, kötülüklerden uzak durmaya çalışmaktır. Bir başka ifade ile takva, Müslümanların fitne, yalan, gıybet, iftira, kumpas, zulüm, kul hakkı, faiz, zina, yolsuzluk, rüşvet, kayırma, haksız iktisap, egoizm ve tembellik gibi kötülüklerden ve haramlardan uzak durmasını ifade eder. Bu nedenle  takva, dinî hayatımıza yön veren etkin bir güce sahiptir. Çünkü takva; ihlası, samimiyeti, söz ve davranış uygunluğunu ifade eder ve  Allah’ın yasakladığı şeylerden, sırf Allah yasakladığı için uzak durma ve sakınma halini tanımlar. Bu nedenle ibadetlerin  temel  amacı takvadır ve takva da, İslam’ın ruhudur. Dolayısıyla Müslüman’a ahlakî erdem kazandıran tutum ve davranışların tümünü kapsar.  Hz. Peygamber’in “Kim yalanı ve yalan ile iş yapmayı terk etmezse, Allah’ın onun yemeyi ve içmeyi terk etmesine ihtiyacı yoktur”[5] buyurması da  bu amaca yöneliktir.

Bu nedenle samimiyet ve devamlılık kulluğun ana ilkeleri arasında yer alır. Zira Allah Teâlâ, kullarından samimi olmalarını ve kulluklarını da devamlı yapmalarını ister.[6] Bu nedenle kulluğun ruhu ve özü ihlastır ve sadece Allah rızası için yapılan kulluğun O’ un katında bir değeri vardır. Hz. Peygamber’in ifadesiyle amellerin değeri niyetlere bağlıdır.[7] Zira gösteriş için yapılan ve riya karıştırılan bir kulluğun Allah katında hiçbir değeri yoktur[8]. Bu nedenle de Yüce Rabbimiz, kendisine şartlı kulluk edenleri, elde ettiği iyiliğe sevindiği halde, imtihan gereği sıkıntıya uğradıklarında yüz çevirenleri şiddetle kınar: “Böyleleri dünyasını da âhiretini de yitirmiştir[9] der.

Buna karşılık kulluğunu güzel yapanlara büyük müjdeler vardır: Kim güzel niyet ve davranış sahibi olarak kendini Allah’a teslim ederse rabbinin katında onun mükâfatı vardır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler.[10] Bu nedenle  Kur’an,  küfür ve nifak kadar riyakarlığı da şiddetle kınar.    Zira riyakarlık,  tıpkı  münafıklık gibi “ …  mış”  gibi  yapmanın adıdır. “Mış gibi olma”, imanî konuda ise, bunun adına münafıklık; sözde ve davranışlarda olursa, onun adı da  riyakarlıktır. Bir başka ifade ile inanmadığı halde inanmış gibi olma münafıklığı, yapmadığı halde yapmış gibi olma da riyakarlığı ifade eder. Günümüzde insanların en çok şikayet ettiği  husus  da insanların riyakarlığı ve iki yüzlülüğü değil midir?   Bu nedenle görünen manzara hiç de iç açıcı değildir. Zira Müslümanlar arasında kimi  âlimlerin kibirli,  kimi zâhitlerin câhil, kimi  âbidlerin de riyakâr oldukları görülüyor.

