islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,2627
EURO
37,6204
ALTIN
2.918,44
BIST
9.133,92
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
25°C
İstanbul
25°C
Açık
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
26°C
Perşembe Çok Bulutlu
26°C
Cuma Hafif Yağmurlu
23°C

Erbakan: Siyasal Yalnızlığın Diğer Adı

Erbakan: Siyasal Yalnızlığın Diğer Adı
28 Şubat 2018 08:01
A+
A-

“Bir çiçekle bahar olmaz ama her bahar bir çiçekle başlar.”

Necmettin Erbakan

1989 yılının Mart ayıydı. Yerel yönetimler seçimlerinin arefesiydi. Orta birinci sınıftaydım. İlçenin aşağı ucunda, kalmakta olduğum yurttan ilçenin diğer ucundan da biraz yukarıdaki okuluma yaya olarak günde iki kez gidip geliyordum. Bu gidiş gelişlerde yolumuz Çekerek meydanından geçiyordu. Caddelerde kırık dökük bir araba dolaşıyor, megafondan duyuru yapıyordu: “Erbakan Çekerek’e geliyor.” Günlerden cumaydı. Şimdi var mıdır bilmem? Ancak o yıllarda pazartesi sabah ve cuma günü hafta tatiline girilirken, öğrenciler avluda sıra olur tören yapılırdı. Yine öyle oldu. Okul müdürü üzerine basa basa uyardı: “Buradan ayrıldıktan sonra kimse mitinge filan gitmeyecek. Çarşıya uğramayacak, doğruca evinize gideceksiniz.“

Dinlemedik tabii. Meydandaydık, hınca hınç doluydu. Bizi ihtar eden müdürümüz ve kimi öğretmenlerimiz de oradaydı. İkindi sonrasıydı, miting için ilan edilen saat biraz geçmiş, köylerden gelenlerin hali sıkıntılı bir bekleyişe dönüşmüştü. Belli bir saatten sonra köylere dönmek için vasıta bulunmazdı. Ancak köylü amcalar da meydanda beklemeye devam etti. Kalabalık artıyor, azalmıyordu. Derken Erbakan geldi. Şehitler anıtının önünde otobüs üzerinden kalabalığa hitap etti. İlk defa bir siyasi lideri canlı görüyordum. O gün Hoca’nın ne konuştuğuna dair aklımda kalan çok fazla bir şey yok. Ancak, “Batı taklitçiliği, Avrupa Topluluğu, İslam Birliği, Lider ülke ve Yaygın kalkınma” gibi ifadeler hayal meyal hafızamda duruyor. Bir de miting otobüsüsün arka tarafında kalan, batan güneşin bulutlarla oluşturduğu renk cümbüşü ve manzarayla karışan Erbakan silueti…

Bazı kimseleri yazmak/anlatmak zordur. Merhum Erbakan da bunlardan birisidir. Ve bu zorluk, onun üzerinde çok fazla yazılıp çizilmesi ve çokça konuşulmasına rağmen, çok fazla anlaşılamaması gerçeğinden ileri gelmektedir. 27 yaşında Doçent, 39 yaşında Profesör olmuş, Odalar Birliği Genel Sekreterliği ve Başkanlığı yapmış, Türkiye’nin ilk yerli motorunu üreten Gümüş Motor’u kurmuş ve 42 yıl siyaset yapmış, muhtelif hükümetlerde Başbakan Yardımcılıkları ve 1996-97 yıllarında Başbakanlık yapmış olan Necmettin Erbakan, hakkında dünya kadar yazılıp çizilmiş ve konuşulmuş olmasına rağmen, sanılanın aksine, kalıp yargılarla tanınan ve yalnız bir insandı. Vefat etmeden kısa bir süre önce kendisi hakkında doktora tezi hazırlayan İnönü Üniversitesi’nden Işıl Arpacı’ın kendisiyle görüştükten sonra kurduğu: “Erbakan’dan korkmaya gerek yokmuş” cümlesi ne demek istediğimi özetliyor sanırım.

O’nun kendi değerler dizisi ve inançları ile ilgili köklü bir vukufiyeti vardı. O yüzden konjonktürel rüzgârlardan etkilenmedi, kim ne derse desin o kendi doğrularını tekrar etmekten geri durmadı. Bu konuda “kınayıcıların kınamasına aldırma”dı.

