islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3740
EURO
34,9623
ALTIN
2.325,52
BIST
9.065,42
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
19°C

İSLÂM VE SOSYAL DAYANIŞMA

İSLÂM VE SOSYAL DAYANIŞMA

Sosyal bir varlık olan insan, doğumundan ölümüne kadar başkalarının ilgi ve desteğine muhtaçtır. Bu nedenle dinimiz, insanlar arasında yardımlaşmayı teşvik edici bazı ilkeler öngörmüştür. İslâm’ın öngördüğü bu ilkelerden biri de sosyal dayanışmadır. Sosyal dayanışma, milleti oluşturan her ferdin topluma karşı sorumluluğunun bilincinde olması ve insanların güven içerisinde yaşamasını kolaylaştıracak ortamın sağlanması demektir.

İslâm’ın özelde aynı inancı paylaşanları,[1] genelde ise bütün insanlık ailesini[2] kardeş ilan etmesi, sosyal dayanışmanın temelini oluşturmaktadır. Kur’an’ın; “İyilik ve takvada yardımlaşın, kötülük ve düşmanlıkta ise yardımlaşmayın.”[3] şeklindeki emrinde, herhangi bir ayrım yapılmadan, bütün muhtaçlara yardım etme teşvik edilmektedir.

Peygamber (sav)’in şu hadisleri de İslâm’ın sosyal dayanışma ile ilgili anlayışını vurgulayan mesajlar içermektedir:

“Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da o kimsenin ihtiyacını giderir.”[4] “Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımındadır.”[5] “Komşusu aç iken, bunu bildiği halde kendisi tok yatan gerçekten iman etmiş olamaz.”[6]

Görüldüğü gibi İslâm dini, sosyal hayatın adalet, yardımlaşma ve dayanışma esasları üzerine bina edilmesini öngörerek toplumda bir dengenin sağlanmasını hedeflemektedir.

İslâm’ın öngördüğü ibadetlerin pek çoğunun sosyal dayanışma boyutu vardır. Sosyal dayanışmayı geliştirmeye yönelik kurumsallaşma düzeyinde gelişmiş bu ibadetlerin en önemli hikmetlerinden biri, insanlar arasında dayanışma ruhunu güçlendirmektir. Yani Allah Teâlâ, farz kıldığı ibadetlerde sadece kullarının kendisine saygıyla yönelmesini istemekle kalmamakta; aynı zamanda, bu saygının mükâfatından Müslüman toplumun faydalanmasını da sağlamaktadır.

Sosyal dayanışmanın temellerini oluşturan dinî unsurları; İslâm kardeşliği, namaz, oruç, hac, zekât, sadaka, kurban, fidye, kefaret, karz-ı hasen (borç verme) ve vakıf hizmetleri şeklinde özetlemek mümkündür. Bu unsurların her birini ayrı başlık halinde ele almada konumuz açısından yarar vardır.

1.) İslâm Kardeşliği: Peygamber (sav) döneminden itibaren ırk, renk, dil ve ülke farklılığından kaynaklanan ayrımcılıkları onaylanmamış, kardeşlik ilkesi gereği insanlar arasında barış, adalet, güven ve dayanışma esasına dayalı bir bağ kurulmuştur. Bütün insanların aynı yaratma kanunu ile dünyaya geldiği ve takvadan başka bir üstünlüğün kabul edilmediği evrensel kardeşlik ilkesi, Kur’an-ı Kerim’de şu ifadelerle dile getirilmektedir:

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık, birbirinizle tanışasınız diye de çeşitli millet ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, O’ndan en çok sakınanınızdır.”[7]

Peygamber (sav)’in şu sözleri de İslâm toplumunda hedeflenen birlik ve bütünlüğün boyutlarını ortaya koymaktadır:

“Müminler birbirlerini sevmede ve merhamet etmede bir bedenin organları gibidir; onların herhangi bir organı rahatsızlandığında, diğer bütün organlar bundan etkilenir.”[8]

