islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
18°C

AHLAK OLMADAN DİNDARLIK OLUR MU?

AHLAK OLMADAN DİNDARLIK OLUR MU?

İslâm’ın ilk dönemlerinde sıkça  tartışılan “amel imanın bir parçası mıdır, değil midir?”. Konusu kadar olmasa da, günümüzde tartışılan önemli  konulardan biri de din-ahlak ilişkisidir. Ahlak, dinden midir, değil midir? Diğer bir ifade ile ahlak, dinin bir parçası mıdır, değil mididir? Konusu, bu tartışmanın ana mihverini oluşturmakta. Bunu da dinin ahlakın bir parçası olup olmadığı tartışmaları takip etmektedir.

Nitekim kimi düşünüre göre ahlakın kaynağı, “akıl ve vicdandır dolayısıyla dine ihtiyaç yoktur”. Kimi düşünüre göre ise “din, sadece kendine inananlara, ahlak ise genele, kısaca herkese hitap eder. Bu nedenle de  ahlak genel, din özeldir; dolayısıyla da ahlakın dine ihtiyacı  yoktur. Zira dinden bağımsız bir ahlak söz konusudur”. Bu tür  anlayışların ise  daha ziyade teorik bir zeminde  görüş beyan eden felsefî düşünceler ile  gayri ilâhî/ beşerî  dinler ve bazı düşünceler üzerinden  yapıldığı  görülmektedir. Daha açık bir ifade ile din-ahlak ayırımı düşüncesi, özü itibariyle ilâhî olmayan dinlere, sosyolojik ve antropolojik görüşlere, kısaca  beşer ürünü bilgilere dayanmakta ve “seküler ahlak” anlayışını yansıtmaktadır.

Kaynağı “vahye” dayanan ilâhî dinlerde ise ahlak, felsefî veya seküler görüşün tam aksine dinin bir parçasıdır ve dinden bağımsız değildir. Nitekim  hem  Tevrat’ta hem de  Kur’an’da bu durum açıkça  görülmektedir. Mesela Tevrat’ta on emrin içinde yer alan  “Annene babana saygı göster.  Adam öldürmeyeceksin. Zina etmeyeceksin. Çalmayacaksın. Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin”[1]  şeklinde sıralanan kurallar,  doğrudan ahlakla ilgilidir ve  Hz. Musa’nın  getirdiği dinin kuralları arasında yer alır. Bu ilkeler, benzer  şekilde  İslam’ın ana kaynağı Kur’an’da da yer almıştır.[2]  Anne-babaya saygılı olma; akrabalarla ilişkiyi kesmeme; emanete ihanet etmeme; insanlarla alay etmeme; zanda bulunmama; kimseyi arkasından çekiştirmeme; adil,  doğru, sabırlı, iffetli olma; yalan konuşmama, aldatmama vb. ahlâkî ilkeler, İslâm’la iç içedir ve onun bir parçasıdır. Nitekim Ahmet Hamdi Akseki, “Ahlak Dersleri” isimli eserinde bu konuyu  şöyle  açıklar:

İslâm, bir din-i ahlaktır. Din-i İslâm’daki hikmet-i ameliyenin muhtevi olduğu tafsilât her  munsıf-i müdekkiki hayretlere ilga edecek derecede çoktur. 

Din-i İslâm en salim, en metin bir felsefenin kabul edebileceği mebâdi-i ahlâkiyeden hiç birini  ihmâl etmemiş; hürriyet, mes’uliyet ve vazife mebdelerini en vâsi  bir surette takrir eylemiştir. Alelıtkak ahlâkın dinden ayrı olmak lâzım geldiğini iddia etmek, İslâm’ın esasını   bilmemekten başka bir şeyle tefsir olunamaz. İslâm’ın vaz etmiş olduğu nazariyat-ı ahlâkiye tetkik edildikten sonra İslâm’a karşı böyle bir iddianın gayri varit olduğu kanaatindeyiz”[3]

Din, insana şuurlu bir hayat yaşama imkanı sağlayan, onun değerini yücel­ten, ondaki ben duygusunu ve gu­ruru kontrol altına alan; fedakarlık, iyilik ve adalet duygularını geliştiren; şahsi çıkar ve menfaat duygularını engelleyen; zulme karşı gelme duygusunu güçlendiren; hakkı sevmeyi ve onu korumayı öğre­ten ilahî bilgilerin, kuraların ve ilkelerin adıdır. Zira  din, ruhu yüceltmeyi teşvik eder, bu ruhun  bede­ne, maddeye, arzu ve içgüdülere galip gelmesini hedefler. Kişiyi karamsarlıktan ve ümitsizlikten kurtarır, ona iyimserlik ve kararlılık kazandırır. Ona güzel ahlâkı ve bu ahlakla yaşamayı, sadece Allah’ın huzurunda eğilmeyi/kulluğu ve  hiç bir be­şeri güce boyum eğmemeyi öğretir.

Ondan yeryüzünü imar etmesini, yapığı her işin doğru olmasını ve doğru işi de doğru biçimde yapmasını ister. İnsanı, yalnızlıktan ve çaresizlikten kurtarır. Zira  ona moral gücü verir, sıkıntılara şikâyet etmeden dayanmanın, katlanmanın ve  kurtuluşun   yollarını  gösterir; hayatı anlamlı kılar, gelecek için umut verir. Bu nedenledir ki   son dinin son kitabı Kur’an, kendini “insanlar için bir hidayet rehberi” olarak takdim eder. Bu da dinin  amacının insan-Allah, insan-insan ve insan-evren ilişkileri olduğunu göstermektedir. Nitekim insan-Allah ilişkisinin iman ve ibadet; insan-insan ilişkisinin ahlak ve insan kainat ilişkisinin ise halife kavramıyla ifade edildiği görülmektedir.

Ahlak, insanların toplum içinde uymak zorunda oldukları kuralları ve  davranış biçimlerini ihtiva eder.

Bir başka ifade ile ahlak, insanın insanla, insanın  sosyal ve fizikî çevresiyle olan ilişkilerinde uymak zorunda olduğu dinî kurallardır. Bu nedenle insan hayatının ayrılmaz ve vazgeçilmez ana unsurlarından birini teşkil eder. İman, nasıl insanın inanç ve düşünce dünyasını  şirkten ve küfürden arıtmayı ifade ediyorsa, ahlak  da insanın dış dünyası ile olan ilişkilerini doğru ve kurallı  bir biçimde yapmasını ve yaşamasını ifade eder.

Din ve dindarlık ilişkisi ele alındığında  Müslümanın topluma  vereceği en  belirgin ve en önemli  davranış tarzının  da ahlak olduğu  görülür.  Zira ahlak dışında kalan diğer dinî kuralların ve ritüellerin, daha ziyade insan-Allah  ilişkisine; ahlakın ise insan-insan ve insan-toplum ilişkisin yönelik olduğu ve daha da önemlisi kulluğu yansıtan ibadet türlerinin “takva” ya  işaret ettiği görülmektedir. Ancak  kimi Müslümanın, ibadetlerini  dindar ve ahlaklı olduğu için değil de dindar ve ahlaklı olabilmek için yaptıkları ve   bu nedenle de  namaz kıldığı, oruç tuttuğu, hacca gittiği, zekat verip kurban  kestiği; buna karşılık haramlardan uzaklaşamadığı, dolayısıyla da ahlakını güzelleştiremediği için  gerçek anlamda dindar olamadığı müşahede edilmektedir. Bu durumda hem İslâm, hem de Müslüman  amacına ulaşamamış olmaktadır.

Oysa İslâm’ın temel amacı, insanı ahlaklı Müslüman yapmaktır. Müslümanın  amacı  da en azından teoride de olsa  ahlaklı dindar olmaktır. Ne var ki bazı Müslümanlar için  bu  amacın pratik hayata  yansıtılmasında  bir sorun bulunmaktadır. Bu sorunun da İslâm’dan değil, onu doğru anlayıp doğru  yaşamayan Müslümandan kaynaklandığı   bilinmektedir. Zira İslâm, ilahî bir din olarak  bütün emirleri ve yasakları  ile  Müslümanların ahlaklı olmasını  hedeflemekte ve her  Müslümandan  da ahlaklı  olmasını beklemektedir.  Kur’an’ın üçte birinin  ya doğrudan ya da dolaylı olarak ahlak ilgili olduğu dikkate alındığında İslâm’ın ahlaka verdiği önem, açıkça  görülecektir.