Geçmişte  Müslümanlar,  olgunlaşmayı ve bunu elde etmek için çaba göstermeyi önemsiyorlardı. Şimdi ise, “haz”, “ego/ben” ve konfor  önemseniyor hatta yüceltiliyor. Dün “tevazu”  öne geçiriliyorken bugün “kibir” daha çok önceleniyor.  Dün “veriyorduk”, bugün vermeden almaya çalışıyoruz. Bunun için de helal-haram ayırımı gözetmeden yaşamayı tercih  ediyor ve bunun  kaygısını da duymuyoruz.  Oysa Kur’an bizden, ahiretimizi düşünerek  yaşamamızı, bunun için dürüst olmamızı, sözümüzde durmamızı, hak ve hukuku gözetmemizi, adaletli, nezaketli, güvenilir, sağlam, onurlu, sözünün eri kimseler olmamızı istiyor.  Diğer bir ifade ile Kur’an,  Kimseye ayrımcılık yapılmamasını, kimseyle alay edilmemesini, lakap takmamasını, kimseyi kötülememesini, işini iyi yapmasını, hileli mal satmamasını, inanmadığı hiçbir şey için inanıyormuş gibi yapmamasını ve anlatmamasını, yalan söylememesini, iftira etmemesini, kendisine verilen yetkileri çıkarı için kullanmamasını  emrediyor.

Bunlar, takvayı gerektiren davranışlardır. Bu nedenle  Müslüman’ın hayatından takva çıkartıldığında geriye sadece ritüel, şekilcilik, bir diğer ifade ile ruhsuz bir beden gibi, ahlaksız bir dindarlık görüntüsü kalıyor. Bu da ruhsuz bir namazın jimnastikten; ruhsuz bir orucun da aç kalmaktan ibaret oluşuna benzer.  Dolayısıyla şekil, ancak özle/takva ile bir anlam ifade eder, zira özden yoksun bir şekil, bazı formalitelerin yerine getirildiği bir davranış tarzından öte bir anlam ifade etmez. Bu da Kur’an’ın ruhundan ve Hz. Peygamber’in siretinden yoksun bir formaliteler yığını demektir  Nitekim Hz. Peygamber’in Allah, sizin görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz,  fakat kalplerinize ve işlerinize bakar” [11] sözünden de  bu anlaşılmaktadır.

Bu nedenledir ki Yunus Emre ,

“Dervişlik olaydı taç ile hırka

Biz dahi alırdık otuza kırka” diyerek şeklin değil, özün/ samimiyetin, ihlasın ve takvanın önemli ve değerli olduğunu ifade eder. Derviş, şekil şartlarını ne kadar yerine getirirse getirsin, şayet  düşünce tarzı, sözleri ve davranışları öze uygun değilse, derviş olamaz. Siz dervişliği Müslümanlık, dervişi de Müslüman olarak algılayabilirsiniz. Bu da Müslümanlığın şekilden ziyade özde/ takvada olduğunu gösterir. Mevlana da Mesnevi’sinde şekil ile öz arasındaki  farkı, şu hikaye ile açıklar:

“Mevlana’ya bir gün birisi gelir ve ona Hz. Peygamberin kuşağının olup olmadığını, varsa nasıl olduğunu, kaç arşın uzunlukta ve hangi renkte olduğunu sorar. Mevlana; “ Bunu bilmekle ne yapacaksın, eline ne geçecek, Hz. Peygamber kuşak kullanırdı, kullanmazdı veya vardı, yoktu, bunu bilmek sana ne fayda verecek?” diye sorar. O da “Sakalım onun sakalı gibi oldu, sarığım da onun sarığına benzedi, hatta ayaklarımda çöl ayakkabısı var, Konya toprağında çöl terliği ile geziyorum. Elbisem de onunkine benzedi, geriye acaba Hz. Peygamber kuşak kullanıyor muydu; kullanmıyor muydu meselesi kaldı. Bunu da kimse cevaplayamadı. Onun için sana geldim. Ben ona benzemek istiyorum” der. Mevlana ona cevap olarak, “Sen bu kafa ile benzesen benzesen ancak Ebu Cehil’e  benzersin”, dedikten sora şöyle devam eder: “Dış görünüş ve kıyafet  itibariyle Hz. Peygamberle Ebu Cehil arasında bir fark yoktur. Fark surette değil, siretlerdedir. Sende Hz. Peygamberin şekil ve kıyafetinden nelerin olduğu değil, Hz. Peygamberin ahlakından, dürüstlüğünden, hoşgörü ve insanlığından ne var onu söyle. O’na ancak öyle benzersin”[12]der.

