Prof. Dr. Celal Kırca
Atalarımız, edindiği engin tecrübelerin neticesinde, “Balık baştan kokar” sözüyle, toplumdaki bozulmanın, ahlakî çöküşün, her türlü yozlaşmanın, aşağıdan değil yukarıdan; alttakilerden değil, üsttekilerden başladığını ifade etmişlerdir. Kur’an da bize bunun bir sosyal gerçeklik olduğunu haber verir. Nitekim İsrâ suresinin 16. ayetinde “Biz bir beldeyi yok etmek istediğimizde, (elçimiz vasıtasıyla önce) o beldenin mütreflerini/ şımarık zenginlerini uyarırız. Onlar yine de şımarıklığına devam ederler, böylece azabı da hak etmiş olurlar” denilmekte ve özellikle bu sosyal gerçekliğe dikkatimiz çekilmektedir.
Bu ayette “emernâ mütrefihâ/ mütreflerine emrederiz” ifadesi yer almaktadır. Ayette geçen “mütref”, “varlıklı şımarık kişi” demektir.[1] Bir toplumun zorbalarına ve yoldan çıkmış olanlarına da mütref denilmektedir.[2] Kur’ân’da mürtefin dışında ayrıca mele[3] , ekâbir [4] ve benzeri kavramlarla, farklı psikolojilere sahip, ama hep kibirli, küstah, kendini beğenmiş, başkalarına karşı üstünlük ve büyüklük taslayan şımarık insanlardan ve toplum katmanlarından da söz edilmektedir.
Lafız anlamı açık olsa da müfessirler, ayetin ne demek istediği konusunda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Nitekim kimi müfessir, “emernâ mütrefihâ/ mütreflerine emrederiz” ifadesini, Allah’ın mütrefleri, fuhşa ve kötülüklere sevk etmesi, sonra da onları cezalandırması; kimi müfessir ise Allah’ın onlara itaati ve iyiliği emretmesi, onların da bunları yapmaması üzerine cezalandırması; kimi müfessir de bu ifadeyi, mütreflerin sayılarının ve etkinliklerinin artması ve sosyal düzeni bozacak davranışlarda bulunması olarak anlamışlardır. Kimi müfessir de -emmernâ kıraati” nden hareketle, Allah Teâlâ’nın helak etmek istediği topluma mütrefleri yönetici yaptığı, onların da yönetimlerinde adil davranmadıkları ve haksızlık ettikleri, bu sebebiyle de Allah’ın onları cezalandırdığı yorumunu tercih etmiştir.[5]
Bu yorumlardan hangisi olursa olsun -fark etmiyor- , bozulmanın veya ahlakî çöküşün ve yozlaşmanın, önce o toplumun en üst katmanını teşkil eden servet sahibi kişilerin, şımarık davranışlarıyla başladığı gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü mütrefler, kendilerini ahlakî endişelerden uzak tutmaya çalışan, kolay ve rahat bir hayatın şımarttığı ve hedonist kişiliğe dönüştürdüğü şahıslar olarak tanınıyor. Zenginlikleri, toplum içindeki konumları, nüfuzları, kolay ve rahat bir hayat yaşamaları itibariyle, etkin bir role sahip oldukları da biliniyor. Bu nedenle davranışları, herkes tarafından olmasa da, en azından toplumun belli bir kesimi tarafından özenilen ve taklit edilen kişiler arasında yer alıyorlar. Bu kişilerin, genellikle dinî ve millî değerlere sahip olmadıkları/olamadıkları ya da doğru bir hayat felsefesi ve çizgisi oluşturamadıkları için ilkeli ve kurallı hayat yerine; nefsinin/ duygularının etkisiyle keyfince bir yaşamayı tercih ettikleri; bu sebeple de gösterişe meyletme, kendini beğenme, savurganlık, gurur ve kibir gibi olumsuz davranışlarda bulundukları görülüyor. Bütün bu olumsuzluklarına rağmen onların yaşadığı bu hayat tarzı, bir çok kişiyi cezbediyor ve derinden etkiliyor. Nitekim bu etkinin bir örneğini Allah Teâlâ, bize Karun üzerinden veriyor ve şöyle diyor: “Dünya hayatına düşkün olanlar, ‘ Biz de Karun gibi zengin olsaydık, ne olurdu sanki! Ne şanslı adammış o!” diye söylenmişlerdi.” [6]
Ayetin öncesinde ise şu bilgilerin yer aldığı görülür: “ Karun Musa’nın kavminden birisiydi. Büyüklük taslayıp halka zulmediyordu. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, hazinenin sadece anahtarlarını bile güçlü-kuvvetli bir topluluk, zorlukla taşıyabiliyordu. Halkı ona demişti k, ‘servetine güvenip sakın şımarma Çünkü Allah şımaranları sevmez’. Allah’ın sana verdiği bunca mal-mülk ile ahiret yurdunu kazanmanın yollarını ara, dünyadan nasibini de unutma. Allah sana nasıl bol bol ihsan ettiyse, sen de insanlara bol bol ihsanda bulun. Sakın yeryüzünde bozgunculuk peşinde koşma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez. Karun ‘mal-mülk bana sahip olduğum ilim sayesinde verildi; ben çalıştım, ben kazandım’ dedi. ”[7]
Bu ayetlerin verdiği mesaj, öyle sanıyorum ki bir çoğumuza tanıdık gelecektir. Nitekim günümüzde de kimi servet sahibi şımarık zenginlerin, “Bana akıl verme, para ver; parası olanın aklı da olur” sözünü söylediklerine de şahit olmuşuzdur. Neticede sonuç değişmiyor, erdemli bir kişilikten yoksun, sadece servetiyle önemli olduğun sanan şımarık zenginlerin akıbetleri de bir şekilde Karun’a benziyor.
Bu nedenle İslam, haramdan kazanmaya, gösterişe, israfa, savurganlığa, saçıp savurmaya, servet şımarıklığına, zenginlik kibrine ve kendisini müstağni görmeye karşıdır. Dolayısıyla İslam, servete ve zenginliğe, daha açıkçası helalinden kazanan, gösterişe kaçmayan, yaşadığı toplumun muhtaçlarına yardım eden, doğduğu topraklara yaptığı yatırımlarla vefa borcunu ödemeye çalışan hamiyet sahibi zenginlere ve bu tür zenginliğe karşı değildir. Nitekim Kur’an’da Hz. Süleyman, serveti ile şımarmadığı ve daima Allah’a şükür ettiği için övülmekte; buna karşılık Karun, servet sahibi olduğu için değil, servetiyle şımardığı ve kendisini müstağni gördüğü için de kınanmaktadır. Kur’an’ın verdiği bu mesajlardan da anlıyoruz ki, servet sahibi insanların Hz. Süleyman gibi olmaları, Karun gibi olmamaları istenmektedir. Özetle bu kıssaların bize vermek istediği mesaj, budur. Zira Allah Teâlâ, mesajlarının önemli bir kısmını bize kıssalar vasıtasıyla vermekte ve ibret almamızı istemektedir.
[1] Halil b. Ahmet, Kitabu’l Ayn, Daru’l Kutub, 2003. 1/184
[2] Maverdî, en-Nüket ve’l Uyûn, Beyrut,1992, 3/236.
[3] Yusuf,12/43.
[4] En’âm, 6/123-124.
[5] Taberî, Câmiu’l Beyan, Mısır, 1968,15/55-56.
[6] Kasas,28/79.
[7] Kasas,28/76-78.
Bu sonradan görme haramilerin şerrinden mevlam cümlemizi korusun!