islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
17°C
Salı Az Bulutlu
18°C

İslam’ı Yaşamak… -Ama Nasıl-

İslam’ı Yaşamak… -Ama Nasıl-
21 Mart 2023 09:59
A+
A-

İslam, her zemin ve zamanda yaşanabilecek bir din olma vasfını izhar ettiği gibi halen korumaya devam etmektedir. Mesele ise ona yaklaşım gösteren zihinsel hastalıklar yüzünden yaşanamaz algısına ulaşılmasıdır. İslam, her zeminde yaşanabilir… Bir şartla: kendi zeminini kendi ilkeleri üzerine kurarak bunu gerçekleştirir. Kendi dışında oluşmuş bir gerçekliğin içinde müslüman dinini yaşamaya çalışsa da sürekli ayağı tökezleyecektir, tıpkı bugünün Müslümanlarının ayaklarının tökezlediği gibi…

Müslüman, teslim olandır. Bu teslimiyet ona sınırlar içinde varlığını sürdürme zemini hazırlar. O sınırları aştığı andan itibaren başka bir isimlendirme ile karşı karşıya kalır. İşte bu yüzden kendi sınırlarını ihlal etmeyen bir zemine ve zamana yaslanmak mecburiyeti hâsıl olmaktadır. İslam, sınırlarını helal ve haram kavramları üzerine bina eder. Emir ve nehiy ise yapılması zorunlu olanlarını işaret eder. Bu dört kavram birbirinin tamamlayıcısı pozisyonunu içerir. Bu yüzden müslüman kendi sınırları içinde kalabildiği oranda bir ahlak sahibi olacaktır. Bu ahlakın derinlik kazanması ise; o sınırların içinde kalarak derinleşmesiyle, halini Müslümanlaştırırken, idrakini güçlendirmesiyle ve Allah’ın kendisini gördüğü şuuru üzerinden hareket etmesiyle sağlanır.

Müslümanların kahır ekseriyeti ve önemli bir kesit entelektüel bir şeyi göz ardı etmektedir: O da müslüman, başka bir dünya görüşüne ait bir sosyal gerçeklik zemininde varlığını koruyamaz ve iddiasını sürdüremez! Hataya sürüklenir ve kendi inancından uzağa düşer. Bugün Müslümanların ahvaline yöneltilmiş eleştirilerin büyük bir çoğunluğu içinde yaşadıkları farklı bir dünya görüşünün/modern dünya görüşünün içinde yer almalarının ve kendi dünya görüşlerine uygun yeni bir sosyal gerçekliği inşa edemedikleri için meydana gelen travmatik kırılmalar yüzünden meydana gelen ahlaki yozlaşmalara yöneliktir.

Daha açık bir ifade ile müslüman, modern dünya görüşünün ve onun ürettiği kültürel dokunun ürettiği yaşam tarzının içinde yaşadığı sürece kendi dini ahlaki yapısı ile hep sorun yaşayacaktır. Bu sorunu aşma adına: Ya modern dünya görüşünün yaşam tarzını içselleştirecek ve ona dini bir kılıf uyduracaktır, ya da reddederek,  kendi dini ilkelerinden hareketle yeni bir sosyal gerçekliği inşa edecektir. Yani yabancı bir kültür içinde kendi kültürel kodlarını yaşayacağı özerk bir alan inşa etmekle yükümlüdür ki Müslümanlığını yaşama imkânı elde edebilsin…

İslam düşüncesine yöneltilmiş eleştirilerin çoğu da bu modern epistemenin farklı boyutlarından hareketle yapılan eleştirilerdir. Hâlbuki her düşünce kendi epistemik zemini üzerinden doğru bir şekilde kavranabilir ve idrake açık hale getirilebilir. Müslümanlar son iki yüzyıldır neredeyse hep modern epistemenin ürettiği sorunlar ve sorular ile muhatap kılınarak onlara cevaplar üretmeye zorlanmaktadır. Ya da dinlerini açıklama biçimi için yeni bir bakış sunularak dini daha iyi anlamaya vesile olacağı zehabı üretilmektedir. Hâlbuki son iki yüzyılın sonunda gelinen noktada İslam hala tam olarak modern zihin ve modern dönemde yaşayan ama modern zihnin tasallutunda kalan zihin açısından öğrenilmiş değildir. Sürekli yeni sorular ve yeni sorunlar ile hep geriye doğru itilmekte ve öğrenilmesinin önü kapanmaktadır. Hâlbuki İslam kendi bilgi sistemine ve sistematiğine sahip olduğu gibi kendi varlık bilgisine de sahiptir. Kendi ahlaki ilkeleri, kendi umdelerinden neşet etmiştir. Bu temel gerçeği bir tarafa bırakarak Müslümanlık ile ilgili bir cümle kurmak sadece yanıltmayı içerir ve bir tahrifi açığa çıkartır.

Müslümanlar, yapacakları ilk iş; kendi köklerine dönmeleridir. Bu köklerine dönerken, modern zihnin tasallutundan tamamen kurtulmalıdır ki kökleri ile kuracakları ilişki sahih ve sahici bir karakter taşısın. Bugün için anlamsız olan ilahi yardımın varlığına odaklanmalı ve ilahi yardımı celbedecek bir niyet ve amel üzere cehdetmeyi akletmelidir. Çünkü müslüman, ancak ilahi inayet ile müslüman kalmayı başarabilecektir. O bilir ki ilahi inayet olmadan nefes bile alamaz… Bu yüzden ilahi inayete açık bir hali temel kabul ederek müslüman olmaya yönelmeli ki istikameti sağlamlaştırılsın…

Müslümanlara sunulan kavramların içerik ve biçim itibarı ile modern epistemenin ürettiği zihin üzerinden kendilerine sunulduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır Müslümanlar! Bu kavramların inşa ettiği zihin ise kendi dünya görüşüne gönüllü köleler oluşturma arayışının sonucunda açığa çıkan kavramsallaştırmalardır. Bilim, teknik, teknoloji, felsefe, akıl, düşünmek, özgürlük, eşitlik, hak, hukuk gibi kavramların bizi çağırdığı dünya görüşünü anlamadan onlara yönelik her ilgi bizi Müslümanlığımızdan uzaklaştıracaktır. Bu kavramlarla hesaplaşmadan onları kullanmak gönüllü köleliğe yönelmeyi davet edecektir.

Korkmadan, kendi köklerine yönelen, ilke ile uygulama arasındaki derin bağı ve bu arada oluşabilecek sorunu da dikkatle takip ederek, tarihsel seyir içinde oluşan soru ve sorunlara çözüm aramak daha kolaylaşacaktır. Cesaret, körü körüne değil, bilgi ve şuur üzerinden sağlandığı zaman ilahi inayete kapı aralanacaktır. Bilgi ve şuur ise İslam’ın kendi epistemik/bilgi/bilişsel süreç ve ontolojik/varlık bilgisi/şuur sistemi üzerinden elde edilmelidir.

Silkelenmek ve ayağa kalkmanın zamanı geldi geçmektedir. Bugüne kadar bize sunulan her şeyden şüphe etmeye başlayarak işe başlamalıyız. Şüphe edilmesi gereken diye bize sunulanlara ise itimadımızı tazeleyerek başlamak evla olacaktır. Şeytanın ve mücessem temsilcilerinin tuzağından kurtulmanın yolu onların bize sunduğu her şeyden vazgeçebilmeyi başaracak bir karaktere haiz olmaktan geçer…

Saldırıya uğrayan Sünnet ve Hadis meselesini yeniden ele almalı ve kendi otantik bilgi sistemi içinde yeniden düşünmeyi öğrenmeliyiz. Kendi tarihsel seyri içinde bu konuda yapılan çalışmalar zaten elimizde mevcuttur. Ama bu iki temel konuya yaklaşımda oryantalist etki yüzünden sağlıklı bir ilişki kurulamadı. Bu konuda tek yönlü bir sorun değil; ikili bir sorun ile karşı karşıyayız: eleştirel tutum sahipleri kadar savunma tutumuna sahip kişilerde de etki tepki ilişkisi yüzünden sağlıklı bir zemin kurulamadı… Makul ve sağduyulu bir yaklaşım geliştirmek zor olmasa gerek! Örnekleri de var zaten… Sadece yönelmek yeterli gelecektir…

Abdulaziz Tantik

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.