islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
17°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
17°C
Salı Az Bulutlu
18°C

SORU SORMA VE SORGULAMA

SORU SORMA VE SORGULAMA
13 Ağustos 2022 09:50
A+
A-

Bir akademisyen olarak  girdiğim sınıflarda öğrencilerime her zaman  “Sorunuz var mı?” derdim.  Bir gün yine  bu soruyu sorduğumda, öğrencilerimden  biri, “ Hocam, her defasında  sorun var mı, sorun var mı diye, niye sorup duruyorsunuz? Siz bizim bir sorumuzun olup olmadığını bilecek ve ona göre de cevap vereceksiniz” demişti. Ben de ona; “ Evladım, burası  fakülte,  ben de  bu fakültenin  hocasıyım. Talebe soru sorar, hoca da cevap verir. Kaldı ki  ben gaybı bilemem, gaybı ancak Allah bilir” demiş,  sonra da onlara bunun  sebebini açıklamıştım.

Senelerce önce  başarılı bir  bilim adamı ile  yapılan bir  röportaj okumuştum. O  röportajda bilim adamına,  bu başarısının arkasında kimin olduğu sorulmuş, o da şöyle  cevap vermişti: “Başarımın arkasında annem  var.  Ben daha ilk okulda okurken, annem bana ‘Arkadaşların hocaya hiç soru soruyorlar mı,  sen de soru sordun mu,  hocan ne  cevap verdi?’ der, benden  anlatmamı isterdi.  Daha sonra bana ‘Hocana  derste  sen de mutlaka  bir soru sormalısın’ demişti.  Ben de eve geldiğimde  anneme  hocama sorduğum soruyu ve hocamın da bana verdiği cevabı anlatırdım.  Orta öğretime  başladığımda  annem bana ‘Artık hocana soru sormak yok. Hocana   bundan sonra kaliteli soru soracaksın, sonra da gelip bana  anlatacaksın’ demişti.  Annem çoğu zaman  kaliteli soru diye  sorduğum soruları beğenmez, kaliteli olmadıklarını söylerdi.  Ben de kaliteli soru sorabilmek için konu ile ilgili ansiklopedilere ve ilgili kitaplara  bakar ve öyle soru hazırlardım.  Başarımın arkasında bu uygulama bulunuyor, bunu da anneme borçluyum”, dediğini  nakletmiş; daha  sonra da Kur’an’dan  soru sorma ve sorgulama  ile ilgili   bazı  bilgiler aktarmıştım:

Kur’an-ı Kerim’de, “yes’elûneke/sana soruyorlar” ifadesiyle, Hz. Peygamber’e sorulan sorulara cevap verilmektedir. Bu tür sorulara verilen cevapların sayısı, on beştir. Bunlar arasında “haram aylar”, “içki ve kumar”, “infak edilecek şeyler”, “yetimler”, “hayız hâli”, “kıyamet”, “enfal”, “ruh” ve “dağlar” vardır. Ayrıca sorarak öğrenmeyi ve araştırmayı emreden ayetlerin sayısı ise on altıdır. “Sor”  ve  “sorunuz” emirleriyle, soru sorulması teşvik edilmekte; hakkında bilgi sahibi olmadığımız şeylerin, zikir ehline/bir bilene veya mütehassısına sorulması istenmektedir. Şüphesiz bu tür soruların bir kısmı, kasıtlı ve maksatlıdır. Hz. Peygamber’in cevap veremeyeceği düşünülerek sorulmuştur. Bir kısmı da samimi sorulardır. Maksatlı soruya en güzel örnek “ruh” hakkındaki sorudur. Dolayısıyla Kur’an, sorarak öğrenmemizi  istemektedir.

Hz. Peygamber’e Cebrail, sahabeden  Dihye şeklinde gelmiş ve ona “İslam, iman ve ihsan nedir?” sorularını sormuş ve Hz. Peygamber de cevap vermiştir.  Bu olay, soru sormak suretiyle öğrenme ve öğretme metodunu bize açıkça göstermektedir. Zira Peygamberimiz, bu gelen kişinin Cebrail olduğunu ve dini öğretmek için geldiğini söylemiştir.[1]  Dolayısıyla Cebrail’in Hz. Peygamberle olan  bu  mükalemesinden dini öğretme metotlarından birinin de soru sorarak öğretme olduğunu anlıyoruz.

