islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4946
EURO
34,5767
ALTIN
2.498,52
BIST
9.548,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
24°C
İstanbul
24°C
Az Bulutlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
19°C
Perşembe Az Bulutlu
19°C
Cuma Yağmurlu
15°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C

KUR’AN ÜSLUP  VE EDEBİYAT  (I)

KUR’AN ÜSLUP  VE EDEBİYAT  (I)

 

Kur’an-ı Kerim’in temel  amacı, muhataplarını bilgilendirmek, onlara yol göstermek  ve  gösterdiği doğru yoldan ayrılmalarına  da engel olmaktır. Bu nedenle  onun muh­tevası  gaye;  bu muhtevanın  sunuş biçimi yani üslûbu da,  o gayeye götüren bir vasıtadır. Bir başka deyişle Kur’an’da “Sanat sanat içindir” ilkesi yerine; “Sanat, gaye içindir” ilkesi hâkimdir. Bunu elde edebilmek için de Kur’an, Allah’ın mutlak ve sonsuz ilminden insanların anlayış ve kavrayış ufuklarına inerken; kıyamete kadar da gelip geçecek nesillerin, dil, ırk ve inanış farklılıklarına rağmen, on­lara her asırda hitap edecek bir şekilde açık, net, çok yönlü ve çok sezişli bir ifâde ve üslûp ile de inmiş  ve insanları, her çağda araştırmaya, düşünmeye sevk eden ve ilgi çekici çağrışımlarda bulunduran bir yapıya sahip olmuştur. Onun bu edebî üstünlüğü ve dolayısıyla gönüllere tesir etme, etkileme ve duygulandırma gücü, hiç bir kitaba nasip olma­mıştır. Dolayısıyla Kur’an’ın  ifâde ve  üslûbunda lüzumsuz fazlalıklar yoktur. Söz ve mânâ tam bir uyum ve ahenk içindedir. Lafzını, hem zihin anlar hem de gönül. İfâ­de ve üslubundaki ahenk ve ölçü, insan ruhunu okşamaya, sarmaya ve kal­bini titretmeye başlarken; zihin de, onun ince ve derin anlamlarını kav­ramaya ve anlamaya çalışır.

Mekke’de, sayıları az da olsa, edebiyatla meşgul olan şâirler ve edebiyatçılar bulunmaktaydı. Onları ve gelecekte onlar gibi düşüne­cek diğer kimseleri de, kendilerini güçlü gördükleri bu sahada âciz bırakmak ve gerçeği güzel bir biçimde onlara anlatmak gerekiyordu. Bunun için de Kur’ân, gücünü sadece muhtevada değil; dil, üslup ve ifâde de gös­termiş ve insanlardan, yardımcılarını  da çağırmak suretiyle, en küçük sûre­sine benzer bir sûre meydana getirmelerini istemiştir[1]  Kur’ân’ın  nazil olduğu o çağda bu meydan okuyuşa  cevap veren olmadığı gibi, şu ana kadar da çıkan olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Zira  onun bu üslûbu, edebî üstünlüğü ve edebî gücü, Arap edebiyatçılarını ve üstatlarını dehşete düşürmüş ve onların edebî dehâlarını ezip geçmiştir. Onlar, şayet bunu başaramamışlarsa, başka kim başarabilir?   Nitekim Allah Teâlâ da başaramayacaklarını söylemektedir.

Hz. Peygamber, Kur’ân’ın bu edebî gücünü çok iyi değerlendirmiş ve her yerde Kur’ân okuyarak, insanları, İslam’a davet etmiştir. Kur’ân’ı dinleyen herkes, dost ve düşman bütün insanlar, dehşet ve hayrete düşmüş ve ruhlarında derin, sarsıntılar ve yıkımlar meydana gelmiştir. İslâm’ın en azılı düşmanlarından olan Velid b. Mugire bile, “Muhammed’ den öyle bir söz işittim ki, bu bir insan sözü değil, cin sözü hiç değil, son de­rece hoş ve fevkalâde güzel” diyebilmiştir.

Cübeyr b. Mut’ım da henüz imân etmemişti. Hz. Peygamber’in  okuduğu Kur’an’ı dinliyordu.  Hz. Peygamber ise  Tûr sûresini okuyordu. “Yoksa onlar, boşu boşuna mı yaratıldılar? Yahut yaratanlar kendileri mi?[2]  âyetine gelmişti ki Cübeyr’e :”Bu âyet kalbime öyle tesir etti  ki”[3]   sözünü  söyletmişti. Nitekim,” Onlarla en büyük cihadı, Kur’ân’la yap” [4] emri,  bu yöntemi  ifade etmektedir. Buradaki cihat emri,  savaş anlamında  değil,  Kur’an muhtevasını  anlatma, yayma  ve  insanlara  sunma  cehdi ve gayreti anlamındadır.  Zira ayette geçen “ bihi” zamiri ile  işaret edilen savaş değil, Kur’an’dır.[5] Kaldı ki  bu ayet Mekke’de nazil olmuştur. Savaş emri ise Medine’de gelmiştir. Bu nedenle bu ayet, Peygamberimize ve dolayısıyla bütün Müslümanlara,   en büyük cihadın Kur’an’la yapılabileceğini anlatmaktadır.