Sadece “Şüphesiz Allah adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasak eder. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” [4]   ayeti bile İslâm’ın ahlaka verdiği önemi  ve değeri  göstermeye kafidir. Bir ahlak peygamberi olarak   Hz. Muhammed’in, “Mü’minlerin iman bakımından en mükemmel olanı, ahlakı en mükemmel olanıdır…[5] sözü de İslâm’ın ahlaka verdiği  önemin bir başka göstergesidir.

Bu nedenle kimi Müslümanın İslâm’ın bazı  ahlakî kurallarını görmemezlikten gelip kulak ardı ederek veya dikkate almayarak  sadece  bazı dinî kuralları ve ritüelleri   yaşamayı  dindarlık  olarak  görmesini, Kur’an  asla tasvip etmez. Zira Kur’an’ın önerdiği dindarlık, insan-Allah, insan-insan ve insan-kainat ilişkilerinin  birlikte  ele alındığı ve  bunlar arasında kurulu dengelerin bozulmadan yaşandığı  bir dindarlık anlayışıdır. Nitekim ahlak gözetilmeden  yapılan bir  ibadetin Allah katında bir değerinin olmadığını,  Hz. Peygamber’in “Yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı terk etmeyen kimsenin yemesini içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur” [6] sözü açıkça ifade etmektedir. Kur’an’dan da  namazın insanı hayâsızlıklardan ve kötülüklerden koruduğunu[7]; orucun ana hedefinin “takva” olduğunu [8]; kurban etinin ve kanının Allah’a ulaşmadığını, Allah’a sadece “takva” nın ulaştığını[9]  öğreniyoruz.

Bu kurallara rağmen kimi Müslüman, ibadetlerini yerine getirdi mi, ahlakî değerleri yaşamasa da kendini dindar sayabiliyor; kimi Müslüman helal-haram demeden kazandığı paraları, hayır kurumlarına bağışlamayı, öğrencilere burs vermeyi dindarlık ölçütü olarak  anlayabiliyor. Kimi Müslüman da sosyal, ekonomik ve bilimsel  faaliyetlerde bulunarak insanlara hizmet etmeyi, dindarlığın bir göstergesi olarak yeterli görüyor.  Dolayısıyla bu  kişiler, dinin bütün kurallarını değil de sadece belli kurallarını yerine getirmekle, diğer kurallardan veya sorumluluklarından kurtulabileceklerini  sanıyorlar.

Oysa  sınıfı geçmek için  bütün derslerden  nasıl  yüz puan üzerinden elli puan almak gerekiyorsa, bir Müslümanın da hayatı boyunca yapmakla  yükümlü olduğu kulluk, insanlık ve halifelik görevlerinden her birini başarıyla tamamlaması  ve Allah katında asgari düzeyde geçer not alması  gerekiyor. Çünkü Kur’an, insan hayatını bir bütün olarak  ele alıyor ve kendisine inanan her  insandan bir  bütünlük ve kuşatıcılık içinde  ahlaklı ve dengeli  bir  hayat yaşamasını istiyor.  Bu bağlamda Hz. Peygamber’in hayatını ve kişiliğini  de Müslümanlara  örnek olarak sunuyor ve onlardan Hz. Peygamberi örnek almalarını istiyor.

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM  -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Çıkış, 19-20; 24/12-18; 31/18; Tesniye, 5/1-22

[2] İsra,17/ 23-28,

[3] Ahmet Hamdi Akseki, Ahlak Dersleri, İstanbul 1968, Üçdal Neşriyat, s.13.

[4] Nahl 16/90.

[5] Tirmizi, Rada, 11.

[6] Buhari, Savm, 8..

[7]Ankebut,29/45.

[8] Bakara,2/183.

[9] Hac,22/37.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar