Akdeniz’in kuzeyi ve güneyi arasında sınırların sıkılaştığı ve katı ayrımların olduğu vakitte bir zamanlar denizin bağlama görevi gördüğünü hayal etmek zordur. Fakat bu arkeologların Mertola’da bulduğu şey. Milliyetçiliğin oluşturduğu bölünmelere rağmen, Akdeniz’in her iki kıyısı ortak bir kültürü ve tarihi paylaşıyor.
“Biz Akdeniz’in güneyine bizi ayırmak için orada olan bir sınır gibi bakmamalıyız. O insanlar aynı zamanda bizim insanlarımız. Genetik ve kültürel olarak biz birbirimize çok yakınız.” diyor Lopes.
Akdeniz’deki sürekliliklere odaklanmak, Müslümanları “öteki” olarak sunan egemen milliyetçi tarih yazımının sorgulanmasına yardımcı oldu, ancak ulusal kimlik ve tarih hakkında kökleşmiş fikirleri değiştirmek zaman alıyor.
Martinez, “Süreklilik hikayelerini anlatmaya devam etmemiz gerekiyor. Elitlerin ve onların savaşlarının hikayesi değil, sıradan insanların hikayeleri ve etkileşim biçimleri, benzer yaşam biçimlerini paylaşma biçimleri. Bu hikayeler, öteki hakkında sahip olabileceğimiz klişeleri ve önyargıları yıkıma uğratmanın güçlü bir yoludur.”
Fakat belki de hiçbir şey Claudio Torres’in kendi deneyimleri kadar net bir şekilde sürekliliğin ve paylaşılmış bir Akdeniz’in hikayesini anlatamaz.
1960’larda Torres, otoriter rejim tarafından tutuklanan ve işkence gören bir öğrenci ve muhalifti. Portekiz’in sömürge savaşında hizmet etmek üzere bir askere alma çağrısı geldiğinde ülkeden kaçmaya karar verdi.
Fransa’ya ulaşmak için kaçakçıların parasını ödemeye güç yetiremeyince Portekiz’den küçük bir motorlu tekneyle Fas’a kaçtı. Sömürge savaşından ve diktatörlükten kaçan diğer Portekizlileri de taşıyan tekne neredeyse tehlikeli bir yolculukta batıyordu. Bu Mustafa Abdulsattar’ın yaklaşık 60 yıl sonra denizi geçmesine benzemiyordu.
“Bugün, her gün bunun gibi yolculuklar var. Fakat biz sadece on yıllar öncesinde orayı geçenlerin biz olduğunu unuttuk.” diyor Lopes.
Çeviren: Zehra Kaya
Kaynak: https://www.aljazeera.com/features/2020/6/10/the-portuguese-rediscovering-their-countrys-muslim-past