islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4958
EURO
34,8437
ALTIN
2.435,78
BIST
10.082,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Salı Az Bulutlu
15°C
Çarşamba Az Bulutlu
17°C
Perşembe Az Bulutlu
19°C
Cuma Hafif Yağmurlu
16°C

İnfak: sosyal yapımızın kilit taşı

Dün olduğu gibi bugün de sıkıntılara ve çalkantılara maruz kalan sosyal yapımız ve sosyal hayatımız, bütün olumsuzluklara rağmen yıkılmadan ayakta durabiliyorsa, bunu -büyük – ölçüde- insanı iyiliğe sevk eden İslam’ın, “infak” anlayışına borçludur. Çünkü infak, insanı iyiliğe götüren yolun adıdır.

İnfak: sosyal yapımızın kilit taşı

Prof. Dr. Celal Kırca

Her insan, güler yüz ve tatlı dilden, iltifattan ve kendisi için yapılan maddî ve manevî yardımlardan ve fedakârlıklardan az veya çok etkilenir ve memnun kalır. Bu davranışlar kendisine değer verildi­ğini veya kendisine düşmanca bir tavır takınılmadığını gösterir. Bunun için İslam dini,  bir yandan zekat, sadaka, infak, ihsan ve karz-ı hasen/ödünç verme kavramlarıyla Müslümanları, fedakârlığa ve yardıma teşvik ederken;  diğer yandan inanmayan insanlara da zekat  verilmesini  zekat verilecek kişiler arasında sayarak onların  da kalplerinin İslam’a ısındırılmasını ister.[i]  Bu nedenledir ki  Allah Tela, “ Gerçek şudur ki insan, helû/ sabırsız, hırslı/bencil yaratılmıştır. Başına bir bela gelince feryat eder. Bir nimete kavuşunca da cimrilik eder. Ancak namaz kılanlar böyle değildir. Onlar namazlarını devamlı kılarlar, mallarından  belli bir hak/ pay ayırırlar, isteyebilen ve isteyemeyen yoksullara  verirler[ii] buyurarak, varlıklı kişilerin mallarında yoksulların da hakkı  bulunduğunu ve  bu hakkın onlara verilmesi gerektiğini açıklar. Bu ayet, namazdan sonra  zekat başta olmak üzere  infakın kulluk görevleri arasında önemli bir  yerinin olduğunu gösteriyor.   Allah Tealâ  bununla da  yetinmiyor,  Müslümanların iyilikte ve takvada yarışmalarını  da istiyor.[iii]

Yardımlaşma ve fedakârlık, sa­dece maddî şeylerle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda manevî şeylerle de oluyor.  Bu nedenle insanlara bilgisiyle, becerisiyle, aklıy­la ve fedakârlığı ile yardım etmek, İslam’ın temel kuralların­dan biri olarak da yer alıyor.  Bu nedenledir ki Allah Teâlâ, cenneti Müslümanlara malları ve canları mukabilinde vereceğini vaat ediyor.[iv] Dolayısıyla Cennetin maddî ve manevî fedakârlıkların ve yardım­ların neticesinde elde edilebilecek bir mekân olduğu anlaşılıyor.  Kısaca Cennet’in  hak edilmesi gerekiyor.[v]

İşin özüne bakılırsa, fedakârlık ve yardımlaşmada çift yönlü bir menfaat söz konusudur. Vermenin, yardımlaşmanın ve fedakârlığın faydası sadece  alana değil, aynı zamanda verene de dir. Bu bir anlamda ha­yat kurtarmak için kan vermeye benzer. Verilen kan, bir hayat kurtarır ama aynı zamanda kan verenin de sağlığını korur ve  koruyucu hekimlik göre­vini yapar. Birisi almakla sağlığına kavuşurken, diğeri de vermekle sağlığını korur. Kazandığı sevap ve duy­duğu psikolojik haz buna dahil değildir. Çünkü insan vermede ve fedakârlıkta psikolojik bir haz duyar ve mutlu olur. Ve­ren kişi, vererek mutlu olurken, alan kişi ise ihtiyacı giderildiği ve bir ölçüde rahata kavuştuğu için mutludur.

