islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3544
EURO
35,1415
ALTIN
2.301,58
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
21°C
İstanbul
21°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

Düşünmek, Hissetmek Ve Yaşamak Arasındaki Bağı Farkedebilmek

Düşünmek, Hissetmek Ve Yaşamak Arasındaki Bağı Farkedebilmek

Yaşadığımız hayat, aslında şimdiye kadar düşündüğümüz ve hissettiğimiz bir dünyanın pratiğe geçmesinden başka bir şey değil. Çünkü insan, düşünen ve hisseden bir varlık.  Yaptığı işleri, düşünmeden yapması mümkün olmadığı için; yaptıkları da, düşünerek ve hissederek belli bir şuur ve değer dünyasının kabulü ile ortaya çıkması gerekmektedir.

Bu durumda, insan davranış ve tutumlarının mantıklı bir düzlemde cereyan ettiğini ve şuur ve duygu dünyasının toplamından meydana gelen bir hayat tarzıyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilir miyiz?  Bu sorunun cevabı, insanın karşı karşıya kaldığı  düşünce, inanç, his ve ahlak  gibi sistemler ile  münasebetinin kesintiye uğramaması ve saptırılmaması şartıyla “evet” olabilir.  Fakat, dünya hayatında, insanın sürekli etki altına alındığını ve yönlendirilerek tabii yapısının bozulmaya çalışıldığını belirtmemiz gerekiyor.

Bunun için, küçük bir çocuğun  düşünme ve davranış yapısına baktığımızda onun ne kadar temiz, saf ve iyi niyetli olduğunu görebiliyoruz.  Fakat, çocuğun ailesi veya çevresinin,  ona tabii olmayan ve insanın özüne aykırı bazı bilgi ve anlayışlar vererek; ihtiraslı, faydacı, kıskanç ve kindar bir hale getirdiğini gözlemliyoruz. Bütün bu gibi özellik ve duygular, insanın eşya ve statü gibi  imkanları elde etmek uğruna, kendi tabii özelliklerini terketmesi gibi  ciddi bir  ruhi ve fikri değişim ile  mümkün oluyor.  Bir manada, dünyevi hayatın nimetlerini elde etmek adına, yaratılıştan gelen nitelikler; yavaş yavaş  terkedilerek kaybolmaya başlıyor.  Halbuki insan, sorumluluk sahibi ve medeni bir varlık olarak, düşünce ve hissetme özelliği ile ön plana çıkan bir varlık.

Bu durumda, İslami literatürde  dile getirilen insanın “nefs” tarafı  hakim hale gelerek ruhi veya meleki  özellikleri bastırılarak yanlışın ve kötülüğün temsilcisi olan “şeytan”i bir  mantık  alanına girilmektedir. Böyle bir pozisyonda, kişinin ruhi veya fiziki varlığına bağlı bir yaşama felsefesi ve kültürü ile hareket etme tercihi ile karşı karşıya kaldığı söylenebilir. Fakat, Batı ve Hint kültürlerindeki  manayı veya maddeyi tercihteki bu iki zıt  tutum, İslam düşüncesinde  birini asıl, diğerini ise yardımcı mahiyette görme gibi bir derece farklılığına bizi götürüyor. Batı’daki  maddeci, Hint’teki manacı veya ruhcu hayat tarzının baskınlığı, İslami anlayışta  maddenin manaya bağlı olarak varlığını devam ettirebilmesi şeklinde birleşik,  fakat ruhun üstünlüğüne bağlı bir yaşama tarzını ortaya çıkarmaktadır.

İnsanın yaşayışı, elbetteki  maddi faktörler olmadan gerçekleşemiyor. Fakat madde bir ihtiyaç ve gereklilik olurken; mana ve değer, insanı insan yapan en önemli faktör olarak karşımıza çıkıyor. Herşeyi belirleyen ve maddenin de kullanma şekli ve sınırını koyan bir  ruh ve düşünce birliği şeklinde gerçekleşiyor.  Böyle bir durumda, insanın ihtiyaç ve zevkleri hem  ölçülü bir şekilde karşılanmış oluyor, hem de  insanın bu dünyadaki temel görev ve fonksiyonları olan  düşünmek ve doğru işler yapmak olan hikmet’li varlığı gerçekleşebiliyor.

Günümüzde Hint felsefesinin temsil ettiği ruhçu bir anlayışın fazla yaygın olmadığını ve mevcut anlayışların ise, insanı dünya hayatında bazı çaba ve çalışmalardan mahrum ederek  doğru bir hayat tarzı şekillenmiyor. Fakat, bu anlayışın dünyayı bir kaos veya çatışmalara götürdüğünü de söylemek mümkün değil. Bu arada, Batı’nın maddeci ve hakimiyet temelli  faydacı düşünce ve anlayışının, dünyayı çatışma, huzursuzluk ve insanı binbir türlü mahrumiyet ve zulümler ile karşı karşıya getirdiğini çok açık bir şekilde görebiliyoruz. Çünkü, insanın ihtiyaç ve zevkleriyle insan olmaya çalıştığı batıcı felsefe, Yunan’dan beri görsel güzelliği, herşeye hakim olmayı, bedeni zevkleri ve eşyayı kutsallaştırması gibi hedeflerle kendini tek boyutlu bir dünyanın içine hapsetmesine şahid olduk.

Bu durum bir manada, insanın kendini tanıyamaması ve gerçek ihtiyaç ve sorumluluklarının farkına varmasını engelleyen  düşünme ve hissetme özelliklerinden uzaklaşıp, bedeni ve cinsi  ihtiyaçlarından oluşmuş bir yaşama anlayışı sebebiyle meydana gelmiştir. Günümüz toplumları, kendi basit ihtiyaç ve isteklerini hayat gayesi haline getirmiş olmanın buhranını ve sıkıntılarını yaşamaya devam ediyorlar. İnsan olmanın düşünce ve hissetme gibi önemli özellikler çerçevesinde gerçekleştiğini hala farkedememiş olmaları, ne hazin…

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.