islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
22°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
22°C

ÇANAKKALE ZAFERİNİN 108’İNCİ YILI SENE-İ DEVRİYESİ MÜNASEBETİYLE VATAN SEVGİSİ, ŞEHİTLİK VE GAZİLİK

ÇANAKKALE ZAFERİNİN 108’İNCİ YILI SENE-İ DEVRİYESİ MÜNASEBETİYLE VATAN SEVGİSİ, ŞEHİTLİK VE GAZİLİK
20 Mart 2023 08:52
A+
A-

Sözlükte “yerleşmek, bir yeri yurt edinmek, kendini bir şeye alıştırmak” anlamındaki vatn kökünden türeyen vatan, klasik sözlüklerde ve edebi metinlerde “kişinin doğduğu, yerleştiği, barındığı ve yaşadığı yer” manasına gelir. Arapçada beled ve dar, Türkçe’de yurt ve ülke kelimeleri de “vatan” manasında kullanılır. (1) Allame Curcani iki türlü vatandan bahseder. Kişinin doğduğu yere ve yaşadığı ülkeye “vatan-ı aslı”, on beş gün veya daha fazla kalmak üzere gittiği yere “vatan-ı ikamet” denir. (2)

Kur’an-ı Kerim’de bir ayette geçen mevatın Bedir’de, Hüneyn’de ve bu ikisi arasında meydana gelen gazvelerde Müslüman ordularının karargâhını ve savaş alanlarını ifade eder. (3) Ayrıca beled ve çoğulu bilad “ülke” manasında, dar ve çoğulu diyar hem “ahiret yurdu” hem “dünya yurdu”, “ülke, vatan” manasında geçer. Bazı ayetlerde haksız yere yurtlarından çıkarılan veya çıkarılmayı hak edenlerden bahsedilirken, geçmiş kavimlerin işledikleri kötülükler yüzünden ülkelerinin büyük felaketlere uğradığı anlatılırken diyar/yurtlar kelimesi kullanılmıştır. Hadis-i şeriflerde de vatan ve mevtın kelimeleri uzun veya kısa süreyle yerleşilen mekânı anlatır.

Tarihi ve edebi kaynaklarda insanlar için vatanın önemine, vatan sevgisi ve hasretine dair literatüre geniş yer verilmiştir. Bu türde eser yazan ilk müelliflerden Cahiz, el-Hanin ile’l-evtan başlıklı risalesinde vatan sevgisiyle vatan hasretinin insanda doğuştan gelen köklü bir duygu olduğunu söyler. Bu sebeple, “Vatanında sıkıntı çekmen gurbette bolluk içinde yaşamandan daha iyidir” denilmiştir. Cahiz insanların vatanlarını rızıklarından daha çok önemsediklerini belirtir. Kurak ve verimsiz bir ülkede yaşayanlar daha zengin ve verimli ülkelere gitseler yine de vatanlarını/ülkelerini özlerler. Vatan sevgisinin doğuştan geldiği yönündeki fikrini desteklemek amacıyla bazı ayetlerden örnekler veren Cahiz’e göre, “Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın diye emretmiş olsaydık içlerinden çok az kısmı bunu yapardı”(4) mealindeki ayet-i celile’de can sevgisiyle vatan sevgisi eşit tutulmuştur. Cahiz Müslümanların, yurtlarından sürülüp çocuklarından koparılmasını savaş sebebi saydıklarına dair ayeti de (5) vatan sevgisinin insanlarda köklü bir duygu olduğuna kanıt gösterir. Yine Cahiz’e göre vatan sevgisini ortaya koyan en güçlü delil Hz. Yusuf (as)’un, cenazesinin ataları Yakup (as), İshak (as) ve İbrahim (as)’in ülkesine taşınmasını vasiyet etmesidir. Ülkelerin mamur hale gelmesini sağlayan vatan sevgisidir. Nitekim Hz. Ömer (ra)’ın, “Allah ülkeleri vatan sevgisi sayesinde mamur etti” dediği rivayet edilir.

Hâsılı vatan; üzerinde halen yaşadığımız, geçmişin acı ve tatlı hatıraları ile istikbale ümitle baktığımız, kısacası her üç zamanı da idrak ettiğimiz mekândır. Uğrunda can verilen ve üzerinde bir medeniyet inşa edilen yerdir vatan.

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,

Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”(6)

Vatan bizim en kıymetli varlığımız ve kutsal değerlerimizin toplandığı yerdir. Vatan, minaresine çıkıp ezan okuduğumuz camimiz, ağacına çıkıp meyve yediğimiz bahçemiz, el kaldırıp dua ettiğimiz mabedimiz, kısaca canımızdan çok sevdiğimiz varlığımızdır. “Vatan olmaksızın millet, millet olmaksızın da devlet olmaz. Bir milletin varlığı, vatanının varlığına, aynı zamanda hür ve bağımsız olmasına bağlıdır.