Bir Müslüman’ın en büyük mutluluğu ise kendisinden veya malından vererek Allah rızasını kazanmaktır.  Daha açık ifade ile namaz, oruç gibi ibadetlerle bedenin, zekât ve sa­daka gibi ibadetlerle de malın  şükrünü  ifa etmek  suretiyle Al­lah rızasına erişmek, bir Müslüman için en büyük ide­aldir. Ancak vermek kadar, verme şeklinin de büyük önem arz ettiği görülmektedir. Zira  Allah Tealâ’ın bu hususa özel bir vurgu yaptığı görülmektedir:

Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel. Eğer onları gizleyerek verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır, ve sizin günahlarınızdan bir kısmını da kapatır. Allah yaptıklarınızı duyar. Ey Muhammed onları yola getirmek sana düşmez. Allah dilediğini yo­la getirir. Verdiğiniz her hayır kendiniz içindir.” [vi]

İnfak ve sadaka  ile ilgili bu ayet,  yapılan yardımın  gizli olmasına özen gösterilmesini, dolayısıyla insan onurunun kırılmamasını   istemektedir. Zorunlu hallerde ise açıktan  yardım yapılmasını da yasaklamamaktadır.

  İnfak,vermenin dindeki adıdır, tüketmek, harcamak anlamlarına gelir. Dinî literatürde ise “malı Allah yolunda sarf etmek” demektir. Ancak infak, sadece mal ile sınırlı değildir. “Kendilerine verdiğimiz rızıktan har­carlar” [vii] âyetinde de açıkça ifade edildiği üzere infak, maddî ve manevî bütün ihtiyaçlar için de geçerlidir. Kur’ân’a göre infak; bollukta  da darlıkta da yapılabilir.[viii]  İnfakın tek şartı,  diğer bütün ibadetlerde de olduğu gibi Allah yo­lunda[ix] ve Allah rızası için yapıl­mış olması[x], asla  gösteriş için yapıl­mış olmamasıdır.[xi]

Bu nedenle Müslüman, imkanı nispetinde imkanı olmayanlara kazancından  ve sahip olduğu  mallardan vermekle yü­kümlüdür. Malî gücü yerinde olan malından; malî gücü yerinde olmayan ise  sahip olduğu değerden ve imkanlardan infak edecektir. Bu im­kan; ilim olabilir, beceri olabilir, tatlı bir dil, güler bir yüz veya tatlı bir tebessüm de olabilir.  Dolayısıyla infak,  karşı­sındaki  insanın ihtiyacına bağlıdır ve ona göre  şekillenir. Önemli olan,  karşındaki insanın  neye ihtiyacı varsa  onun bu  ihtiyacını giderebilmektir.  Kısaca infak, ihtiyacı olana, ihtiyacı olanı ver­mektir. İhtiyaçlar ise, farklı farklıdır. Bir fakirin mala ihtiyacı varsa, bir diğerinin de bilgiye, nasihate, güler yüze ve tatlı bir dile ihtiyacı vardır. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ infakın, bollukta da darlıkta da, gizli de açıkta da yapılabileceğini açıklamıştır. Yani infak sadece zengin­lere özel bir ibadet çeşidi değildir. Fa­kirlik anında da infak yapılabilir.  Bunun anlamı,  az da olsa imkan nispetinde bir şeyler verebilmektir.  Nitekim Hz. Peygamber’in “Yarım hurma ile de olsa, Cehennem’den korunmaya bakın![xii]   dediğini, dolayısıyla yoksulu da vermeye teşvik ettiğini görmekteyiz.

İnfakta ayırım yapılaması esastır. Allah, kulları arasında mümin -kâfir, Müslim- gayr-i Müslim, iyi- kötü ayırımı yapmadan rızkını veriyor. Bu da bizim  her yoksula  ayırım yapmadan yar­dım etmemizi gerekli kılıyor. Nitekim yukarıda  mealini verdiğim ayette  bu konuya dikkat çekilmekte,  insanları  hidayete  erdirmenin  Allah’a ait olduğu  vurgulanmakta ve “Muhammed onları yola getirmek sana düşmez. Allah dilediğini yo­la getirir. Verdiğiniz her hayır kendiniz içindir” demektedir.  Bu nedenle  herkes, inancından dolayı Allah’a karşı sorumludur.

Yardım ederken veya yardımlaşırken insanların inançlarını araştırmak, kendi inanç ve düşüncesinde olmayan kişi­lere yardım etmemek doğru bir  davranış değildir.  Nitekim  müellefe-i kuluba/kalbleri İslam’a ısındırmak  istenenlere zekat verilmesi emri  bunu ifade etmektedir. İbn Abbas’tan gelen bir rivayetten de Hz. Peygamber’in, önceleri yalnız Müslüman yoksullara, daha sonra da herkese sadaka verilmesini emrettiğini anlıyoruz.  Ebû Hüreyre’den rîvayet edilen bir diğer   rivayette ise, fuhuştan vaz geçer umuduyla fahişeye, ibret alarak kendisi de verir umuduyla zengine, yine vaz geçer umuduyla hırsıza verilen sadakadan söz edilmektedir.[xiii]  Kurtubî’ nin naklettiği bir başka olayda da, Hz. Peygamber’in İslam’a saldıran bir şâire yardım ettiği ve böylece onun gönlünü aldığı anlatılmaktadır. Bu örnekler, Hz. Peygamber’in sosyal ilişkilerde ve yardımda insanlar arasında bir ayırım yapmadan herkese iyilik yaptığını, katı ve sert davranmadığını göstermektedir.

Hz. Peygamber, “İnsan öldüğü zaman amelleri(nin sevabı) kesilir, üç amel hariç: Sadaka-i câriye, yararlanılan ilim ve ebeveynine dua eden sâlih evlât”[xiv] buyurmuştur.  Bu hadis, hayatta iken bir insanın yaptığı bazı güzel işlerin, öldükten sonra da  sevabının devam edeceğini müjdelemektedir. Bu müjde insanın, bedeni ölse de amellerinin ölmediğini  ifade etmekte ve  ona  umut  vermektedir.  Zira insan her ne kadar, ölümlü olduğunu bilse de  ölümsüzlük duygusuna da sahiptir.  Bu nedenle  eserleriyle ve yaptıklarıyla yaşamayı arzu etmektedir. Bu anlayışın  en sağlam ve güvenilir  yolunu da Müslümanlar, vakıf müesseseleri kurmakta bulmuşlardır. Bir başka ifade ile vakıflar, bu anlayışın ete-kemiğe bürünmüş somut örnekleri olmuştur.   Dolayısıyla vakıf yoluyla yapılan her türlü infak,  toplumun sosyal yapısını  güçlendiren yapı taşları olurken,  infak  eden insana da sürekli sevap kazanma duygusunu tatmin etme  imkanı vermiştir.

Müesseseler, içinde doğdukları milletlerin ihtiyaçlarının ve duygularının bir sonucudur. Yani her kuruluş, mutlaka bir ihtiyaçtan doğar. Bu nedenle bir müesseseyi tahlil etmek istediğimiz zaman, ihtiyaç kavramını, mutlaka dikkate almak zorundayız. Sosyal bilimler, ihtiyaç kavramını Biyoloji ve Psikolojiye borçludur. Biyolojide ihtiyaç kavramı, organizmanın varlığını sürdürebilmesi için tatmin edilmesi gereken zaruretler olarak anlaşılır. Psikolojide ise ihtiyaç kavramı, arzu ve istekler şeklinde ifade edilmektedir. Sosyolojide bu kavram, hem sosyolojik hem de psikolojik ihtiyaçları gösterir. Bir müessesenin kuruluşu ve devamı, ihtiyaçların diğer bir ifade ile arzu ve isteklerin sürekliliği ile orantılıdır. İhtiyaçlar devam ediyorsa, müesseseler de devam ediyor demektir.

Bazı müesseseler, sadece psikolojik ihtiyaçlara, bazıları sosyolojik ihtiyaçlara ve bazıları da dinî ihtiyaçlara dayanır. Şunu unutmamak gerekir ki, ihtiyaçlar ve arzular, insanlık tarihi kadar eskidir. Mutlaka her toplum, içinde yaşadığı çağın psikolojik, sosyolojik ve dinî ihtiyaçlarına göre, bir takım faaliyetlerde bulunmuşlardır. Fıtrattan gelen karşılıklı dayanışma, yoksulun korunması, ahlâkî ve dinî duyguları muhafaza etme gayretleri, en olgun şeklini hiç şüphesiz vakıf müesseselerinde bulmuştur.  Vakıf müesseseleri ise asıl büyük  atılımına ve tekamülüne, İslam dininin zuhurundan sonra  kavuşmuştur. Böylece  tarih, insana ve diğer canlılara  hizmeti esas alan  bir “vakıf medeniyeti” nin doğuşuna  da şahit olmuştur. 

