islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3645
EURO
34,6827
ALTIN
2.395,64
BIST
10.169,22
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Az Bulutlu
Cuma Yağmurlu
15°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Açık
22°C

İKİLEMDE KALAN İNSAN

İKİLEMDE KALAN İNSAN
18 Ekim 2023 14:00
A+
A-

“İnsanı, iki seçenekten birini  yapmaya  sevk eden davranış  tarzına” ikilem deniliyor. Bu nedenle insan, zaman zaman bazı konularda ikilem yaşıyor,  ne yapacağını ve nasıl bir tavır takınacağını da bilemiyor. “Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık” atasözü,    bu ikilemi  yansıtıyor. Şayet bu ikilem, ahlakî konularda  söz konusu ise,  ayrı bir önem arz ediyor. Zira  yaşanan  ikilemde, bir  tarafta olumlu sonuçlar söz konusu olurken, diğer taraftan da  ahlakî değerlerin erozyonu söz konusu  oluyor.  Mesela bir kişi, gençlik yıllarında helal olmayan  yollarla  elde ettiği  serveti,  yaşlılığında okul veya cami  yaptırmak istediğinde  böyle bir  para ile bunları yaptırmak  doğru  olur mu, olmaz mı? sorusunu ve tartışmasını  akla getiriyor. Bu da ister istemez  bir ikilem oluşturuyor.  Zira okul veya cami yaptırmak, sonuçları itibariyle olumlu davranış,  ama haram para ile  hayır   yapmanın  doğru   olmadığı  da bilinen bir  gerecek.  Böyle bir hayır,  kirli para ile yapılmalı mı, yapılmamalı mı?

İnsanlar, çoğu zaman isteyen birini gördüğünde içlerinden bir ses ona, az da olsa  bir şey vermesini ve boş çevirmemesini söylüyor, ama akabinde içinden  bir başka ses  de “Dileneceğine çalışsın, tembelliğe  alışmasın” diyor, ve vermeye engel oluyor.  Bu nedenle  çoğu  insan, verip vermeme arasında kararsız kalıyor.  Şayet aklını ve iradesini  kullanır da  duygularının etkisinde kalmaz ise vermeye yatkın , duygularının etkisinde  kalırsa şayet, bu  defa da  vermemeye yatkın oluyor.

İslam,  ilkesel olarak  her  isteyene (dilenciye)   bir şeyler verilmesini tavsiye ediyor.  Vicdan da bunu onaylıyor. Zira Kur`ân, Hz. Peygamber’e “El açıp yardım isteyeni azarlama” (Duha,93/10) diyor.  Hz. Peygamber’e söylenen her söz,  aynı zamanda Müslümana da  söylenmiş olduğu için  de  bir anlam ifade ediyor.  Bu nedenle  isteyene verme, ahlakî bir tavır olarak algılanıyor.  Diğer taraftan  dilenciliğin  doğru olmadığı, kimi inanların bunu meslek haline getirdiği ve  kimilerinin de  zengin olduğu biliniyor.  Bu durumda her  isteyene istediği verilmeli mi,  verilmemeli  mi?  ikilemi ortaya  çıkıyor.  İkilemle ilgili  konuyu daha da somutlaştırmak için bir hikaye ile  bir anıyı  nakletmek istiyorum.

Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevî, güçlükle yürüyen, ve  susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlar. Adam, bedevîyi görünce ondan  su ister. Bedevî de o adama içmesi için bir kap su verir. Suyu içen adam, birden bedevîyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlar. Bunun üzerine deve sahibi,  devesiyle  kaçan hırsızın  arkasından bağırarak şöyle der: “Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”  Bu isteği tuhaf bulan hırsız, biraz duraklayıp, geri döner ve neden böyle dediğini sorar.  Bedevî ona şu cevabı verir:  Eğer anlatırsan, demiş bedevi, bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.”  O bedevî,  deve ile birlikte insanlığın  da gittiğini düşünür.

“Bir gece, vakit gece yarısına doğru Alama otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen, bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu. Gecen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60´lı yıllarda bir beyazın bir zenciye hem de Alabama´da yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım. Ayrılırken ille de adresimi istedi; Verdim. Bir hafta sonra kapım çalındı. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda… “Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıkageldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanrı bana yardım eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin yardım eden herkesi kutsasın!

En iyi dileklerimle… Bayan Nat King Cole.”

Bu iki yazıyı okuyan  bir kişi, acaba ne düşünür? “Bu insanlara iyilik yaramaz, kimseye  iyilik etmeyeceksin” mi  der;  yoksa “ Bu dünya da  iyi insanlar da var, yolda kalanlara  yardım ediyor, yardım alan da  kendisine yapılan iyiliğe  teşekkür ediyor. Ne güzel!” mi? der.

Sizi  bilemem ama ben, ikici görüşten yanayım.   Zira  “El açıp yardım isteyeni azarlama” ayeti,  bana  bu mesajı  veriyor. Azda olsa bir  şey vererek, isteyeni   mahcup  etmemek gerektiğine inanıyorum, Kur’an’ın genel muhtevasında da anlamın    bulunduğunu düşünüyorum.  Bu nedenle de  M. Ö. 9 yüz yılda yaşamış  olan Xsentius’un  şu sözünü de  bu bağlamda değerli buluyorum:

“Hatırlar mısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Kendiliğinle ve öz benliğinle görmeye çalış ki, tüm pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekânıdır.”

Çünkü cennetin de cehennemin de yolu bu dünyadan geçiyor.  Bu nedenle “Dünya ahiretin tarlasıdır” deniliyor.

M.C. Bâki

ETİKETLER: Manşet