Vatanı korumak yüce dinimizin emridir. Mukaddesatımızı, namus ve şerefimizi koruyarak huzur ve güven içinde yaşamak, ancak bağımsız bir vatana sahip olmakla mümkündür. İnandığımız dinimizi/dini görevlerimizi yerine getirmemiz de yine vatan sayesinde mümkün olabilmektedir. Bu sebeple yüce dinimiz vatanın korunup muhafaza edilmesine büyük önem vermiş ve vatan sevgisini imandan saymıştır. İstiklal Şairimiz  Merhum Mehmet Akif ne güzel söylemiş;

Kim bu cennet vatanın uğrunda olmaz ki feda,

Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!

Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

İslam dini, hiçbir insanın ezilmesine/zulme uğramasına, baskı altına alınmasına onay vermez. Mazlumun yanında olup, zalime/düşmana karşı çarpışmayı emretmesi de tamamıyla temel hak ve hürriyetlere saldırıyı ortadan kaldırmayı, adaleti ve hakkaniyeti ikame etmeyi hedeflemesindendir. Nitekim Yüce Allah : “Sizinle savaşanlara karşı, siz de Allah yolunda savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez”(7) buyurmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (sav) birçok hadisi şeriflerinde vatan sevgisinin ve savunmasının önemli bir görev ve sevabının çok olduğunu haber vermiştir. Nitekim Peygamberimiz (sav) : “İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz; Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz”(8) buyurmuşlardır. İnsanlar pek çok rütbe ve unvanlar elde edebilir. Şehitlik ve gazilik rütbesi ise, hayat karşılığında/can infak ederek elde edilmekte/kazanılmaktadır. Bu bakımdan şüphe yok ki rütbelerin en üstünü şehitlik ve gaziliktir.

Şehid; Sözlükte “bir olaya şahit olmak, bildiğini söyleyip tanıklık etmek, bir yerde hazır bulunmak” gibi anlamlara gelen şehâdet (şühûd) masdarından türeyen (çoğulu şühedâ) dinî bir terim olarak Allah yolunda öldürülen Müslüman’ı ifade eder.  Birçok ayette şehitliğin önemine ve Allah katındaki değerine dikkat çekilmiştir. Meselâ, “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Zira onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz”(9); “Sakın Allah yolunda öldürülenlerin ölü olduklarını sanma! Onlar diridir ve Rableri katında rızıklara mazhar olmaktadır.”(10) ; “Allah yolunda öldürülenlere gelince Allah onların amellerini zayi etmez,  Allah onları kendilerine tanıtmış olduğu cennete koyacaktır”(11) mealindeki ayetlerde bu husus vurgulandığı gibi bazı ayetlerde şehitlerin Allah katındaki derecesinin Peygamberler ve sıddîklardan sonra geldiği ifade edilmiştir.(12) Fahreddin er-Râzî suda boğulan, hastalık vb. sebeplerden ölen kimseleri şehid diye niteleyen hadislere dikkat çekerek bu âyetteki şühedâ kelimesini Allah’ın dinine yardım amacıyla savaşta canını feda edenlerle sınırlı olarak yorumlamanın doğru olmayacağını, Allah’ın adını yüceltmek için çaba gösterip toplumda adaleti ayakta tutan ilim sahibi kimselerin de (13) bu kapsamda düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. (14)

Hz. Peygamberimiz (sav)’in şehitlikle ilgili açıklamaları hadis mecmualarında daha çok cihad bölümünün “fazlü’ş-şehîd” vb. başlıkları altında bir araya getirilmiştir. Bu hadislerde dünyevî amaçla olmayıp yalnız Allah’ın dininin yüceltilmesi için canını feda edenlerin şehid sayıldığı (15) , şehid olan kişinin acı çekmeden öldüğü, kanının ilk damlası yere düştüğü anda kul hakları dışında bütün günahlarının affedildiği, şehidin kabir azabı çekmeyeceği, cennetteki makamını göreceği (16) ,akrabalarından yetmiş kişiye şefaat edebileceği (17) ve cennete ilk girenlerden olacağı (18) , Allah katında iyi bir mertebeye erişerek ölen kullar içinden sadece şehidlerin dünyaya dönüp tekrar şehid oluncaya kadar Allah’ın dinini yüceltmek isteyeceği (19) ifade edilmiştir. Öte yandan bazı hadislerde Allah yolunda ölenlerin dışında da şehid sayılacak kişiler bulunduğu, meselâ canı, malı, namusu uğrunda (20) yahut veba, kolera gibi bulaşıcı yaygın hastalıklar sebebiyle (21) ölenlere, şehid olmayı arzu edip de yatağında vefat edenlere (22) şehid sevabı verileceği, bu arada şehitlik sevabına denk başka amellerin de bulunduğu (23) belirtilmiştir.

