islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3752
EURO
34,7818
ALTIN
2.434,64
BIST
10.082,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Salı Hafif Yağmurlu
15°C
Çarşamba Az Bulutlu
18°C
Perşembe Az Bulutlu
19°C
Cuma Hafif Yağmurlu
17°C

KUR’AN’DA HEVN KELİMESİNİN İKİ ANLAMI

KUR’AN’DA HEVN KELİMESİNİN İKİ ANLAMI
23 Ağustos 2023 11:06
A+
A-

Bunun kökü ‘hâ-ne/hevene’ fiilidir. Bu da sözlükte; yumuşak ve kolay olmak, hakir ve zelil olmak, zayıf ve sakin olmak demektir.

Bunun ‘ehâne’ kalıbı; bir şeyi hakir görmek, küçümsemek,

‘hevvene’ kalıbı; kolaylaştırmak, bir şeyi hafifletmek, küçümsemek,

‘hâvene’ kalıbı; yumuşaklıkla ve kolaylıkla davranmak anlamında…

“hâne’l-emru ala fülânün: Şu iş şu kimseye kolay geldi” denir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât; s: 798)

Âyetlerde bu anlamda geçiyor. Mesela;

“İnsan ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti” der.

Ama onu sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman: “Rabbim bana hor baktı (zelil etti)” der.” (Fecr 89/15-16)

“… Bir çoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah, kimi alçaltırsa (yehinu) ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.” (Hac 22/18)

Kur’an’da bu fiilden türeyen isim, sıfat ve masdar olan bir kaç kelime var.Hevn’ bunlardan biridir.

-Hevn

Bunun iki anlamı var. Birincisi; vakar, teenni, tevâzu, yumuşaklık…

İnsanın kendine gözün kısılmasına ya da yere eğilmesine neden olacak herhangi bir zillet erişmeden, kendi nefsinde tevâzu sahibi, alçakgönüllü olması. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât; 798)

Bu, övülmeye değer görünür. Şu âyette olduğu gibi.

“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde tevâzu (hevn)  ile yürüyen kimselerdir. Câhiller onlara laf attıkları zaman, ‘selâm’ der (geçer)ler.” (Furkan 25/63)

Kur’an’ın câhil dediği kimseler müslümanlarla alay etmek, dinlerini tartışmak için sataşabilirler, laf atabilirler. Bunu yüzyüze geldikleri zaman yaptıkları gibi, -günümüzde- yazı ile, medya ve sosyal medya ortamında daha yaygın yapabilirler.

Müslümanlar onların alaylarına, gülmelerine, kaş göz işareti ile dalga geçmelerine aldırmazlar. Onlarla dini ve dinin ilkelerini tartışmazlar. İmkanı varsa İslâmî anlatırlar. Bu imkan da yoksa, bir anlamda veda olmak, konuyu kapatmak üzere, “lekum dinikum veliyedin-sizin dininiz sizin benim dinim de benim” demiş olarak ‘selâm’ der ve işlerine bakarlar.

Bunu yaparken asla kibirlenmeden ve zillete düşmeden vakarla, İslâmî kişiliğe uygun bir şekilde yaparlar.

Buradaki selâm bir müslümanın diğeri ile karşılaştığı zaman vermesi gereken selâm değil; ama bir veda, yüz çevirme selâmı olduğu söylenebilir.

Furkan Sûresindeki bu pasaj (63-76. âyetler arası) “Rahmanın kulları” diye isimlendirilen, iman edip sâlih amel işleyen mü’minlerin bazı sıfatlarından bahsediyor.

Mü’mine yakışan sıfatlardan biri de insanlar arasında yürüdükleri, onlarla birlikte oldukları zaman vakar ve tevâzu ile davranmalarıdır.

Bu iki güzel ahlâk her ne kadar zıd gibi görünse de ikisi birbirini tamamlar. Vakar, şahsiyet sahibi olmak değerini korumaktır. Bu asla kibir değildir. Kibirlenmek ile vakar arasında ince bir çizgi vardır.

Haddini bilen mü’min imanın verdiği bilinçle sağlam bir kişilik kurar. Onun kiliğine ve davranışlarına vahyin ilkeleri yön verir. İslâmî şahsiyete yakışmayan davranış, söz ve tavırlardan, zillet ve meskenetten kaçınır. Bu kişiliği birilerine yaranmak, çıkar elde etmek, şirin görünmek için değersizleştirmez.

Tevâzu, kibrin zıddıdır. Mü’mine zillet yakışmadığı gibi büyüklenmek de yakışmaz. Zira ‘kibriyâ’ sıfatına ve hakkına sahip, el-Ekber olan Allah’tır. (Bkz: Yûnus 10/78. Câsiye 45/37) Bu Rahman’ın kulu olduğuna iman eden bir mü’min, insan olarak yerini, haddini bilir.

O Allah’ın kullarına karşı da kibirlilik göstermez. Onları küçük, kendisini büyük veya üstün görmez.

Tevâzu alçak gönüllülüktür. Ama bu asla sünepelik, zillet, kendini asağı görmek değildir.

Mü’min tavâzu göstereceğim diye kimsenin önünde, çıkar, makam veya göze girmek için eğilmez. Bu gibi amaçlar için bulunduğu yerine şeklini almaz, renk değiştirmez. Bulunduğu yeri bilir, ona göre göre konuşur veya davranır.

Tevâzu gösterir ama alçalmaz, küçülmez, İslâmî kişiliğini unutmaz. Değersiz, zelil, dilenci gibi olup kendini rezil etmez.

Bu âyet mü’minin bir sıfatı olarak tavûzuyu önceliyor. Bu kelimenin burada kısaca açıklamaya çalıştığımız vakarı da içinde barındırdığını söylemeliyiz. Zira müslümandan istenen alçakgönüllü olmak, kişiyi değersizleştirecek bir eğilme, zillet veya başkalarına şirin görünmek değil, İslâmî şahsiyete yakışan bir ciddiyet, şahsiyet ve kibirden uzak bir olgunluktur. Bu da onun vakarıdır.

Devam eden âyetlerde Allah (cc), cehennemden sakınmayı, harcamalarda orta yolu tutmayı, yalnız Allah’a iman etmeyi ve sâlih amel işlemeyi, tevbe etmeyi, Allah’ın âyetlerine karşı duyarlı olmayı, isteyince Allah’tan istemeyi, büyük günahlardan sakınmayı da mü’minlerin özelliği olarak sayıyor.

Şu âyetle üzerinde durduğumuz âyet arasında benzerlik var.

“Onlar (o mü’minler) ki, yalana şâhitlik etmezler ve boş söz konuşanlara rast geldikleri zaman, efendice (vakarla) geçip giderler.” (Furkan 25/72)

Mü’minlerin özelliklerini anlatan bu âyetlerle bir önceki Furkan 25/61-62. âyetler arasında bağ kurulabilir. Rabbimiz bu iki âyette gökte burçlar yarattığını, onlara bir kandil (ışık kaynağı) koyduğunu ve Ay’ı da nûr (ışık) yaptığını, gece ile gündüzü peşpeşe getirdiğini açıklıyor. Ki insanlar düşünüp ibret alsınlar ve şükretsinler.

Hevn’in ikinci anlamı: Birinin bir tasallutu, hakimiyeti ve gücü olup onu hafife alan, küçümseyen kişiden dolayı meydana gelen zelilleşme (hor ve hakir duruma gelme) durumudur.

Bu ise Tevhid anlayışı açısından yerilen bir zelilliktir.

“Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir?

Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz,

ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!” (En’am 6/93)

“Allah’a karşı yalan uydurandan” maksat, Allah’ın hiç bir insana vahiy indirmediğini iddia edenlerdir. Ya da bu âyet “Kur’an, Muhammed’in kendi uydurmasıdır” şeklinde iftira edenlere karşı bir cevaptır. (Furkan 25/4. Hâkka 69/44-46)

Çünkü Allah’a ait olmayan sözleri O’na isnat etmek, hem O’na iftiradır, hem de haksızlıktır. Rasûlüllah ise bu hatadan uzaktır. (Komisyon, Kur’an Yolu, 2/350)

Bu âyetin tehdidi, Rasûlüllah (sav) zamanında kendilerine vahiy geldiğini iddia eden Müseylemetu’l-Kezzâb, Esved-i Ansi’yi kapsadığı gibi, daha sonradan tarihte ve günümüzde “bana da vahiy geliyor”, “bana da ğayp’tan bildiriliyor”, ya da “bizim efendimize, üstadımıza da bildiriliyor, vahiy geliyor”, “o ne diyorsa ona bildirilendir”, “o ne yazdı ise yukarıdan aldı” diye iddia eden bütün yalancıları kapsar.

 

Hüseyin K. Ece

 

 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.