“Ey insanlar! Rabbiniz tek, babanız birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Ne Arabın Arap olmayana, ne de Arap olmayanın Araba; ne siyah derilinin beyaz deriliye, ne de beyaz derilinin siyah deriliye bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva ile olur.”[9]

Ayet ve hadislerden de anlaşılacağı gibi, günümüzde ümmet, millet, kabile, aşiret ve soy gibi adlarla anılan sosyal gruplar, ilâhî kaderin insan iradesiyle şekillenmesinden başka bir şey değildir.[10] Öngörülen İslâm kardeşliği anlayışıyla farklılıklara dayalı ayrımcılık ve ötekileştirme anlamı taşıyan tavırlar eleştirilmekte, karşılıklı güven ve işbirliğine dayalı çalışmalar ise teşvik edilmektedir.

2.) Namaz: Allah’a yakınlığın ve O’na saygının bir ifadesi olan namaz, insanı Rabbi’ne yakınlaştıran, onu ruhen arındırıp ahlâken olgunlaştıran ve belli bir disiplin içerisinde kulluk bilincini canlı tutan en önemli ibadettir. Özellikle cemaatle kılınan namazlarda ırk, renk, dil, ekonomik güç ve sosyal zümre ayrımı gözetilmeksizin, Müslümanlar aynı safta bir araya gelmekte ve böylece kolektif şuur en yüksek düzeye ulaşmaktadır. Cemaatle kılınan namazın tek başına kılınandan daha faziletli sayılmasının nedeni de budur. Zira camiye giriş ve çıkış sırasında birbirinin sıkıntısından haberdar olan insanlar birbirinin sevinç ve kederini paylaşma imkânı bulmaktadır.

3.) Oruç: Kulun Allah tarafından kendisine verilen nimetlerden sınırlı bir süre içerisinde uzak durup yoksul ve ihtiyaç sahiplerinin durumunu bizzat kendi nefsinde tecrübe etmesini sağlayan oruç sosyal dayanışma açısından önemli bir ibadettir. Yardımlaşma, paylaşma ve merhamet duygusunu geliştirmenin canlı bir tatbikatı olan oruç sayesinde empati yapılarak ihtiyaç sahiplerinin durumu fiilen yaşanmakta ve böylece sosyal dayanışmanın duygusal yönü güç kazanmaktadır.

4.) Hac: Allah’a yakınlaşmayı ve dünya Müslümanları arasında sosyal dayanışma ruhunu güçlendirmeyi sağlayan hac, yerel sınırları aşmış evrensel nitelikli bir ibadettir. Haccetmek amacıyla çeşitli coğrafî bölgelerden gelen ve değişik dilleri konuşan insanların belirli bir merkezde toplanması, Müslümanların kendi arasında oluşturabildiği bir konsey niteliğindedir. Bu konseyin amacı, dünya Müslümanlarının en azından yılda bir kez bir araya gelerek yöresel ve evrensel boyuttaki sorunları konuşup tartışmasına ve geleceğe yönelik bazı kararları almasına imkân tanımaktır.

5.) Zekât ve Sadaka: Kur’an-ı Kerim’de otuzdan fazla ayette yoksul ve çaresizlerin doyurulması; kırktan fazla ayette de zekât ve sadaka ile yoksullara yardım edilmesi istenir.[11] Zekât ve sadakanın önemine işaret eden şu ayetlerle kadın erkek bütün Müslümanlar yardıma teşvik edilmektedir:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın en güzelinden ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerden infak edin, ama kötü olanı vermeyin… Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği emreder.”[12]

“Şüphesiz ki, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınların ve Allah’a karz-ı hasen olarak borç verenlerin sevapları fazlasıyla ödenecektir. Arıca onlara çok değerli bir ödül de vardır.”[13]

Peygamber (sav), hayatı boyunca yoksulları gözetmiş ve bu konuda ümmetine örnek olmuştur. Peygamber (sav) tarafından önemle vurgulanan “veren elin alan elden üstün tutulması”[14] ilkesi, insanları merhametli olmaya, çalışıp kazanmaya ve kazandıklarını da paylaşmaya sevk eden psikolojik bir etkendir. Bilinçli olarak birine yardımda bulunma isteği, kişiye manevî bir haz ve toplum içerisinde saygınlık kazandırmakta, insanlar arasında mal transferini sağladığı için ekonomik kalkınmayı hızlandırmaktadır.

6.) Kurban: Allah’ın rızasını kazanma amacıyla kurban kesmek, toplumda paylaşma ve cömertlik duygusunu geliştiren, insanlar arasında sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirerek kardeşliği güçlendiren bir ibadettir. Kurbanın kesildiği bayram günleri büyüklerden küçüklere sevgi ve şefkatin, küçüklerden de büyüklere saygı ve hürmetin yayıldığı, dargınların barıştığı, uzun süre birbirlerini göremeyen akraba ve dostların, hatta en zıt görüşte olan insanların bile ortak bir zeminde buluştuğu ve böylece sosyal dayanışmanın pekiştiği önemli anlardır. Kurbanın etinden ailesi, akrabaları ve çevredeki fakirler istifade eder. Kesilen kurbanların derileri de sosyal dayanışmayı kuvvetlendirmeye yönelik önemli bir gelir kaynağı olarak değerlendirilmektedir.

7.) Karz-ı Hasen (Borç Verme): Fâizle borç vermenin alternatifi olarak teşvik edilen karz-ı hasen, maddî ve manevî çıkar sağlama amacından uzak, tamamen yardımlaşma ve kardeşlik duygusuyla beslenen, toplumda sevgi ve bağlılığı artıran önemli bir fedakârlık örneğidir. Karşılıksız borç verme ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de şu hükümler yer almaktadır:

“Eğer Allah’a karz-ı hasen olarak ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve günahlarınızı bağışlar.”[15] “Namazı dosdoğru kılıp zekâtı verin. Allah’a karz-ı hasen olarak ödünç verin.”[16] “Kim Allah rızası için ödünç verirse, kendisine bunun mükâfatı (Allah tarafından) fazlasıyla verilir…”[17]

Ayetlerde de görüldüğü gibi, Yüce Allah borç verme işini, kulun başka kullara değil de kendisine, yani kişinin bizzat Rabbine ödünç vermesi şeklinde değerlendirerek konunun önemine dikkat çekmiştir.

Allah’a yakınlığın bir ifadesi olarak değerlendirilen borç verme, sevabının çokluğu göz önünde bulundurularak İslâm toplumlarında önemli bir gelenek haline gelmiştir. Borç veren, ihtiyacı olana karşılıksız olarak yardım ettiği için fakir ve muhtaçlar nezdindeki itibarını artırmış ve onların güvenini kazanmış olur. Böylece insanlar arasında gelir farklılığından kaynaklanan kıskançlık, haset, kin ve nefret duygularının yerini sevgi, saygı ve dayanışma duyguları almaktadır.

8.) Vakıflar: Bir toplumun sosyal yapı bakımından sağlamlığı, o toplumda gelir düzeyi yüksek olanların sermayesinin iyi yönlendirilmesine ve muhtaçların gözetilmesine bağlıdır. İşte vakıfları, toplumun yapısını güçlendirmek amacıyla teşvik edilen yardımlaşma kurumları olarak değerlendirmek mümkündür.

Başlangıçta bireysel ihtiyaçların giderilmesine yönelik bir hizmet olarak ortaya çıkan vakıflar, daha sonraları toplumun sosyo-kültürel yapısına ve ihtiyaç durumuna göre gelişerek hayatın her alanında yerini almıştır. Kurucuları tarafından Allah’a yakınlaşma, yeni nesillere iyi bir gelecek hazırlama, dünya ve ahirette mutluluğa yanında refaha da kavuşma, adını kendisi öldükten sonra da yaşatma gibi anlayışlara dayalı olarak gelişen vakıflar, toplumun kalkınmasında önemli rol oynamaktadır.

Vakıf anlayışının bir ürünü olarak inşa edilen okullar, camiler, kütüphaneler, aşevleri, kervansaraylar, çeşmeler, su kanalları, yollar, köprüler, deniz fenerleri, spor tesisleri, konaklama yerleri, dul ve yetim evleri, çocuk yuvaları, kış aylarında yüksek dağlarda karda kalan yolculara hizmet vermeye yönelik cankurtaran istasyonları, göçmen ve yaralı kuşlar için bakım ve tedavi merkezleri, cadde ve sokaklardaki tükürük ve balgamların giderilmesi, yoksul kızların çeyiz ve düğün masraflarının karşılanması, ilmî eserlerin basımı ve ücretsiz dağıtımı gibi daha nice hizmetler toplumun huzuruna önemli ölçüde katkı sağlamıştır.[18] Vakıflar aracılığıyla hayırseverler, bir anlamda topluma karşı vicdanî sorumluluğunu yerine getirme imkânı bulmaktadır.

Ülkemizin 11 kentini doğrudan, tamamını da dolaylı olarak etkileyen Kahramanmaraş depreminden sonra oluşan maddi ve manevi yaraları sarmak için devletimizin imkânları yanında, toplum olarak sahip olduğumuz sivil nitelikli sosyal dayanışma müesseselerimizin de önemi büyüktür. Başta vakıflar olmak üzere bu müesseselerin her biri, fertleri birbirine kenetlenmiş sağlam bir millet olma bilincimizi güçlendirmemiz açısından önemli bir fırsattır. Millet olarak bu fırsatın etkili bir şekilde değerlendirilmesini umuyor, depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet diliyorum.

Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ

[1] Hucurat 49/ 10.

[2] Hucurat 49/ 13; İbn Hambel, Müsned, V, 411.

[3] Mâide 5/ 2.

[4] Tirmîzî, Hudûd 3.

[5] Ebû Davûd, Edeb 60.

[6] Abdurrahman b. Ebî Bekr es- Suyûtî, el-Camiu’s-Sağîr fî Ehâdîsi’l Beşîri’n-Nezîr, Mısır tsz., II, 228.

[7] Hucurat 49/ 13.

[8] Buharî, Edep 27; Müslim, Birr 17.

[9] İbn Hambel, Müsned, V, 411.

[10] Bayraktar Bayraklı, “İslâm ve Millet Kavramı”, Din Eğitimi Araştırmaları Dengisi, M.Ü.İ.F. Din Eğitimi Anabilim Dalı Yayınları, Sayı: 2, İstanbul 1995, s. 115.

[11] Bkz: Muhammed Fuâd Abdulbâki, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerim, Zekât ve Sadaka Maddeleri, Dâdu’l-Fikr, Beyrut 1987.

[12] Bakara 2/ 267-268.

[13] Hadîd 57/ 18.

[14] Bkz: Buhârî, Zekât 18.

[15] Teğâbûn 64/ 17.

[16] Müzzemmil 73/ 20.

[17] Bakara 2/ 245.

[18] Bkz: Halim Baki Kunter, “Vakıflarımız”, Mülkiyeler Birliği Dergisi, Sayı: 4, Ankara 1966, s. 7; Geniş bilgi için bkz: Yediyıldız, “XVIII. Asır Türk Toplumu ve Vakıf Müessesesi”, s. 27-34; Öztürk, Vakıf Müessesesi, s. 40-62.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Taşdan Polat dedi ki:

    Hocam günümüzde özellikle çok ihtiyacımız olan konulara değinmişsiniz. Allah ilminizi ve gayretinizi artırsın. İnşallah yazınızı okuyanlar gereken dersi alır ve de gereğince amel etmeye çalışır.