islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5362
EURO
34,9531
ALTIN
2.456,46
BIST
9.884,61
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

IRKÇILIK, İSLÂM VE 66. MADDE

IRKÇILIK, İSLÂM VE 66. MADDE

İnsanların bazı fiziksel ve kültürel özellikleri, zaman içerisinde belli coğrafyalarda ve belli toplumlarda birbirine benzemektedir. Fiziksel ve kültürel yönden benzerliğin yoğunlaştığı grubun ortak adına ırk, oluşan gruplar arasında statü ve değer üstünlüğü bulunduğunu ileri süren düşünceye de ırkçılık denmektedir. Irkçı anlayışta, mensubu bulunulan kabile ya da milletin hayali olarak büyütülmesi söz konusudur. Irkçılığın dışa yansıması, kendi ırkından olmayanı hakir görüp ötekileştirme şeklinde gerçekleşmektedir.

Toplumla sağlıklı iletişim kurmayı olumsuz yönde etkileyen ırkçılık, pek çok toplumda hak ve sorumluluk paylaşımında ayırıcı bir unsur olarak görülmektedir. Irkçılık, sosyal haklar yönünden adaleti engelleyici bir boyuta ulaştığında, o toplumda anarşi, terör ve diğer bölücülük faaliyetleri kaçınılmaz hale gelir.

İslâm, antropolojik bir gerçeklik olan ırk farklılığını kabul etmekle birlikte, sosyal ilişkilerde ırk, soy, dil ve renk gibi unsurların esas alınmasını hoş karşılamamıştır. Teorik alana hâkim olan bu anlayış, İslâm’ın sosyal ve hukukî alandaki önerilerine de yansımıştır. İlgili ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

“Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan eşini ve o ikisinden de nice erkek ve kadını yaratan Rabbinizden sakının.”[1] “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması O’nun varlığının delillerindendir.”[2]

Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, İslâm inancında çeşitli ırk, renk ve dillerin varlığı, Allah’ın kudretinin bir işareti, düşünenler için bir ibret vesilesi olarak değerlendirilmekte, ırk farklılığını övünç sebebi sayanlar ise kınanmaktadır.[3] Bu nedenle, Allah’ın saygın kıldığı, sorumluluk verme konusunda diğer varlıklara tercih ettiği[4] insanın, kendi ırkından değil diye soy kardeşini hakir görmesi, onun kimliğini aşağılaması ya da yok sayması kabul edilemez.

Irkı nedeniyle hakir görülen kişi, onarılması güç bir eziklik hissine kapılmaktadır. Ezildiğini düşünen kişi ya da grubun iç dünyasında kin, nefret ve şiddet duygusu kabarmaktadır. Bu fıtri eğilimi göz önünde bulunduran ve insan onurunu korumaya büyük önem veren İslâm dininde ırk ayrımcılığı şu ayetlerle yasaklamaktadır:

“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdır.”[5]

 “Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp kaynaşmanız için sizi değişik şube ve kabilelere ayırdık. Allah katında en hayırlınız, takvaca en ileride olanınızdır.”[6]

Irkçılık, bu ayetler yanında hadislerde de kınanmaktadır. “Kim ırkçılığa (asabiyete) çağırarak yahut ırkından dolayı bir başkasına kızarak gayesi belli olmayan bir gruba katılırsa, onun ölümü cahiliye üzerinedir.”[7] buyuran Peygamber (s.a.v.), yaratılış ve temel haklar itibariyle insanların eşit olduğunu veda hutbesinde şu sözleriyle dile getirmektedir:

“Ey insanlar! Rabbiniz tek, babanız birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Ne Arabın Arap olmayana, ne de Arap olmayanın Araba; ne siyah derilinin beyaz deriliye, ne de beyaz derilinin siyah deriliye bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva ile olur…”[8]

Görüldüğü gibi, şu veya bu ırktan olmak üstünlük ya da aşağılık nedeni sayılamaz. Üstünlük, kişinin istem dışı doğal özellikleri yönüyle değil; yaratılış amacına uygun olarak yaptığı bilinçli davranışları (takva) yönüyle olur. Kaldı ki takva yönünden üstünlük de insana bir ayrıcalık hakkı vermez. Zira takva alanına giren davranışların mükâfatı kullardan değil Allah’tan beklenir.

İslâm açısından yasak sayılan ırkçılığın sınırının iyi tespit edilmesi gerekir. İnsanın ait olduğu ırkını ve milletini sevmesi ırkçılık olarak değerlendirilemez. Aksi halde, ırkçılık yapıyor diye bazı insanlar haksız yere suçlanmış olur. Özetle ırkçılık, insanın fıtrî bir özellik olarak ırkını/milletini sevmesi değil; kendi ırkını/milletini başka ırklardan/milletlerden üstün görüp, hak ve özgürlükler konusunda kendi tarafının ayrıcalıklı olduğuna inanmasıdır.

Irk farklılığının ayrımcılığa dönüşmediği bir toplumda yaşamak herkesin en doğal hakkıdır. Öyleyse aynı ülkenin farklı ırk, dil ve kültür yapısına sahip insanları birbiriyle ırk ya da milliyet yarıştırma yerine, belli idealler etrafında güç birliği yapmanın kendilerine sağlayacağı mutluluğa ulaşmak için gayret göstermelidir. Aksi halde toplumun enerji ve birikimi gereksiz tartışma ve kutuplaşmalarla zayıflayacaktır. Bu durum karşısında insanlar şu ayetle uyarılmaktadır:

“Birbirinizle çekişmeyin, sonra içinize korku girer ve kuvvetiniz dağılır.”[9]

Tarih boyunca güçlü devletlerin, yıkılmaz sanılan imparatorlukların genellikle ırkçılık kaynaklı iç çekişmelerle dağılıp parçalandığı bir gerçektir. O nedenle devlet, öncelikle kendi vatandaşlarını oluşturan farklı unsurlar arasında birlik ve beraberliği sağlamak ve daha sonra da dış dünya ile sağlıklı bir iletişim köprüsü kurmak durumundadır. Bu anlamda Anayasa, kanun ve yönetmeliklerin vatandaşları eşit olarak kabul etme zorunluluğu vardır. Güçlü millet olma ideali, farklılıkları ayrışma nedeni değil de zenginlik olarak gören bir hukuk sistemi ve hoşgörü kültürüyle gerçekleşebilir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası incelendiğinde, bazı maddelerin ırk ayrımcılığı anlamına gelecek ifadeler içerdiği söylenebilir. Anayasanın 66. Maddesi buna örnektir. Bu maddede: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür.” denilmektedir.

Önyargıdan ve duygusallıktan uzak tarafsız bir bakış açısıyla incelendiğinde; anayasanın bu maddesinin her şeyden önce bilime, adalete, sosyolojik gerçekliğe ve vatandaşlık hukukuna aykırı olduğu görülmektedir. Çünkü bu madde belli bir ırkın adı olan “Türk” ifadesini, vatandaşlığın sıfatı ve vatandaş olmanın şartı olarak tanımlamaktadır. Oysa vatandaşlık, aynı vatan toprağı üzerinde yaşayan insanları devletine bağlayan hukuki bir statüyü ifade etmektedir. Bu statünün Türk kavramıyla tanımlanması hem ilmen hem de vicdanen sorunludur. Kaldı ki Türk kavramının tanımıyla ilgili bir fikir birliği de yoktur. “Türk”, kimine göre biyolojik bir ırkın, kimine göre sosyolojik bir inanç ve kültür grubunun, kimine göre de Türkiye’de yaşayan bütün vatandaşların ortak adıdır. Böylesine farklı anlaşılan bir kavramın, tüm vatandaşları kuşatması gereken anayasada vatandaş sayılan herkesin ortak adı olması, haklı olarak bazı toplum kesimleri tarafından kabul görmemektedir. Öyleyse, ulus devlet modelinde anayasaya yerleştirilen ve daha sonra da korunarak günümüze kadar gelen bu maddeler soğukkanlılıkla yeniden ele alınmalı ve böylece anayasamız toplumun hiçbir ferdinde dışlanmışlık hissi uyandırmayacak derecede kapsayıcı bir metne dönüştürülmelidir.

66. Maddenin ikinci cümlesinde yer alan “Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür.” ifadesinin anayasada yer almasının nedenini anlamak gerçekten zordur. Her şeyin ayrıntılı olarak yazılmayıp oldukça özet ifadeler içeren anayasada böyle bir ifadenin yer alması yadırganacak bir durumdur. Elbette Türk babanın ve Türk ananın çocuğu Türk; Kürt babanın veya Kürt ananın çocuğu da Kürt olacaktır. Aynı önerme diğer ırk mensupları için de geçerlidir. Peki, çocuğun babası Kürt, anası Türk olursa o çocuk kendi ırki kimliğini nasıl ifade edecek! Aile bireyleri arasında bile birlik ve bütünlüğü sağlamaktan uzak olduğu anlaşılan bu ifadenin ülkenin tüm fertlerini vatandaşlık çatısı altında sağlam bir millete dönüştürmesi nasıl mümkün olabilir!

Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan gruplar Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Ermeni, Rum, Yahudi ve daha başka unsurlardan oluşmaktadır. Bu kültürel grupların her biri hukuken Türkiye Cumhuriyeti devletinin eşit haklara sahip vatandaşıdır. Ancak bu grupların bir kısmının kendisini Türk olarak nitelendirmediği de bir gerçektir. Türk vatandaşı olacağım diye Türk soyundan gelmeyen bir insanın kendisini Türk saymasının bir mantığı olabilir mi! Diyelim ki Kürt, Arap, Ermeni ya da Musevi kimlikli bir vatandaşımız “Ben Türküm, çünkü Türk vatandaşıyım” dese buna kim inanabilir! Dolayısıyla aklen, mantıken, ilmen, ahlaken ve vicdanen kabulü mümkün olmayan bir ifadenin anayasada yer almasının kime ne faydası olabilir! Milleti oluşturan değişik kimlikleri sadece Türk kimliğine indirgeyici bu yaklaşımın kimseye bir faydası olmadığı, aksine bu durumun sosyal barış açısından önemli bir sorun oluşturduğu açıkça görülmektedir. Yeni Anayasa hazırlık sürecindeki tartışmaların odağında bu ifadelerin yer alması, konuyla ilgili tespitimizi doğrulamaktadır.

Sözü fazla uzatmadan şu soruları, Anayasa hazırlık sürecinde rol alacak yetkililerin ve siz değerli okuyucularımın dikkatine sunuyorum:

  1. Bir devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan insan ve grupların herhangi bir sıfata sahip olması şart mıdır? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak yeterli değil midir?
  2. Çok farklı ırk ve kültürden oluşan ülkemiz vatandaşlarının tamamını “Türk” olarak nitelendirmek akla, mantığa, bilime, kültürel geçmişimize ve sosyolojik gerçeklere uygun mudur?
  3. Ülkemizde terörün toplumsal taban bulmasında, toplumun bazı kesimlerinde ırkçılık algısına neden olan bu tür ifadelerin rolü var mıdır, yok mudur?
  4. Bir grubun ırk ve kimlik adı olan “Türk” ifadesinin ülkenin tüm vatandaşlarına sıfat olarak dayatılması, başka ırk mensuplarına da kendi ırkını vatandaşlık sıfatı olarak talep etme hakkı doğurmaz mı?
  5. Ülkemize Almanya, Rusya, Suriye, Afganistan ve daha başka ülkelerden gelip yerleşen ve vatandaşlık hakkı elde eden insanlar için “Artık siz Türk’sünüz” anlamına gelecek bir ifade kullanmak ne derece inandırıcı ve insaflı olabilir?
  6. Ülkemiz vatandaşları içerisinde azımsanamayacak bir kesimin anayasada “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” ifadesinden incindiği bilinmesine rağmen, bu ve benzeri ifadelerde ısrar etmenin vicdani bir sorumluluğu yok mudur?
  7. İslâm’da ırk farklılığı Allah’ın yaratma kudretinin bir işareti, insanlık için bir rahmet olarak belirtildiği ve ırk ayrımcılığı ayet ve hadislerde ağır ifadelerle eleştirildiği halde, toplumun bazı kesimlerinin inancına ya da kültürel değerlerine aykırı bir düşüncenin anayasa maddesi olarak korunması doğru mudur?
  8. Terörle mücadeleye çok büyük bir bütçenin ayrılmak zorunda olduğu bir dönemde, terörün toplumsal taban bulmasında en büyük rolü bulunan bu tür ayrımcı ifadeleri anayasadan kaldırmanın önündeki engel ya da engeller nelerdir?
  9. Dönemin şartları içerisinde tercih edilen ulus devlet modelinden kalma bu tür tabulardan sıyrılıp anayasayı tüm milleti kuşatacak bir metne, demokratik hukuk devletine uygun ve sosyal barışı sağlayacak bir niteliğe kavuşturmak çok mu zordur?

Özetle vatandaşların temel hak ve özgürlüğünü korumaya yönelik bir mutabakat metni olması gereken Anayasamızın herkesi kucaklaması ve hiç kimseyi rahatsız etmeyen ifadelerden oluşması son derece önemlidir. Bu anlayışla hazırlanması gereken yeni anayasanın toplum nezdinde daha çok kabul göreceği bilinmelidir.

Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ

[1] Nisâ 4/ 1. Ayrıca bkz: Hucurât 49/ 13.

[2] Rûm 30/ 22.

[3] Tekâsür 102/ 1-8.

[4] Bkz: İsrâ 17/ 7.

[5] Hucurat 49/ 11.

[6]Hucurat 49/ 13.

[7] Müslim, İmâre 57; Nesâî, Tahrim 28; İbn Mâce, Fiten 7.

[8] İbn Hambel, Müsned, V, 411.

[9] Enfal 8/ 46.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Hamza Erdoğan dedi ki:

    Elinjize sağlık hocam. Tercih etme kudretine sahip olamadan , mensubu olduğu etnik bir yapıyla ne övünme ve ne de yerinme makul bir anlayış olamaz .

  2. Keramettin Aydın dedi ki:

    Irkçılık,islam ve 6. madde başlıklı makaleyi de Hocamızın diğer makaleleri gibi bir içim su gibi okudum.Takdir edilirki 74 yaşın el verdiği nisbette bu cevher yazılardan faydalanabiliyorum.Düşünsel bir çağrışımla M Akif in şu beyitini hatırladım.
    Zülmün topu var,güllesi var, kal ası varsa..
    Hak kında bükülmez kolu dönmez yüzü vardır..!
    Bende diyorum ki
    74 yaşın acizlik yorgunluk hafıza zayıflığı varsa,
    Güzel makale ve yazıların çekici hüneri ve değeri vardır.