Hz. Peygamber,  Kur’an’la cihadı nasıl yapmıştır? Biz bugün  nasıl  yapmalıyız?  Sorularının  doğru cevabını  bulmak  zorundayız. Bunun da doğru cevabını  Hz. Peygamber’in hayatından  rahatlıkla öğrenebiliyoruz:  O,   Kur’an okuyarak, onu anlatarak ve onu yaşayarak  en  büyük  cihadı   yapmıştır. Bizim de yapmamız gereken öncelikle  bududur.   Bununla birlikte ana fikrini, ruhunu ve özünü Kur’ân’  dan alan edebî eserler  ile birlikte ilmi eserlerle  de cihat etmektir.  Böyle bir cihat, şiirle olur, nesirle olur, romanla olur,  hikâye ile olur, bilimsel eserlerle olur.  Kısaca Kur’an muhtevasını   her  türlü araç ve gereçlerle sunmakla olur.

Kur’ân’ı- Kerim’in nüzulü sırasında, Hz. Peygambere ve Kur’ân’a inanma­yan Câhiliye dönemi Arapları, Kur’ân’a şiir, Hz. Peygambere de şâir de­mişler; inanmamak için ne söylemek gerekiyorsa onu söylemekten de geri durmamışlardı. Kur’ân’daki eşsiz ahenk ve üslûbun etkisinde kalarak ona şiir diyen­ler, çok geçmeden onun bir şiir olmadığını anlamışlar ve başka ithamlara geçmişler; bu defa ona sihir demeye başlamışlardı.

Sebebi gizli, etkisi belli anlamında kulla­nılan sihirden onun tesir gücü kast ediliyorsa Kur’an, gerçekten sebebi gizli fakat etkisi açıkça belli bir sihirdir. O öyle bir sihirdir ki, insanı etkiler, inançlarını, alışkınlıklarını ve kısaca insanın ruh dünyâsını değiştirir. Onu okuyan veya dinleyen onun etkisinden kurtulamaz. O, akla tesir ettiği gibi kalbi de etkiler. Bu sebeple Kur’ân, sâdece akıl kita­bı değil, aynı zamanda gönül ve duygu kitabıdır. Onu anlamadan okuyan veya dinleyen bile onun etkisinden kurtulamaz. O, gönüle öyle bir nüfuz eder ki, onu oradan söküp atmak imkânsızdır. Ancak Kur’ân, müşrik Arapların anladığı ve kastettiği anlamda sihir değildir. Hz. Peygamber de, onların anladıkları mânada sihirbaz değildir.

Kur’an-ı Kerim, bu anlayış ve iddialara şöyle cevap vermektedir: “Ey Muhammed, öğüt ver, Rabbinin nîmetiyle sen ne bir kâhinsin, ne de bir  mecnun. Yoksa senin için şöyle mi diyorlar: Şâirdir, zamanın onun aley­hine dönmesini gözlüyoruz. De ki: gözleyin, doğrusu ben de sizinle bera­ber gözlemekteyim.” [6]

“Onlara Allah’tan başka tanrı yoktur denildiği zaman, şüphesiz büyüklenirler. Mecnun bir şâir yüzünden tanrılarımızı mı bırakalım derlerdi.” [7]

“O şâir sözü değildir, ne az inanıyorsunuz. 0 kâhin sözü de değildir, ne az düşünüyorsunuz.” [8]

“Hayır o şâirdir dediler.”  [9]       

“Oysa biz Muhammed’e şiir’öğretmedik. Zâten ona böyle bir şey gerek­mezdi de. Bu bir öğüt ve apaçık bir Kur’ândır.”[10]

“Çünkü şâirlere azgınlar uyar. Şâirlerin, her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin.”[11]

Edebiyatın bir türü olan şiire ve şâire  Kur’ân’ın bakış açısı budur. Ancak Kur’ân’ın bu olumsuz  bakış açısı, şâirlerin şiiri kötüye, çirkine, yalan ve yanlışa  âlet ettikleri durumlara yöneliktir. Yok­sa şiiri, Hak’ka götüren bir yol olarak kullanan şâirlere ve bu amaçla yazılmış şiirlere  ne  Kur’ân’ın, ne de Hz. Peygamberin olumsuz bir tavrı söz konusudur.   Nitekim Hz. Peygamber’in, Hassan b. Sabit’i şâir olarak yanında muhafa­za ettiği ve ona İslâm’ı anlatan şiirler yazmasını da emrettiği bilinmektedir. O da İslâm’ı ve İslâm’ın genel esaslarını anlatan, Resulullah’ı öğen ve küfrü ye­ren şiirler yazmıştır. “Kaside-i Bürde”  şâiri bunun bir diğer örneğidir. Resulullah kendisine takdim edilen bu şiirden o kadar etkilenmiş ve o ka­dar duygulanmıştır ki, üzerinden hırkasını çıkartıp, kendisine bu şiiri takdim eden şâire vermiştir.

Resulullah, ayrıca “Beyan’da sihir vardır[12] diyerek, edebî sözün tesir gücüne de işaret etmiş ve önemini belirtmiş;  şu sözüyle de, muhte­vası çirkin ve hiciv kokan söz ve şiirleri yasaklamıştır: “Yermek ve beyan, nifaktan iki şubedir.”[13]  Bu hadis, insanları kınayıcı, yerici ve hicvedici sözler ile muhtevası çirkin diğer sözleri yasak­lamaktadır.  Nitekim Resulüllah, bir diğer sözünde, beyânın sadaka ol­duğunu ifade etmektedir.[14]

Bu da gösteriyor ki yasaklanan, doğru olma­yan ve kötüye kullanılan şiir ve sözlerdir.  Dolayısıyla tabiî güzelliklerin anlatılması ve şiir olarak da terennüm edilmesi, yasaklanmamaktadır.  Bir Kaside-i Bürde’yi, bir Su Kasidesini, bir mevlidi, bir nât’ı veya bir Çanakkale şiiri ile Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirlerini nasıl yasaklayabiliriz? Bunlardaki muhteva güzelliğini ve ifâde gücünü nasıl görmezlikten gele­biliriz?

İmam Gazali, mûsikiyi bile değerlendirirken güfteye bakmakta, güfte­nin durumuna göre mûsiki hakkında görüş beyan etmektedir[15].Bu da şii­rin önemini artırmaktadır. Hz. Peygamber, “Şiirde hikmet vardır”[16]  buyurmaktadır. Şiirin hikmetli oluşu, onun hem anlamının, hem ifâ­desinin güzel oluşundan kaynaklanmaktadır, İmam Şafiî de “Şiir bir sözdür, güzeli güzel, çirkini de çirkindir”[17]demektedir. İyiye, güzele, doğru­ya kullanıldığı sürece şiir faydalı; kullanılmadığı zaman da zararlıdır.

 

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] İsra,17/88.

[2] Tur, 52/35-36.

[3] Buhari, Sahih, Tefsir, Tur Sûresi, İbn Kesir, Tefsir, Kahire,tarihsiz , 7/412.

[4] Furkan,25/52.

[5] Maverdî, en-Nüket ve’l Uyûn Beyrut 1992,  4/150.

[6]Tur,52/29-31

[7] Saffat, 37/35-36.

[8] Meariç, 70/41-42.

[9] Enbiya, 21/5.

[10] Yasin,  36/69.

[11] Şu’arâ, 26/224-226.

[12] Buhari, K.Nikah,47, Tıp, 51, Müslim, Cuma,47,

[13] Tirmizi, Bir,  87.

[14] Ahmet b.Hanbel, Müsnet, 5/154.

[15] Gazalî, İhyau Ulumi’d Din, Lübnan, tarihsiz, 11/270-273.

[16] Buhari, Edep, 90; Tirmizî, Edep, 69.

[17] Gazzalî, İhya, 11/273.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Mürsel dedi ki:

    Celal Hocamız yine kitabın ortasından konuşmuş ve günümüz şartlarında cihadın farklı boyutlarına temas etmiş.
    Kalemine sağlık.
    “Hz. Peygamber Kur’an okuyarak, onu anlatarak ve onu yaşayarak en büyük cihadı yapmıştır. Bizim de yapmamız gereken öncelikle budur. Bununla birlikte ana fikrini, ruhunu ve özünü Kur’an’dan alan edebî eserler ile birlikte ilmi eserlerle de cihat etmektir. Böyle bir cihat, şiirle olur, nesirle olur, romanla olur, hikâye ile olur, bilimsel eserlerle olur. Kısaca Kur’an muhtevasını her türlü araç ve gereçlerle sunmakla olur.”