islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5704
EURO
34,9776
ALTIN
2.421,86
BIST
9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Parçalı Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
17°C
Pazar Az Bulutlu
19°C
Pazartesi Az Bulutlu
19°C

Virüs mü Daha Tehlikeli Konfor mu?

Virüs mü Daha Tehlikeli Konfor mu?
28 Ocak 2022 09:16
A+
A-

İnsanlık, binlerce yıl boyunca toprağa bağlı ve mütevazı bir hayat yaşayageldi. 19. Yüzyıla gelinceye kadar şatafatlı yaşantı, yalnız bazı saraylara ve kimi yüksek devlet görevlilerinin konaklarına has bir durumdu. Tarih boyunca şaşaa ve şatafata dalmış saraylar ve köşklerin sahipleri, idare ettikleri devletlerin felaketi olmuş ve böylelikle tarih, yıkılan ve yerine yeninden kurulan devlet ve hükümranlıkların sahnesi olmuştur. Mütevazı saraylarını adalet dağıtan bir merkez yapan hükümdarlar olduğu gibi konaklarını muhtaçların sığınağı haline getiren eşraf ve yüksek memurin de olmuştur.  Zaman, nice debdebeli yaşantılara sapmış iktidarların devrilip gittiklerine de şahit olmuştur. Firavunlar, Nemrutlar, Neronlar, Hâmanlar, Kârunlar ve daha niceleri yer ile yeksan olmuşlardır. Kaldı ki onlardaki konfor ve şatafatı bugün ile kıyaslasak, herhalde bugünden fersah fersah geride kalacaklardır.

Modern zamanlara gelinceye kadar, İslam başta olmak üzere bütün semavî ve beşeri dinler, bütün ahlak öğretileri, âlimler, ârifler, hakîmler insanlara sade yaşamayı, mütevazı olmayı ve kanaatkârlığı öğütlemişlerdir. Bu öğütlerin hem milletler üzerinde hem de idare edenler nezdinde büyük tesirleri olmuştur. Kadim dinler ve öğretiler insanlık üzerindeki tesirini kaybetmeden insanlar, topyekûn, çılgın gibi sermaye birikimi ve konfor sevdasına kapılmamıştır. Geçmiş zamanlarda elbette gösterişli/debdebeli yaşama meyleden varlık ve iktidar sahipleri olmuştur. Ancak bu durum her daim bir sapma olarak görülmüş ve fazilet ehlince kınanmıştır.

Batıda sömürgecilik faaliyetleri hız kazanırken, sömürgeciler en büyük düşman olarak kadim/yerleşik dinleri ve yerleşik ahlak kabullerini görmüşlerdir. Bunların hepsine bir şekilde tesir ve kaynaklık etmiş olması münasebetiyle en büyük düşmanlığı da, esasında tek din olan İslam’a karşı göstermişlerdir. Yeryüzünde iyilik namına her ne varsa hepsinin menşei Hazreti Âdemle başlayan tevhit dini İslam’dır.

Modern zamanlara gelene değin bütün insanlık için; yaşamak için çalışmak, yaşamak için yemek, temel ihtiyaçları gidermek ve kanaatkârlık temel düsturlardır. Her millette ve kültürde bu temel düsturlara dair izler, öğütler bulmak mümkündür. Meselâ müsrifin birisi Yunan bilgesi Sokrat’a parasız kaldığından şikâyet edince Sokrat ona : “Ettiğin masraflardan kısarak kendi kendinden borç akçe al” demiştir.[1] Bizim ise meşhur bir atasözümüz: “Kanaat tükenmez bir hazinedir.” der. Hazreti Peygamber(sav)’den: “Zenginlik mal çokluğuyla değil göz tokluğu iledir.” buyurduğu rivayet edilmiştir. Kur’an’ı Kerim’de “Çoklukla övünmek, sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı. Sonra, yemin olsun ki, o gün (size verilen) her nimetten sorulacaksınız.”[2] buyurulmuştur. Yine Kur’an’ı Kerim, birçok ayette israftan sakınmayı, haddi aşmamayı ve mizanı(ölçü, denge) korumayı ve iktisatlı olmayı emretmiştir.

Kabul edilmelidir ki modernizm, kadim insanlık nehrinin yatağından büyük bir sapmadır. Batıda oluşan sermaye birikimi, bütün dünyayı büyük bir değişime icbar etmiştir. İnsanlara tevekkülün, duanın, kanaatin, emek ile kazanmanın, her işte ölçülü/iktisatlı olmanın, tevazuun, diğerkâmlığın, karşılıksız vermenin, ihsan ve isarın(ihtiyaç içindeyken vermek) artık modasının geçtiğini ve “Yeni Dünya”da artık bunlara yer de ihtiyaç da olmadığını öğütlemiştir. Başarılı olmuştur da.

150 aşkın zamandır bir illüzyona kandık. Sürekli yenilik peşinde koşarak, daha çok tüketerek mutlu olacağımıza inandırıldık. Kadim yaşayış tarzımızda daha çok tüketmek diye bir dert/çaba yoktu. Yaşamak için çalışıyor, yaşamak için yiyordu insanlık. Böyle olmayanlar hemen her kültürde yeriliyor, ayıplanıyordu. Şimdi ise sürekli daha çok tüketmemiz telkin ediliyor. Bunun için de kendi hesabımıza daha çok üretmemiz de istenmiyor. Zira üretme işini egemenler kendi üstlerine aldılar. Bize ise sürekli yenilenip çeşitlendirilen tüketim araçlarına uygun olarak değişmek ve ayartılmış tüketme iştahımızı tatmin için sürekli borçlanmak düşüyor. Sermaye ve üretim araçlarına sahip olanlar emeği elde etmek için zorlanmadılar. Yerinde barınamaz hale koydukları kitleleri göçe ve sömürülmeye mecbur kıldılar. Sömürmek zaten onların işiydi. Zamanımızda ise küresel sermaye sahipleri, ellerinde bulundurdukları istihsal vasıtalarıyla üretmek için insan emeğine de ihtiyaç duymuyorlar, onların yerini artık robotlar aldı/alıyor.

İnsanları topraktan kopartıp azman şehirlerde istiflediler. Eskiden mavi yaka demişlerdi, şimdi kitleleri beyaz yakaya “terfi” ettirdiler. Toraktan, tohumdan, hayvancılıktan, ziraattan, zanaattan kopartılmış kitleler, endüstri kartellerinin köleleri olarak artık hizmet sektöründe istihdam ediliyor. Oradan da terfi edecekleri/sürülecekleri vakit çok uzak değildir.

Şöyle bir çevremize ve dünyaya bakalım. Herkes borçlu, şahıslar, şirketler, devletler… Ekranlarda, yüz yıldır insanlığa gördürülen “Amerikan Rüyası”nın, aslında borç batağında bir halk ile orada yerleşik kartellerin suiistimaline yardım ve yataklık etmiş bir “devlet”ten ibaret olduğunu izliyoruz. Virüs salgını dolayısıyla tüm dünya ülkeleri ekonomik paketler açıklıyor. Hepsinin bir kelimelik özeti var: Borç. Kredileri öteliyor, yeni krediler tahsis ediyorlar.

Hâkim değerler dizisi hepimize, her yönden/yoldan “Borçlanın!” diye telkin ediyor. Sürekli tüketmeliyiz, aza kanaat etmeyi, ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı, israf etmemeyi aklımızdan bile geçirmemeliyiz. “Paramız mı yok? Bankamız yanımızda!“

İnternet, hayatımıza gireli tüketim hızımız katlandı. Sürekli olarak gezip, tozmamız, yiyip içip eğlenmemiz, takıp takıştırmamız telkin edildi. Eğer sade bir hayat yaşıyorsak, teşhire dayalı, en mahrem hayat alanımızı bile kamuya açma üzerine kurulmuş sosyal medyada ne göstereceğiz o zaman peki? Kolumuzda marka saatimiz, sırtımızda marka tişörtümüz, ayağımızda marka ayakkabımız, marka çantalarımız, en akıllısından telefonlarımız, en pahalısından “başörtülerimiz” olmazsa; her akşam, her hafta sonu “klas” mekânlara uğramazsak, en lüks tatil beldelerinde görüntü vermezsek sosyal medyada ne göstereceğiz ki? Kurulu düzen, gösterecek bir şeyimiz yok ise yok hükmünde olduğumuza inandırdı bizi. Varlığımızı ispat için yarışa girdik. Sade yaşamanın devri çoktan kapanmıştı(!)

Yaptığımız bağışların makbuzunu da göstermez isek iyi bir insan olduğumuza kimi inandırabiliriz ki?

Hacca gittiğimizi cümle âleme duyurmazsak hiç olur mu? Senede bir turistik umre ziyareti yapıp yazdığımız notları Beytullah’a doğru uzatarak resim çekmezsek adam sınıfından tardedilmez miyiz? Yaşamak için yemek de nedir canım, yemiyorsak yaşamanın ne manası var ki? Hem biz Müslümanlar olarak zaten her şeyin en iyisine layık değil miyiz?

Seremoni manyağı olup çıktı insanlık. Doğum günü gösterisi, karşılaşma, tanışma, evlilik teklif etme ve evlilik yıl dönümü törenleri; hamilelik, bebeğin cinsiyeti belli oldu, bebek geliyor, bebek doğdu seremonileri vesaire vesaire… Maşallah(!) her gün bir mühim gün artık; Sevgililer Günü’nden tutun da Dünya Kadınlar Günü’ne, Evcil Hayvanlar Günü’nden İltifat Günü’ne aklınıza gelecek/gelmeyecek her türden gün mevcut. Eksik olmasınlar(!) medya rahiplerimiz sırası geldikçe bunları bize hatırlatıyor. Hepsine de bir seremoni, biraz tüketim gerekir bittabi(!)  Zaten tüketmeyeceksek ne diye yaşıyoruz ki?

“Ölmeden önce ölünüz!” buyurur Peygamberimiz(sav). Ölüler hiç tüketmezler, mezarlıklarda tüketim sıfırdır. Gerçi,  üzerlerine dünyadakiler epey yatırım yapar ama mezarın içindekilerin bu yatırımla bir ilgisi yoktur. Ölmeden önce ölmek,  dünyaya bağlılığı asgariye indirmek, fani dünyanın zevk ve ihtiraslarına karşı müstağni olmak demektir. Bizim değerler dünyamızda fakir, Allah’tan başkasına muhtaç olmayan demektir. Her ne kadar böyle olduğu unutulmuş olsa da…  Ölmeden önce ölmek, ölümsüzlüğün de sırrıdır bir anlamda.

Sâdi Şirazi “Bostan” adlı eserinde bir hikâye nakleder: “Horasanlı iki derviş vardı. Bu iki dost birlikte seyahat ederlerdi. Zayıf olanı üç gecede bir öğün,  güçlü olanı ise günde üç öğün yemek yerdi. Nasıl olduysa bir şehrin kapısından girerken casuslukla suçlanıp bir odaya kapatıldılar. Odanın giriş ve çıkış kapılarını da balçık ve çamurla iyice sıvadılar. Aradan iki hafta geçti. Suçsuz oldukları anlaşılınca kapıları hemen açtılar. Güçlü olanı ölü, zayıfıysa sapasağlam buldular.

Bilgenin biri: ”Aksi olsaydı şaşardım.” dedi. “Çok yiyen açlığa dayanamayıp ölürken az yiyen kanaatiyle hayatta kalmayı başardı.”

Az yiyerek açlığa alışır insan

Her zorluğa kolayca katlanır

Varlıklıyken bolca yiyense

Darlık zamanı sıkıntıdan ölür”

Elbette 13. yüzyılın büyük bilgesi Şeyh Sâdi Şirazî, bunları derken üç gecede bir öğün yemek yiyin demiyor. Varlık zamanında bol bol tüketmeye ve konfora alışanların darlık zamanı telef olacağını hikâye yoluyla anlatıyor. Anlayabilene tabi.

Yavaş yavaş bir zehre alıştırılır gibi lükse, konfora, tüketmeye, gezip tozup günümüzü gün etmeye alıştırıldık. Şimdi dalga dalga sıkıntılar geliyor. En son Korona virüsü bütün dünyayı sardı ve herkes diken üstünde. İnsanlık alıştırıldığı yaşam tarzı ve bağımlısı yapıldığı şartlar dolayısıyla sabretmekte zorlanıyor.  Virüsün “gelişmiş” ülkelerde daha çok yıkıma sebep olduğu görülüyor. Virüsün kendisinden çok oluşturduğu/oluşturulan korku atmosferi zarar veriyor. Hepimizi, alıştırdıkları zehirden olmakla korkutarak, kendi tasarladıkları dünyaya gönülden razı olmaya zorluyorlar.

İnsanlığın, son birkaç yüzyılda kendisine mutlak gerçekmiş gibi sunulanları sorgulamasının tam vaktidir. Sorgularsak kazanacağız, kartondan imparatorluklar yerle yeksan olacak. Yoksa kaybedenlerden olacağız.

Şu halde başlıktaki soruyu tekrarlayayım: Virüs mü daha tehlikeli yoksa konfor mu?

Cevabı siz verin. Vesselâm.         

Şaban ÇETİN


[1] Mekteb-i Edep- Muallim Naci

[2] K.Kerim Tekasür Suresi 1,2 ve 8. Ayetler.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.