Sonuç olarak Yunus Emre ve Mevlana’nın bize verdiği mesaj, “görünmek” ten yana değil, “olmak” tan yana  bir tavır sergilememizdir. Zira günümüzde Müslümanların önemli bir kesimi, “olmak” tan gittikçe  uzaklaşıp “görünme” ye  yönelmekte ve “el alem ne der?” anlayışına sahip olmaktadır. Bir başka ifade ile bu kesimin, bir nevi beğenilme  hastalığına yakalandıkları ve bunda  da sosyal medyanın  etkin bir role sahip  olduğu   görülmektedir. Nitekim sosyal medyalardan biri” Başkaları  nerede?”; diğeri “ Başkaları ne yapıyor?”, ötekisi “Başkaları ne düşünüyor?” konularında insanları yönlendirmekte, etkilemekte ve “beğenilme” duygularını kamçılamaktadır. Bu da insanları, ihlastan, samimiyetten, dinin özünden, kısaca takvaya sahip  olma bilincinden  uzaklaştırıp görünmeye, gösterişe ve şekle  yönlendirmekte, böylece  araç değerlerin  amaç değerlere dönüştürülmesine katkıda bulunmaktadır. Sonuçta Kur’an’ın normlarından ve sünnetin formlarından uzak, “öz” ünü kaybetmiş  bir dindarlık  anlayışının ortaya çıktığı  ve  toplumu da derinden etkilediği müşahede edilmektedir.

MİRATHABER.COM – YOUTUBE- 

Prof. Dr. Celal Kırca

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

[1] Müslim, İman, 95.

[2] Hacc,22/37

[3] A’raf,7/26.

[4] Mürsel Gündoğdu, Yeni Yıla Yeni Bir Elbiseyle Girmek Lazım, Haber 7 Com  04.01.2024.

[5]  Buharî, Savm, 8.

[6] Hicr 15/99.

[7] Buharî, Bedu’l Vahy,1.

[8] Bakara 2/264.

[9] Hac 22/11; Ma’ûn 107/5.

[10] Bakara 2/112.

[11] Müslim, Birr 33.

[12] İsmail Yakıt, Hz. Peygamber’i Anlamak, İstanbul, 2003, s. 41-42.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Sedat dedi ki:

    Allah, özümüzü, sözümüzü, düşüncemizi ve şeklimizi; bizi ve bütün varlığımızı ve yokluğumuzu İslamlaştırsın.

  2. Mürsel Gündoğdu dedi ki:

    Yazıyı okurken geçen zaman içinde neleri kazanalım derken özümüzü nasıl kaybettiğimize dair çarpıcı misallerle süslenmiş ibretlerle dolu bir yazı okudum. Kaleminize sağlık hocam. Şu cümleler ise mükemmel sosyolojik ve psikolojik analizler içeriyor; durun beyler burası çıkmaz sokak dercesine…
    “Geçmişte Müslümanlar, olgunlaşmayı ve bunu elde etmek için çaba göstermeyi önemsiyorlardı. Şimdi ise, “haz”, “ego/ben” ve konfor önemseniyor hatta yüceltiliyor. Dün “tevazu” öne geçiriliyorken bugün “kibir” daha çok önceleniyor. Dün “veriyorduk”, bugün vermeden almaya çalışıyoruz. Bunun için de helal-haram ayırımı gözetmeden yaşamayı tercih ediyor ve bunun kaygısını da duymuyoruz. Oysa Kur’an bizden, ahiretimizi düşünerek yaşamamızı, bunun için dürüst olmamızı, sözümüzde durmamızı, hak ve hukuku gözetmemizi, adaletli, nezaketli, güvenilir, sağlam, onurlu, sözünün eri kimseler olmamızı istiyor…”