islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3697
EURO
35,0071
ALTIN
2.325,73
BIST
9.097,38
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
19°C

HESAPLAŞMA

HESAPLAŞMA
10 Haziran 2022 10:00
A+
A-

’ Bir okur tarafından yüz bin kere okunmak mı, yüz bin okur tarafından bir kere okunmak mı?’’ sorusuna ‘’yüz bin okur tarafından yüz bin kez okunmak isterim.’’ şeklinde cevap vermiş yazar. Böyle bir güzelliğe ulaşmış yazar var mıdır bilinmez ama tarafımdan defalarca okunmuş yazarlar ve bu yazarların eserleri var. Mustafa KUTLU bunlardan biri.

Bu kez elimdeki kitabı ‘’ Ya Tahammül Ya Sefer’’ Şubat 1986’da ikinci baskı. Sonraki yıllarda yeni baskıları defalarca yapılmış kitabı yine bir şubat ayında okuyor olmak güzel bir rastlantı. Kaçıncı okumadır hatırlamıyorum. Konu da bu değil zaten. Her okuduğumda farklı lezzetler alıyorum aldığım nice derslerin yanında.

Kitap, aynı ülküyü paylaşanların yıllar sonra –hayata atıldıktan sonra- yaşadıkları değerler kaybını bireysel değişim ekseninde nasıl bir toplumsal çöküntüye uğradıklarını bir hesaplaşma arka planında aktarıyor bize.

Kitap bize bizi anlatıyor aslında. Kendimize gelmemiz gerektiğini, bir an önce toparlanmak gerektiğini, aksi taktirde çok ciddi kayıplar yaşayacağımızı son derece sıcak, samimi bir üslupla ifade ediyor.

Öyle sanıyorum ki geçmişinde biraz da olsa milli ve manevi değerleri dert edinmiş her okur ‘Ya Tahammül Ya Sefer’i okuduğunda başta kendini sonra da toplumu sorgulamıştır. Ve okur, hikayenin kahramanlarından Murat’ın ‘’ Geceden yola çıkmalıyız, sabahı beklememeliyiz.’’ şeklinde ifade ettiği; bir an önce toparlanmak gerektiği ile ilgili hayıflanma, pişmanlık, öneri, uyarı içeren çok sayıda cümle kurmuştur. Hatta aynı okur kitlesi geçmişte ‘dava’dan bahsedip şimdilerde değiştiğini düşündüğü kişilere söz konusu kitabı okumalarını hararetle tavsiye de etmiştir.

Şimdi durduk yere bu kitaptan niçin söz ediyorum. Aslında durduk yere değil. Önce kendimle hesaplaşma sonra da dostlarıma da bir hatırlatma çabasıdır yaptığım. İsmet ÖZEL’in ‘’ Waldo Sen Neden Burada Değilsin’’ kitabında anlattığı Waldo ile Thomas’ın hikayesini hatırlatmadır aynı zamanda. Konuşmanın muteber olduğu zamanlarda çok konuşanların; iş, eyleme geldiğinde yani zor zamanlara gelindiğinde ortadan kaybolmaları, mazeretler uydurmaları, ortama ayak uydurup sokaktaki adama dönüşmeleri üzerine söyleyecek sözümüz olsun diye yazıyorum.

Durduk yere yazmıyorum. Aslında tam zamanı olduğu için yazıyorum. Önce kendime sesleniyorum; sonra sesimin, nefesimin, yazımın ulaştığı herkese söylüyorum. 28 Şubat’ın kahredici soğuğunu yediği halde o günlerde konuşmaya, savunmaya ve eylemlere devam edenlerin bahar gelince (Sahi geldi mi bahar?) yerleştikleri sıcacık ortamlarından vazgeçemeyip yozlaşmalar karşısında sinenlerin kazandıkları(!) yerleri kaybetmemek için ve hatta muhteris tavırlarla daha yeni, daha müreffeh, daha çok kazandıran yerlere konmak telaşında olanların, ısrarla ‘dava adamı ‘ olma çabasında olanları dışladıklarını gördüğüm ve gözlemlediğim için yazıyorum.

Durduk yere yazmıyorum. Haftanın belirli günlerinde üç beş samimi arkadaşın ‘Asr’ suresiyle başladıkları ve saatlerce sürdürdükleri o dolu dolu muhabbetler, o kutlu saatler nasıl oldu da yerini lüks ve şatafat dolu evler, üst segment arabalar, ultra zenginlik kokan tatillerin konuşulduğu, ruhsuz, samimiyetsiz vakitlere dönüştü. Biz şimdi muktediriz, daha öncekiler bu imkanları kullanıyordu, biz şimdi neden kullanmayalım, anlayışı hangi zaman diliminde çöreklendi zihnimize? Ne oluyor bize?

İdeallerimize ne oldu? İyileri ve iyilikleri çoğaltma gayemizi hangi yolda kaybettik? Dava dudaklarımızdan dökülen iki heceden mi ibaret? Gençlik ellerimizden kayıp giderken, sosyal medyada kontrolsüz bir şekilde o siteden bu siteye savrulurken ve toplum hem dünyasını hem ahiretini kaybederken ben neredeyim/ biz neredeyiz sorularına cevap ve muhatap bulmak istediğim için yazıyorum.

Durduk yere yazmıyorum. ‘ Kardeşim, sen eskiden içinde bulunduğun ortamlardan çok uzaklaştın. Hala ilk söylediğin şekilde gençlerle ilgilenen, onları kazanma çabası içinde olan, güzellikler/ iyilikler çoğaltan birileri var. Sen onları görmüyorsun. İçinde kaybolduğun olumsuzluklar yüzünden her şeyi olumsuz değerlendiriyorsun. Kardeşim, baksana sosyal medyada istediğimiz zaman istediğimiz konuyu en çok konuşulanlar listesinde üst sıralara getirtebiliyorsak bunda gençlerin önemli bir katkısı var. Gençlerde vatan sevgisi de had safhada kardeşim. Biz bunu çok net görüyoruz ama sen görmüyorsun.’ diyenlere o zaman gençlerin bu ülkeden kaçma çabalarına, intiharlara, sapkın tutum ve davranışlarına, artan vahşice cinayetlere, artık alenen de ifade edilen ensest ilişkilere ve sayamadığım onlarca olumsuzluklarına sizin bir cevabınız var mı, diye sormak için yazıyorum.

Durduk yere yazmıyorum. Dünyayı fethedeyim derken en yakınımızdaki manevi depremleri, yangınları, yıkımları, yok oluşları görmediğimizi/ göremediğimizi/ görmek istemediğimizi düşündüğüm ve hatta bunlarla ilgilenmeye başladığımızda yalın gerçeklerle karşılaşacağımıza inandığım için yazıyorum. Ne yapabiliriz? Bu soruya benim cevabım şöyle:

Şimdi bir hareket başlatalım istiyorum. Bir hesaplaşma hareketi. Başkalarıyla değil, kendimizle hesaplaşma… Her gün en az bir kez bir aynanın karşısına geçip gözbebeklerimizin içine bakarak sorgulayalım kendimizi. Başka yere değil gözbebeklerimizin içine bakalım. Çünkü insan kendine yalan söyleyemez, değil mi? Söylerse insanlıktan çıkmıştır. Nefis muhasebesi, rabıta-i mevt de bir çeşit hesaplaşma değil mi?

Yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla ilgili kendimize sorduğumuz sorulara dürüstçe, mertçe, hiç kıvırmadan cevaplar verelim. Bir de ‘’ ama, fakat, çünkü…’’ gibi bağlaçlarla tamamlamaya çalıştığımız ve kendimizi haklı çıkarmaya gayret ettiğimiz cümleler kurmaktan kaçınalım. O zaman önce kendi nefsimizde sonra da çevremizde birtakım olumlu değişimlere tanık olabiliriz. O zaman belki yüreklerimizin ve zihinlerimizin bir köşesinde unutulmaya yüz tutmuş, ‘’ Ben kalksam ve dirilsem…’’ ya da ‘’Bir sabah gelecek kardan aydınlık.’’ ve benzeri samimiyet, ihlas kokan onlarca ezgi dökülür dudaklarımızdan. O zaman ‘Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.’ diyenler bulacak birbirini.

Bir beyitle yazımı bitirirken nefsimle hesaplaşmamı başlatıyorum. ‘’ Tövbe ya Rabbi hata rahına gittiklerime Bilüp ettüklerime bilmeyüp ettüklerime.’’

EYYUP YÜKSEL

Yorumlar
  1. Mustafa Sakin dedi ki:

    Kaleminize ve yüreğinize sağlık kıymetli hocam.