Osmanlı şairlerinden Kazak Abdal kendini beğenmişler hakkında yazdığı şiirin üç kıtası şöyle:
“Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insân beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selâm vermek için kesân (hiç kimseyi) beğenmez
Âlemi ta’n eder yanına varsan
Seni yanıltır bir mesele sorsan
Bir cim çıkmaz eğer karnını yarsan
Câmiye gelir de erkân beğenmez
….
Bir çubuğu vardır gayet küçücek
Zu’m-u fâsid’ince keyif sürecek
Kırık çanağı yok ayran içecek
Kahvede fağfuri fincân beğenmez” (Kazak Abdal)
Osmanlı Türkçesinde ‘zu’m’; bâtıl zan, sanı, boş inanç, şüphe. Zu’miyyât; bâtıl zanlarla veya boş inançlarla ilgili şeyler. (Devellioğlu; F. Osmanlıca-Türkçe Sözlük, s: 1191) Yanlış kanaat, bâtıl inanç. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 1827)
Türkçe sözlükte ‘fâsid’; sağlam ve doğru olmaktan çıkmış, bozulmuş, bozuk. Fesat çıkaran, bozgunculuk yapan. (Doğan, M. Büyük Türkçe Szölük, s: 513)
Fıkıhta ise; “aslen sahih vasfen sahih olmayan, yani kendi nefsinde meşru iken gayr-i meşru bir şeyle birlikte bulunma sebebiyle meşru olmaktan çıkan şey. Meçhul (olmayan) bir şeyi satmak gibi. İbadetler konusunda bâtıl ile fâsid aynıdır.” (Erdoğan, M. Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s: 105)
Zu’m’un kökü olan ‘ze’ame’; Kur’an’da fiil hâlinde 13 defa, ‘ze’am’ olarak ve ‘zeîm’ olarak da 2 defa geçiyor.
‘ze’ame’ fiili; yalanın mahalli olduğu, ya da içinde yalanın bulunduğu zannedilen, düşünülen, ya da bilinen bir sözü nakletmek, söylemek demektir.
Bundan dolayı Kur’an’da zikredildiği her yerde bu tür söz söyleyenler yerilmiştir. (el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 312)
‘ze’ame’ aynı zamanda; anmak, doğru olduğunu sanmak veya inanmak, demek, yalan söylemek, vadetmek anlamına da gelir. Bunun masdar ‘ze’mu’ veya ‘zu’mu’ gelir. (Sarı, M. Arapça Türkçe Lûgat, s: 695)
Bir kimse bir sözün yalan, bâtıl olduğunu bilmez, doğru olduğunu zannederek söyleyebilir. Âyette geçen “onlar zannediyorlar“ ifadesi; onlar yalan söylüyorlar anlamındadır. Zaten ‘za’mu’ veya ‘zu’mu’; zan, sanrı, bazılarına göre yalan demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/34)
– Ze’îm (kefil) olarak;
Sözle kefil olmaya ve reisliğe başkanlığa ‘ze’amet’, kefil olan kişiye, reise, lidere, başkana da ‘zeîm’ denmiş. Böyle denmesinin sebebi sözlerinin yalanın kaynağı olduğunun, ya da içlerinde yalanın bulunduğunun zannedilmesidir. (el-Isfehâni, el-Müfredât, s: 312)
“Onlar; “hükümdar’ın su kabını yitirdik. Onu getirene bir deve yükü ödül var. Ben buna kefilim (ze’îm’im)” dediler.” (Yûsuf 12/72)
“Sor onlara: “Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir (ze’îm’dir))?” (Kalem 68/40)
–Ze’am olarak;
Müşrikler; “Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan O’na bir pay ayırdılar ve zanlarınca (bi-za’mihim), “Şu, Allah için, şu da bizim ortaklarımız (putlarımız) için” dediler. Ortakları için olan Allah’ınkine eklenmiyor. Allah için olan ise ortaklarınkine ekleniyor.. Ne kötü hükmediyorlar!” (En’am 6/136)
Yine böyleleri asılsız iddialarda (bi-za’mihim) bulunarak bazı hayvanları ve ekinleri yemeği haram, bazılarını binilmesi yasak hayvan saydılar. Bu şüphesiz Allah’a iftiradır. (En’am 6/138)
-Fiil (ze’ame) olarak;
Kur’an bu fiili genellikle inkârcıların, müşriklerin, câhillerin asılsız iddiaları, zanları, doğru olduğunu zannettikleri şeyler hakkında kullanıyor.
Öldükten sonra dirilme olmayacağını ancak kafirler iddia ederler.
“İnkâr edenler, kesinlikle, öldükten sonra diriltilmeyeceklerini iddia ettiler (ze’ama).
De ki: “Hiç de öyle değil, Rabbime and olsun, mutlaka diriltileceksiniz, sonra da yaptıklarınız size elbette haber verilecektir. Bu, Allah’a kolaydır.” (Teğabun 64/7. Ayrıca bkz: İsrâ 16/56. Kehf 18/48)
Müşrikler, Rasûlüllah’ın elçi olduğunu isbat etmesi için ondan olağanüstü şeyler istediler. Mesela; yerden kaynak fışkırtmasını, içinde su akan hurma bahçesi veya üzüm bağı olmasını, “iddia etttiğin gibi (ze’amte)” gökten taş yağdırmasını, Allah’ı ve melekleri göstermesini, altından evi olmasını, yahut göğe çıkmasını, oradan bir kitap indirmesini istediler. Rasûlüllah ise onlara “ben ancak insanım, elçiyim” diye cevap verdi. (İsrâ 17/90-93)
Müşrikler ya birden fazla tanrıya inanırlar. Ya Allah’a ait sıfatları eşyaya, insanlara verirler ve onları tanrı zannederler, ya da Allah’ı varlıklara benzetirler. Allah (cc) Hesap Günü onların durumunun şöyle olacağını haber veriyor:
“Allah’ın, “Ortağım olduklarını iddia ettiklerinizi (ze’amtüm) çağırın” diyeceği, onların da çağıracakları, fakat kendilerine (çağırdıklarının) cevap vermeyecekleri ve bizim de aralarına bir uçurum koyacağımız günü hatırla!” (Kehf 18/52)
“Allah’ın, onlara seslenerek, “Hani benim, var olduğunu iddia ettiğiniz (tez’umûn) ortaklarım”? diyeceği günü hatırla…” (Kasas 28/62, 74. En’am 6/22, 94)
Allah’tan başka tanrı zannedilenler; kendilerine tanrı diyenlere, tapanlara, yardım isteyenlere zannedildiğinin aksine hiçbir şey yapamazlar.
“De ki: “Allah’ı bırakıp da tanrı olduğunu iddia ettiğiniz (ze’amtüm) yalvarın! Ama onlar sizin sıkıntınızı ne kaldırabilir, ne de ferahlığa çevirebilirler.” (İsrâ 17/56) Ayrıca bkz: Sebe’ 34/22)
İşte zu’m-u fâsid tam da budur…
Kur’an bu kelime ile bir gerçeği daha haber veriyor: İnsanlardan bazıları bazı varlıkların veya bazı kişilerin, Allah ile kendi aralarında aracı olduğunu, kendilerine ŞEFÂATçı olup azaptan kutracaklarını zannederler (ze’amû). Böylelerine Hesap Günü şöyle denilecek:
“Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız.
Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz (ze’amtüm) şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz?
Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz (tez’umûn), sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.” (En’am 6/94)
İşte zu’m-u fâsid tam da budur…
Yahudiler ve hırıstiyanlar kendilerin Allah’ın sevdiği kimseler olduğunu iddia ederler, yahut zannederler. Allah (cc) onların bu zanlarını (zu’m’larını) reddediyor.
“(Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz.” (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder…” (Maide 5/18)
“De ki: “Ey yahudiler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ediyorsanız (ze’amtüm), (bunda da) samimi iseniz haydi ölümü isteyin!” (Cumua 63/6)
Öyle ya, kişi çok sevdiğine, candan dost olduğuna bir an önce kavuşmak ister. Ama birileri kendilerinin, birileri de başkalarının Allah’ın dostu (velisi) olduğunu zannederler. Bu asılsız bir iddia, isbatı mümkün olmayan bir zan, gerçeğe uymayan bir yalandır.
İşte zu’m-u fâsid tam da budur…
Kur’an’a iman eden kimse onun ‘tağut’ dediği uydurma tanrıların veya kendilerini tanrı yerine koyan güç odaklarının hükümlerini değil, Allah’ın hükümlerini kabul edip onlara uyarlar.
“Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri (yez’umûn) görmüyor musun?
Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisâ 4/60)
Kur’an, müşriklerin, kafirlerin ve câhillerin bu asılsız iddialarına, gerçek dışı ve içi boş zanlarına, boş kuruntu ve beklentilerine aynı zamanda ‘ümniyye’ de diyor. (Bkz: Bekara 2/94, 111. Nisâ 4/119-120)
Hüseyin K. Ece
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-