Hicretin ilk asrından günümüze kadar İslam toplumunu iktisadî, kültürel ve dinî hayatında önemli bir yer işgal eden vakıf müesseseleri, bir taraftan insan fıtratında mevcut sevme ve sevilme hissiyle  mutlu olma, unutulmama ve başkalarının sevgisini kazanma duygularının itici gücü sayesinde kurulurken; diğer taraftan içtimaî yardımlaşma ve dayanışmayı, özellikle de Allah rızasını elde etmeyi öngören prensipleriyle İslam dininin, insan fıtratındaki bu yüce duyguları beslemesi sayesinde gelişmiş ve yücelmiştir.

İslam dini, iyi bir Müslüman’ın en büyük arzusu ve isteği olarak Allah rızasını hedef gösterir. Yani bir Müslüman’ın ilk ve en büyük arzusu, Allah rızasını kazanmaktır. Çünkü İslam, bütün varlıkların Allah’a borçlu olduğuna, bu dünyada geçici olan varlığının öbür dünyada da devam edeceğine ve orada Allah’ın bütün insanların bu dünyada yaptıklarına ve kazandıklarına göre yargılayacağına inanma esasını getirmiştir. Bu nedenle her Müslüman, daha bu dünyada iken Allah rızasını kazanmak zorundadır. Bu da ancak, Allah’ın emirlerini yerine getirmekle mümkündür. Çünkü bu dünya ahiretin bir tarlasıdır. Allah rızası, bu dünyada yapılan işlerle kazanılır. Nitekim Mehmet Akif, bu konuyu bir şiirinde şöyle dile getirir:

Nihayet neyse idrak ettiğin şey, ömr-ü fâniden,

Onun bir aynıdır mutlak nasibin ömr-ü sâniden.

Hatadır ahiretten beklemek dünyada hayrı,

Öbür dünya bu dünyadan değil, hem hiç değil ayrı. [xv]

İslam dininin ana kaynağı olan Kur’an’da  vakıf  kavramı  bulunmamakta,  fakat vakfın konusunu teşkil eden sosyal hizmetler, birçok ayetle teşvik edilmektedir. Bu nedenle Kur’an’da içtimaî yardımlaşmayı emreden ayetlerin sayısı da bir hayli fazladır. Bu yardımlaşma, en başta mecburî devlet vergisi olan zekâtla sağlanmış ve  zekâtın sarf edileceği yerler de bizzat Kur’an’da zikredilmiştir.[xvi]

 İslam dini, vakıfların göreceği işleri, devlete bir görev olarak vermiş ve bireyleri de devlete yardımcı olmaya teşvik etmiştir. Meselâ sadaka kavramı, bazen zekât anlamında mecburî devlet vergisini karşılamak üzere kullanılırken [xvii] bazen de fertlere bırakılmış ihtiyarî harcamalar için kullanılmıştır.[xviii] Sadaka ve zekât terimleri dışında infak[xix], it’âm[xx], ihsân[xxi], Allah’a güzel borç verme,[xxii] yararlı iş,[xxiii] malından verme,[xxiv] hayır işleme[xxv] ve içtimaî yardımlaşmayı ifade eden mâun[xxvi] gibi kavramlarla birey, kendi isteği ile yapacağı harcamalara da yönlendirilmiştir.

Vakıf müesseselerin ana konularını teşkil eden iyi niyet, samimiyet ve ihlâs ile ödünç verme demek olan “karz-ı hassen”[xxvii] yoksul, düşkün ve yetimlerin gözetilmesi[xxviii] köle ve esirlerin hürriyetlerine kavuşturulması,[xxix] misafirlerin doyurulup yatırılması ve diğer ihtiyaçlarının giderilmesi[xxx] ibadet yerleri ile topluma faydalı eserlerin inşa ve tamiri,[xxxi] öğrenmeye ve öğretmeye verilen önem,[xxxii] sağlığın korunması,[xxxiii]  yurt savunması için düşmana karşı hazırlıklı  olma[xxxiv] gibi hususlar, Kur’an-ı Kerim’de geniş bir biçimde ele alınıp anlatılmıştır.

Vakıfların kendisine gaye olarak seçtiği konular ile Kur’an’ın Müslümanlardan gerçekleştirmesini istediği konular arasında her hangi bir farklılık söz konusu değildir. Bu nedenle Kur’an’ı vakıfların ilk dinî dayanağı olarak da kabul edebiliriz. [xxxv]  

Yardım etmek, yardım edilen insanların mutluluğunu görmek ve vererek Allah rızası elde etmek, bir vakıf kurucusu için vazgeçilmez bir tutkudur. Bu nedenle vakıf, iyiliğe ulaşmak ve Allah’a yaklaşmak için önemli  bir araçtır,  fakat amaç değildir. Ebû Talhâ, “Sevdiğiniz şeyleri infâk etmedikçe iyiliğe asla kavuşamazsınız[xxxvi] ayeti nazil olunca Hz. Peygamber’e gelmiş ve Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki “Beyraha” adı verilen o meşhur hurma bahçesini Allah rızası için sadaka olarak vereceğini söylemiş, Hz. Peygamber de bunu uygun bulmuştur.   Bu nedenledir ki Hz. Peygamber,  Veren el, alan elden hayırlıdır. Yardım etmeye, geçimini üstlendiğin kimselerden başla! Sadakanın hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Kim insanlardan bir şey istemezse, Allah onu kimseye muhtaç etmez. Kim de tokgözlü olursa, Allah onu zengin kılar.” [xxxvii]  buyurarak infakı teşvik etmektedir.

Dün olduğu gibi bugün de sıkıntılara  ve çalkantılara maruz kalan sosyal  yapımız ve  sosyal hayatımız, bütün olumsuzluklara rağmen  yıkılmadan ayakta durabiliyorsa, bunu -büyük – ölçüde- insanı iyiliğe sevk eden  İslam’ın, “infak” anlayışına borçludur. Çünkü  infak, insanı iyiliğe götüren yolun adıdır.  Allah Tealâ’ nın   ifadesiyle  “İyilik, bir kimsenin Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitabe, peygamberlere  iman etmesi; çok sevdiği ve ihtiyaç duyduğu malından akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenmek zorunda kalanlara, (hürriyetine kavuşmak için  sahibiyle sözleşme yapan) kölelere vermesi; namazı kılması, zekatı vermesi, söz verdiğinde sözünde durması, özellikle  darlık ve sıkıntıda, hastalıkta, savaşta sabretmesidir.” [xxxviii]     


[i] Tev­be, 9/60.

[ii] Me’ariç70/19-25.

[iii] Mu’minun,23/61, Maide,5/2.

[iv] Tevbe, 9/111.

[v] İnternet sitelerinde yer alan “ Bozuk Para ile  Cenneti Satın Almak” isimli hikayenin bu bağlamda okunması tavsiye olunur.  

[vi] Ba­kara, 2/271-27; Ra’d,13/22.

[vii] Bakara,2/3.

[viii]  Al-i İmran,3/134.

[ix]  Bakara, 2/195.

[x]  Bakara,2/265.

[xi]  Bakara,2/264; Al-i İmran,3/117.

[xii] Buhârî, Edeb 34.

[xiii] Buhari, Zekat, 14; Müslim, Zekat, 78.

[xiv] Müslim, Vasiyye, 14.

[xv] Akif, Safahat, İstanbul 1950, s. 315.

[xvi] Tevbe,9/60.

[xvii] Tevbe, 9/60.

[xviii] Bakara, 2/263-264.

[xix] Bakara, 2/2.

[xx]  Bakara, 2/184.

[xxi] Bakara, 2/83.

[xxii] Bakara, 2/245.

[xxiii] Bakara, 2/277.

[xxiv] Nahl, 16/90.

[xxv] Bakara, 2/148.

[xxvi] Maun, 107/7.

[xxvii] Hadid, 57/18.

[xxviii] Fecr, 89/18.

[xxix] Bakara, 2/177.

[xxx] Rum, 30/38.

[xxxi] Tevbe, 9/18

[xxxii] Zümer, 39/9.

[xxxiii] Yunus, 10/57.

[xxxiv] Bakara, 2/190.

[xxxv] Geniş bilgi için bkz. Celal Kırca, Kur’an ve Sosyal Hayatımız, Ankara, 2018, s.61-69.

[xxxvi] Al-i İmran, 3/92.

[xxxvii] Buhârî, Zekât 18.

[xxxviii] Bakara,2/177

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.