Tarihi iki ana damar/eksenin mücadelesi olarak gördü: Hak ve Batıl. Kendi siyasetini: “Hakkı üstün tutmak” olarak formüle etti. Hakkı üstün tutan anlayışa göre hak dört şeyden doğardı:

1-Doğuştan sahip olunan haklar: a- Yaşama hakkı, b- Nesil ve namusun korunması hakkı, c- Mülkiyet hakkı, d- Aklın korunması hakkı, e-İnanç hakkı

2- Emekten doğan haklar

3- Rıza ile yapılan sözleşmelerden doğan haklar

4-Adaletten gereği doğan haklar.

Batıl düşünceye göre ise hak dört şeyden doğardı: 1. Kuvvetten, 2. Çoğunluktan, 3. İmtiyaz/ayrıcalıktan, 4. Menfaat ve Çıkardan.

Yaptığı bu çok yalın ve temel tespit, aslında yaşadığımız dünyayı özetliyordu. Kuvvetli olanlar, çoğunluk olanlar, imtiyazlı olduklarını düşünenler çıkarlarına uygun her şeyi kendileri için bir hak olarak görüyorlardı. İtiraf etmeliyim ki, onun bu en temel paradigmasını/bakış açısını bile en yakınındakiler dahi çoğunlukla anlayamadı. İstisnalar kaideyi bozmaz.

Gün geldi bir kahvehanede, teneke kutu üzerine çıkıp birkaç on kişiye hitap etti. Gün geldi meydanlara sığmayan kalabalıklara seslendi. Ancak çok dinlenilip az anlaşıldı hep, belki de anlaşılamadı.

Yıl 1992 idi. TBMM kürsüsünden, gelecekte Irak’ın kuzeyinde olacakları, aynen bugünkü olduğu haliyle anlatıyordu. 2017 yılında Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumu kararı alınca: “Barzani’nin böyle bir şey yapacağı aklımızın ucundan geçmedi” şeklinde açıklama yapılıyordu. 2002 yılında Suriye’de olacakları anlatıyordu. Anlattıkları birer birer hakikat oldu bugün. Ancak “Suriye konusunda Obama tarafından bir değil iki değil defalarca aldatıldık” şeklinde açıklama yapılıyordu. Yıl 2018’di.

Peki, bu öngörüler Erbakan’ın kerameti miydi? Tabi ki hayır. Kendi değerlerine derin bir vukufiyetten ve düşmanı tanıyıp, takip ediyor olmaktan kaynaklı bir ferasetti.

Muhafazakârlar ona hep mesafeli durdu. İslamcılar isimlerinin onunla birlikte zikredilmemesine özen gösterdiler. Ona doğrudan cephe alamadılar ancak onunla mesafelerini hep belirgin kıldılar. Aslında bu mesafeli duruşun altında “Muhafazakâr”ların da “İslamcı”ların da son tahlilde batıcı olmaları gerçeği yatıyordu. Erbakan ismi “dindar” camiaya bile ağır geldi hep. Modern cemaat ve tasavvuf yapılanmaları da ona karşı belirgin bir şekilde mesafeliydi. O’nun tarzı siyasetinin, küresel egemenlere karşı uzlaşmacı değil mücadeleci olduğunun farkındaydılar. Küresel ağalar ve onların mümessilleri ile çatışmanın zor ve maliyetli olduğunu pekala biliyorlardı. Konforlu dindarlık yapmak, maliyeti bir yana getirisi de olan bir tavırdı. Bu getirinin konforuna müptela bir “cemaat” çok geçmeden bir zombiler topluluğuna dönüşecek ve 250 insanımızı katledip binlercesini yaraladıkları ve ülkeye milyarlarca dolara mâl olacak kadük darbenin aktörü olacaklardı.

Zor zamanlarda kendisine konulan mesafeler belirginleştirildi. Yükü kaldırıp kaldıramayacağı kaş altından izlendi hep. Kendisine mesafe koyanlar işler iyi gitmeye başlayınca mesafeyi çabucak kapatmaktan yüksünmediler. Bir kesim ise ona hep ideolojik bağnazlıkla yaklaştı. Onun dindarlığını bir türlü içlerine sindiremediler.