Fıkıh âlimleri Hz. Peygamberimiz (sav)’in şehidlerle ilgili söz, fiil ve uygulamalarını değerlendirerek şehidleri genellikle hem dünya hem âhiret hükümleri bakımından şehid, sadece dünya hükümleri bakımından şehid ve sadece âhiret hükümleri bakımından şehid olmak üzere üç kısma ayırmışlardır. (24)

1.) Dünya ve âhiret hükümleri bakımından şehid: Allah yolunda savaşırken öldürülen veya yaralı halde savaş alanında ölü bulunanlar bu gruba girer. Bu gruba giren şehid yıkanmaz; kanlı elbisesi kefeni sayılır; bu elbise aynı zamanda bir imtiyaz nişanesi ve ibadet eseri kabul edildiğinden üzerindeki kan giderilmez, temiz olmayan başka maddeler ise temizlenir; şehidin üzerinde silâh, kama, kılıç vb. aletler varsa alınır; palto, ceket, ayakkabı gibi kefen olmaya elverişsiz eşyası çıkarıldıktan sonra kalan elbisesi cesedini örtmeye yetmezse kefeni sünnet ölçüsünde tamamlanır, fazlaysa eksiltilir.

2.) Sadece dünya hükümleri bakımından şehid: Kalbinde nifak bulunmakla birlikte Müslümanların saflarında yer aldığı sırada düşman tarafından öldürülen kişi sadece dünya hükümleri itibariyle şehid sayılır. Savaştan kaçarken veya ganimet, gösteriş vb. dünyevî amaçlarla savaşırken öldürülen kişiler de böyledir. (25) İç yüzlerini yalnız Allah’ın bildiği bu kişilere dış görünüşleri dikkate alınarak şehid muamelesi yapılır.

3.) Sadece âhiret hükümleri bakımından şehid: Savaşta veya savaş dışında haksız yere öldürülüp yukarıda geçen iki grup kapsamında mütalaa edilmeyen kimseler sadece âhiret hükümleri bakımından şehid sayılır.

Gazi; sözlükte “hücum etmek, savaşmak; din uğrunda cihad etmek” manasına gelir. Allah yolunda şehit olmayı arzu ettiği halde ölmeyip, sağ kalan kimseye verilen addır.

“Bundan tam 108 yıl önce Çanakkale’de bütün dünyaya karşı “Çanakkale geçilmez” diye bir destan yazıldı. Tarihte emsali az görülen bir zaferle düşman orduları bozguna uğratıldı. Allah yolunda, din, iman, millet, vatan, bayrak, hak, adalet, erdem, fazilet ve mukaddesat uğrunda Mehmetçiklerimiz kahramanca savaştılar. İ’lâ-yı kelimetullah için mücadele ettiler. Din-i Mübin-i İslâm için kanlarını ve canlarını feda ettiler. Şehadet şerbetini içtiler. En yüce mertebeye eriştiler. Tevhidi savundular. İslâm’ın izzet ve şerefini korudular. Müslümanların haysiyet ve onuruna halel getirmediler. Mabetlerimize namahrem eli değdirtmediler. Şehadetleri dinimizin temeli olan ezanlarımızı susturmadılar. Fakirlik, yokluk ve imkânsızlıklar içerisinde çarpıştılar, fakat hiçbir zaman geri çekilmediler. İman dolu göğüslerini siper ettiler, imanlarıyla, cesaretleriyle, fedakârlıklarıyla, Allah’ın inayet ve yardımıyla büyük bir zafer kazandılar. Çağdaş dünyaya da savaş ahlakını ve savaş hukukunu öğrettiler. Yeri geldiğinde yaralı düşman askerlerini sırtlarında taşıdılar, onlara kırbalarından su içirdiler. Savaş ortamında bile insanlığın ölmediğini bütün dünyaya gösterdiler.

Çanakkale, dağların, taşların şüheda gövdesine büründüğü diyardır. Çanakkale, karasıyla, deniziyle bir hilal uğruna nice güneşlerin battığı yerdir. Anadolu’nun her evinden, Rumeli’nin her bölgesinden, İslâm coğrafyasının her beldesinden; Şam’dan, Bağdat’tan, Filistin’den, Beyrut’tan, Kahire’den, Kosova’dan, Üsküp’ten, Saray-Bosna’dan son ehli salibin salvetini yıkmak için ölesiye kardeş olan şehitlerimizin memleketidir Çanakkale. Dilleri, kavimleri, ırkları, beldeleri farklı ancak imanları, idealleri, azimleri, gayeleri, niyetleri, duyguları bir olan, Mehmetçiklerin bir arada can verdiği mekândır Çanakkale. Cennetü’l-Baki’ ve Cennetü’l-Muallâ misali, dünyanın en yüce, en ulvi, en mukaddes şehitliklerinden biridir Çanakkale.

Şehitler, bizim istikbalimizdir. Onların ışığı yurdumuzu, milletimizi her daim aydınlatmaya devam edecektir. Millet olarak bugün bizlere düşen, şehitlerimizin aziz hatırasını ruh ve gönül dünyamızda yaşatmaktır. Onların, uğruna canlarını verdikleri yüce değerlere sahip çıkmaktır. İhanet içinde olmamaktır. İstiklalimizi korumaktır. İstikbalimiz için çalışmaktır. Gelecek nesillerimizi Çanakkale ruhuyla yetiştirmektir. Her karış toprağı şehit kanıyla sulanmış bu toprakları hayırlı hizmetlerle imar etmektir.

Millet olarak hepimize düşen, Çanakkale’de medfun bulunan şehitlerimizin aziz ruhlarındaki muhabbet ve birlikteliği, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle yaşamaktır. Kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi bozmak isteyenlere; aramıza fitne, fesat ve nifak tohumu ekmek isteyenlere asla fırsat vermemektir. Bugün de aynı iman, aynı gaye, aynı azim, aynı niyet, aynı duygulara sahip kardeşler topluluğu olarak barışı, huzuru, kardeşliği, adaleti, fazileti yeniden egemen kılmaktır. Unutmayalım ki, millet olarak tarihten ibret alıp Çanakkale ruhunu, birlik, beraberlik ve kardeşlik şuurunu diri tuttuğumuz müddetçe ulaşamayacağımız hiçbir hedef, başaramayacağımız hiçbir iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur. Yeter ki tefrikaya düşmeyelim. İstiklal Şairimiz Mehmet Akif, ne de güzel ifade etmiştir:

“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” (26)

Dün tarih sahnesinden milletimizi silmek/yok etmek isteyenler bunu başaramadılar, ecdadımız/milletimiz buna müsaade etmedi, mallarını/canlarını bu uğurda infak ettiler, canhıraş mücadelelerini sürdürdüler, kirli ittifakları, kirli oyunları bozdular. Geçmişte bu kirli ittifaklar olduğu gibi, bugünde var, yarında olacaktır. Bugün oynanmakta olan kirli ittifakların ve gelecekte oynanacak olan hile ve desiselerin izalesi ancak, “Yeniden Çanakkale Ruhu”nun inşasıyla olabilecektir.

Abdulgafur LEVENT

18 Mart 2023 Başakşehir/İSTANBUL

KAYNAKÇA

1-TDV Ansiklopedisi, Cilt 42, S. 563, vatan maddesi

2-CURCANİ, Ali b. Muhammed, et-Tarifat, vtn maddesi, 1. Baskı M.1991-H.1411, Daru’l-Kitab’ul-Mısri, Kahire

3-Tevbe Suresi 9/25

4-Nisa Suresi, 4/66

5-Bakara Suresi, 2/246

6-Mithat Cemal Kuntay

7-Bakara Suresi, 2/190.

8-Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.

9-Bakara Suresi, 2/154.

10-Âl-i İmrân Suresi,  3/169

11-Muhammed Suresi,  47/4-6

12-Nisâ Suresi,  4/ 69

13-Âl-i İmrân Suresi, 3/18)

14-Razi, Mefâtîĥu’l-ġayb, V, 277.

15-Buhârî, “Cihâd”, 15; Müslim, “İmâre”, 149-152; Nesâî, “Cihâd”, 21; İbn Mâce, “Cihâd”, 13

16-Tirmizî, “Fezailü’l-cihâd”, 25, 26

17-Tirmizî, “Fezailü’l-cihâd”, 25

18-Müslim, “İmâre”, 143; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 27

19-Buhârî, “Cihâd”, 6, 21; Müslim, “İmâre”, 109

20-Ebû Dâvûd, “Sünne”, 29; Tirmizî, “Diyât”, 21

21-Buhârî, “Cihâd”, 30; Müslim, “İmâre”, 164-165

22-Müslim, “İmâre”, 157

23-Buhârî, “Cihâd”, 1; Müslim, “İmâre”, 110, 125; Nesâî, “Cihâd”, 17; İbn Mâce, “Fiten”, 13

24-Şirbînî, I, 350; İbn Âbidîn, II, 252.

25-İbn Âbidîn, II, 252.

26-DİB, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı, ‘Çanakkale Şehitlerine’ konulu hutbe.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.