Kur’an’da sorulara dair zikredilen en çarpıcı örneklerden  biri, Allah’ın  ruhlara, diğeri de  Hz. İbrahim’in  Allah’a  soru sormasıyla  ilgilidir. Nitekim  “Allah Ademoğullarının  bellerinden soylarını alıp-çıkardı ve onlara, ‘Ben sizin Rabbiniz  değil miyim?’ diye sordu. Onlar da  ‘Ever Sen  bizim Rabbimizsin’ cevabını verdiler ve böylece  Allah onları (bu ikrarıyla) kendilerine şahit  yaptı”[2] ayeti, Allah’ın ruhlara  yönelttiği soruyu;

Bir vakit de İbrâhim: ‘Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?’ demişti. Allah: ‘Ne o, yoksa buna inanmadın mı?’ dedi. İbrâhim şöyle cevap verdi: ‘Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.’ Allah ona: ‘Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır! Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir / üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”[3] ayeti ise kulun Allaha yönelttiği soruyu  simgeler.

Allah’ın ruhlara yönelttiği soru ile ilgili olarak  tefsirlerde farklı yorumlar yapıldığı ve yapılmaya da devam ettiği biliniyor.[4] Hz. İbrahim’in  sorusu ile ilgili yorumlarda ise  müfessirlerin  genellikle dört  kuşun cinsi  ve sembolik anlamları ile ilgilendikleri görülüyor. Nitekim  bazı tefsirlerde  bu dört  kuşun, horoz, ördek, karga ve güvercin;  bazı tefsirlerde horoz, tavus, karga ve güvercin; bazılarında ise  horoz, tavus, turna ve güvercin olduğu açıklanıyor ve   bunlardan her birinin  de belli duyguları  sembolize ettiği;  mesela  tavus kuşunun  kendini beğenme;  horozun şehvet;  karganın hırs;  güvercinin dünya muhabbetini  temsil ettiği   söyleniyor.[5]   Âlûsî  ise   bu dört kuşun bedende bulunan akıl, kalp, nefis ve ruha işaret ettiğini; bu nedenle  akıl kuşunun sevgi bıçağıyla, kalp kuşunun arzu/istek bıçağıyla, nefis kuşunun aşk bıçağıyla, ruh kuşunun ise acziyet bıçağıyla kesilmesine işaret ettiğini  açıklıyor.[6]

Her ne kadar bu yorumlar  sembolik  bir anlam ifade etse de, “dört kuş” lafzının  bu yorumları onayladığını söylemek mümkün değildir. Zira ayette olmayan bir anlamı, o ayete yüklemek, anlam bilim açısından doğru olamayan bir yaklaşımdır.  Dahası  dört kuşu,  akıl, kalp, nefis ve ruh  olarak anlamak ve  bunların kesilmesi gerektiği  şeklinde bir yorum yapmak,  kavramın içini boşaltıp yeni anlamlar yüklemek demektir.  Akıl, kalp, nefis ve ruh  kesildiğinde insandan geriye ne kalacaktır? Bu nedenle bu ve benzeri yorumları sorgulamak, dolayısıyla da “Atalarımızdan  gördüklerimiz bize yeter, biz onlara uyarız “[7] diyen  Mekkelilerin  konumuna  düşmemek gerekiyor. Zira bu ayetin amacı, siyakında yer alan  bilgiden de anlaşılacağı üzere “ba’sü ba’de’l mevt/öldükten sonra dirilme” yi,“ayne’l yakîn” olarak göstermek  ve “ilme’l yakîn” olan imanı desteklemektir,[8] yoksa kuş cinslerinin zikredilerek bunlara  bir takım  sembolik anlamlar  verilmesine vesile olmak değildir.  Bu ayetin bize  verdiği asıl mesaj da budur, fakat  bu ayetten anlaşılan bir  diğer mesaj  daha  vardır ki  o da, – Allah’a da soru sorulduğuna göre- , kim olursa olsun veya  makamı ve mevkii ne olursa olsun herkese  soru sorula bilineceğini, dolayısıyla “gassal elindeki bir  ölü” gibi olunmaması  gerektiğini göstermektir.  Buna fâsıkın getirdiği  haberin araştırılması emri de  dahil edildiğinde  soruşturmanın  ve sorgulamanın önemi, daha da artmaktadır. [9]

Bazı hadis kaynaklarında bir dönem sahabenin Hz. Peygamber’e soru sormaktan geri durduğu ve bunu da Mâʾide 5/101  ayetine  dayandırdıkları    rivayet edilmektedir.  Ayette, “Ey iman edenler! (Kesin hukuki kurallar şeklinde) açıklandığı zaman size üzüntü verecek şeyler  hakkında (Peygambere yerli yersiz) sorular sormayın. Çünkü Kur’an ayetleri inmeye devam ederken sorduğunuz sorular, cevaplanır ( ve zor durumda kalırsınız). Oysa Allah açıklanmayan hususları zaten bağışlamıştır. Allah Gafur’dur, Halîm’dir.” denilmektedir. Ayet, soru sorarak önceden farz olmayan bazı uygulamaların farz olmasına sebep olabileceğini, böyle bir  davranışın doğru olmadığını, zira  böyle bir ortamda sorulacak  sorulara verilecek cevaplarla  hükmün daha da zorlaşabileceğini, bu nedenle  farkında olmadan kendilerini kaldıramayacakları  bir yükün altına sokacaklarını,  dolayısıyla  da bu tür soruların sorulmaması gerektiğini   hatırlatmaktadır.

Nitekim  “İnsanlar üzerine o Beyt’i haccetmeleri, Allah’ın bir hakkıdır.”[10] ayeti nazil olduğunda, Hz. Peygamber’in,  “Allah üzerinize haccı farz kıldı”  dediği;  bunun üzerine  bir sahâbînin, “Her sene mi ey Allah’ın resulü?”   tarzında  bir soru sorduğu; onun  bu sorusuna  Hz. Peygamber’in  susup cevap vermediği;  o  sahâbînin sorusunu tekrar etmesi üzerine de, “Hayır, fakat ‘evet’ demeyeceğimden  nasıl emin oldun, vallahi ‘evet’ desem vacip olacaktı, vacip olsaydı dayanamayacaktınız, terk ederseniz de kâfir olacaktınız. Şu halde benim sizi terk ettiğim müddetçe siz de beni terk ediniz, sizden öncekiler hep çok soru sormaktan ve peygamberlerine karşı ihtilâf etmekten yok oldular. Bir şey emrettiğim zaman, gücünüz yettiği kadar tutunuz. Bir şeyden yasakladığım zaman da çekininiz”[11]  rivayeti de bu yorumu  teyit etmektedir.

Karar verilirken soru sormanın işi daha da zorlaştırdığına dair bir diğer örnek de Hz. Mûsâ devrinde, İsrâiloğulları arasında fâili bulunamayan bir cinayetten dolayı diyet olarak kurban edilmesi gereken bir ineğin bazı özellikleri ile ilgilidir. Bakara suresinin 67-73. ayetlerinde zikredilen bu  kıssada  Peygambere ayrıntılı sorular sormanın uygun olmadığı yolunda birtakım uyarıların da yer aldığı görülmektedir.  Dolayısıyla   soru sormakla ilgili uyarıların, vahiy gelirken peygamberlere  şartları  ağırlaştıracak soruların  sorulmamasına yöneliktir, yoksa öğrenmek  ve araştırmak amacıyla soru sorulmasının Kur’an ve hadislerde yasaklanmadığı,  bilakis teşvik edildiği görülmektedir. Bu nedenle soru sorulmasını  arzu etmeyen  zihniyetin, dinî bir  dayanağı da  bulunmamaktadır.

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1]  Buharî, İman,1.

[2] A’raf,7/172.

[3]  Bakara, 2/260.

[4] Muhammed Coşkun,  Tefsir Literatüründe Elest Bezmi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 57:2 (2016), ss.97-120 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000001454

[5] Mukatil b. Süleyman, Tefsir, Beyrut 2003,  I/ 141; Abdürrezzak  Kâşânî,  Tet’vilat-ı Kâşâniyye, Ter. Ali Rıza Dosanyedi,  Ankara 1988, 1/91.

[6] Alusî,  Ruhu’l Maanî, Beyrut, Tarihsiz, 3/31.

[7] Maide,5/104.

[8] Hayrettin Karaman ve arkadaşları, Kur’an Yolu, Ankara 2002,1/268.

[9] Hucurat,49/6

[10] Âl-i İmrân, 3/97.

[11] Buharî, Tefsir, Suretu’l Maide.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.