İslam dünyasının kendine has tüm renklerine eşit yakınlıkta durdu. Her milletten, memleketten, ırktan, mezhep ve meşrepten insanlarla, hiçbir sıkıntı duymadan ilişki kurdu. Şii İran ile Sünni Mısır’ı aynı organizasyonda bir araya getirebildi. “Arap Baharı”nın devirdiği Hüsnü Mübarek’e D-8 anlaşmasına imza attırmayı başarabildi. Pakistan’ın Benazır Bhutto’su ile de, Gazi Hüseyin Ahmet’i ile de bir araya gelip konuşmayı ve ortak işler yapabilmeyi başardı. Tribüne oynayan, piar kokan davranışlardan hep uzak durdu.

28 Şubat Post modern darbesi günlerinde iki ateş arasındaydı. Kendi kitlesi: “Neden masaya yumruğu vurmuyor, cesur olmuyor” diyordu. Karşı taraf ise, gerginlik yaratmakla itham ediyordu. Dindarlar dinden taviz vermekle, laikçiler irtica ile suçluyordu. Bu hengâme içerisinde çok zor günler yaşadı. Topal bir iktidarın sahibi olduğunun farkındaydı. İktidarda kalıcı olamayacağının da… Ancak nelerin yapılabileceğini bu dar zamanda göstermeliydi. Onun bütün derdi olmaz denilenlerin olabileceğini göstermekti. Gerisi nasıl olsa gelir, gelecek kuşaklara bu çığırdan yeni ufuklara yol alabilme imkânı doğardı.

Canını dişine taktı, boncuk boncuk terledi. 11 ay iktidarında ilk denk bütçeyi yaptı. Yerli finans ağalarının elinden hatırı sayılır bir meblağı kurtarıp bütçeye ilave etti. Faiz karşıtlığı onun alametifarikasıydı. Sanılanın aksine 28 Şubat MGK’sının ardından hemen istifa etmedi. Nüfusu 50 milyonun üzerindeki 8 İslam ülkesini bir araya getirip, Türkiye’nin tek küresel projesi D-8’in kuruluşunu tamamlayıp imzalar atıldıktan sonra Cumhurbaşkanı Demirel’e istifasını sundu.

Erbakan’a sadece Küresel ağalar, “yerli” acentaları eliyle fatura kesmediler. Dindarlar ve kendi camiası da faturayı ona kesti. Siyaseti bilmiyordu! Hareketi duvara toslatmıştı! Etrafındakiler: “Erbakan’ın kafasıyla bir yere varılmaz” diyerek hızla dağıldılar. Ardından siyasi davalarla siyaseten katledildi. Küresel ağalık düzenine muhalefetinin ve kadim İslami referanslar üzerinden rota çizmenin bedelini, tasfiye edilerek ve yalnızlaştırılarak ödedi. Çevresinde kalan çok sınırlı kitleye bile varlığıyla yük olduğunu, ağır geldiğini anlamak güç değildi.

Doğruyu söylemek gerekirse, o öldüğü gün herkes derin bir nefes aldı. Büyük bir yük/engel ortadan kalkıyordu! Kimilerinin karşısında bir vicdan azabı gibi dikilen sülieti kaybolacaktı artık. Şimdi onu sınırsız övmenin, siyasi mirasını paylaşmanın vakti idi. Her değerimize yapıldığı gibi, anlaşılmak yerine araçsallaştırıldı. Sağlığında her hangi bir yere ismini vermeyen ve öldüğünde de devlet töreni yapılmamasını vasiyet eden Erbakan’ın ismi yollara, parklara binalara verildi. Anlamak bu anlama geliyordu demek ki! Hayatta iken en yakınındakilere söz geçirememişti, ancak öldükten sonra “Herkesin Hocası Erbakan” oluvermişti. Ona dindarlığı üzerinden olmadık haksızlıkları reva görenler de öldükten sonra günah çıkartmayı ihmal etmiyordu: “Erbakan Milli imiş, anlayamadık” diyorlardı.

Manidar bir şekilde 28 Şubat post modern darbesinin 14. Yıl dönümünden bir gün evvel: 27 Şubat 2011’de dar-ı bekaya göçtü. Ardında azim ve mücadele ile geçmiş bir hayat hikâyesi bıraktı. Aslında o kadim bir medeniyetin kaybolan izlerini işaret ederek gitti. Her fani gibi onun da hataları vardı elbet. O da herkes gibiydi: İnsan Erbakan’dı.

Cenab-ı Hak günahlarını mağfiret eylesin. Derecesini âli ve menzilini mübarek kılsın.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi