islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3753
EURO
35,0555
ALTIN
2.326,55
BIST
9.096,30
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Parçalı Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
18°C

“MIŞ GİBİ” OLMAK VE YAŞAMAK

“MIŞ GİBİ” OLMAK VE YAŞAMAK
23 Temmuz 2022 09:38
A+
A-

Toplum  içinde  yaşamak zorunda olan  insanın,  sosyal, kültürel, siyasî, iktisadî, dinî vs. gibi bir çok alanda genel geçer anlayışlarla belli bir oranda uyum içinde olduğu, fakat  kendine özgü bir hayat tarzının da  bulunduğu  görülüyor.  Bu hayat tarzı, kimi insan için ölçülü ve dengeli, kimi insan için de  ölçüsüz ve dengesizdir. Kimi insan yaşadıklarını samimî ve içten,  kimi de  özde değil, sözde yaşar; olduğu gibi değil, başkalarının olmasını istediği gibi davranır ve olduğundan farklı görünür.  Doğan Cüceloğlu buna ‘Mış Gibi’ Yaşamlar diyor.

“Mış gibi olmak”,  hayatın her alanında oluyor. Mesela  kimi yemez ama yemiş gibi yapar; kimi bilmez ama biliyormuş gibi davranır; kimi  inanmaz ama inanmış gibi görünür; kimi  samimi değildir ama samimiymiş gibi bir davranış sergiler.  Bunun adı  “mış gibi olmak” tır. “Mış gibi olmak, kişinin gösterdiği ile iç dünyası arasındaki farklılık durumudur.  Zira insanlar içlerinden geçen duygu ve düşünceleri paylaşamadıkları zaman ‘mış gibi’ davranmaya başlarlar. Bu,  aslında yaşıyormuş gibi görünüp de yaşamayanların  hayatıdır ve bunun sebebi de korkudur”.[1]   Fakat “mış gibi” olan her davranışın  temelinde  sadece korku  yoktur, başka sebepler de olabilmektedir Mesela  “Sanki Yedim Camii” için anlatılan hikaye buna bir örnektir.  Canı bir şey yemek isteyip de yemeyen, dolayısıyla yemediği şeyin  parasını biriktiren ve biriktirdiği  bu para ile adına bir cami yaptırılan insanın  hikayesi, korkuya dayalı   değildir.

Mış gibi olma  tavrının, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız” sözüyle bir  ilişkisinin  olup olmadığı bilinmese de,[2]   bu söze yansıtılmış olması da   ihtimal dahilindedir. Zira hadis diye de nakledilen  ve halk arasında  yaygın olarak  kullanılan bu sözün aslı, “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol ” [3]  şeklindedir ve  hadis otoriterlerince de  hadis olmadığı ifade edilmektedir.

Bu söz, aynı zamanda anlamı itibariyle Kur’an’ın genel muhtevasıyla da örtüşmemektedir. Zira  Kur’an’a göre  “dünya”, insan için hayatın başlangıcı, “ahiret” ise o hayatın sonudur. Dünya  hayatında yapılan bütün  işlerin, doğru olanları ve olmayanları; helal olanları ve olmayanları;  güzel olanları ve güzel olmayanları, kısaca  amel-i salih olanları ve  amel-i salih olmayanları vardır. Dolayısıyla bu dünyada  iyi olsun, kötü olsun; doğru olsun yanlış olsun, insanın yaptığı  her iş ve her davranış,  aynı zamanda ahirete de götürülecek işlerdir.  Zira  ahirette her insan, dünyada  iken   inanıp inanmadığından,  küçük veya büyük, iyi veya kötü, doğru  veya yanlış, güzel veya çirkin  yaptığı  her işten, kısaca “iyi bir kul” olup olmadığından  hesaba çekilecektir 

Kulluk, genel anlamda insanın Allah için, O’nun buyrukları doğrultusunda iş yapması ve eylemlerde bulunması demektir.  Nitekim Allah Teâlâ, kimlerin daha güzel işler yapacağını denemek için hayatı  ve  ölümü  yarattığını  açıklar. [4]  Bu nedenle  iman ve ibadet, kulluğun sadece bir boyutudur, diğer boyutları ise insanlık ve halifeliktir. İnanmak, namaz kılmak oruç tutmak, hacca gitmek ve zekât vermek ne kadar kulluğun bir gereği ise; haramlardan uzak durmak, adil ve merhametli olmak, paylaşmak, doğru-dürüst olmak, üretimde bulunmak, işini iyi yapmak, çevreyi korumak kısaca bütün insanî değerlere ve çevre ahlakına sahip olmak da o kadar kulluğun bir gereğidir.

İbadet, Allah’a; ahlak, insanlara ve sosyal çevremize; halifelik ise yeryüzüne ve evrene karşı olan ahlaki sorumluluklarımızı ifade eder. İnsanın  görevi de bu  sorumluluğu birini ötekinin aleyhine bozmadan, ifrat ve tefrite kaçmadan hakkıyla yerine getirmektir. Bu nedenle Cennete ve Cehenneme giden yol, bu dünyadan geçmekte, dolayısıyla insan bu dünyada  yaptıklarıyla Cenneti ya da Cehennemi hak etmektedir. Zira ahirette  kimin dünya hayatında iken iman ettiği, kimin  de iman etmediği; kimin  aslında iman etmediği halde iman etmiş gibi göründüğü;  kimin samimi  ve ihlaslı olduğu; kimin samimi ve ihlaslı olmadığı  halde   samimi ve ihlaslı  imiş gibi  bir görünüm   sergilediği ayan beyan ortaya çıkacaktır.  

Bu nedenle Kur’an’da “tenzile iman” konusunda insanlar,   mü’min, kâfir, münafık ve  müşrik  tanımlarıyla bir sınıflandırılmaya tabi tutulmakta; ayrıca Müslüman olan, fakat  mü’min olmayan insanlardan[5],  fâsık ve  fâcirlerden de  söz edilmekte;  dolayısıyla  dinî terminolojide “tenzil”e  inanmayanlara “kafir”,  inanlara “mü’min”,  inanmadığı halde  inanmış gibi  bir görüntü verenlere “münafık”;  samimi ve ihlaslı olmadığı halde, samimi ve ihlaslı imiş gibi  bir  görüntü verenlere de “müraî” denilmektedir.

Münafık, kök anlamı itibariyle “tarla faresinin bir tehlike anında kaçmasını sağlamak üzere yuvası için hazırladığı birden fazla çıkış noktasının birinden girip diğerinden çıkması” [6]  demektir.  Kur’an,  bu somut olayla ilgili anlamı, soyut  alana taşıyarak “ tenzile” inanmayan, fakat inanmış gibi yapan veya öyle görünen kimseleri tanımlamak için kullanmış ve terimleştirmiştir.   Onun bu tanımlamasında   iki farklı  münafık  tipinden  de söz edildiği görülür.  Bunlardan birincisi  münafıklığında  samimi olanlar[7]; ikincisi ise  şüphe içinde bocalayan[8], imandan çok küfre yakın olan[9] çift kişilikli insanlardır.

Şu ayetler,  bu münafıkların psikolojini yansıtır:

“İnsanlardan kimi de var ki, Allah’a ve ahiret gününe inandık derler, oysa inanmamışlardır. Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki yalnız kendilerini aldatırlar da farkında ol­mazlar. Onların kalplerinde hastalık (şüphe hastalığı) vardır. Allah da has­talıklarım artırmıştır. Yalan söylemelerinden ötürü onlara acı bir azap vardır. Onlara yeryüzünde bozgunculuk yapmayın dendiğinde, biz sadece düzeltici­leriz derler. İyi bilin ki onlar ortalığı bo­zanlardır. Fakat anlamazlar. Onlara in­sanların inandıkları gibi, siz de inanın dense yani beyinsizlerin inandıkları gi­bi mi inanalım, derler. İyi bilin ki. asıl beyinsizler kendileridir fakat bilmezler. İnanmış olanlara rastladıkları zaman inandık derler, fakat şeytanlarıyla yal­nız kaldıkları zaman “biz sizinle bera­beriz, biz sadece (onlarla) alay ediyo­ruz” derler. ‘Allah da kendileriyle alay eder ve  onları bırakır. Taşkınlıklar içinde bocalayıp dururlar. İşte onlar o kimselerdir ki hidayet karşılığı sapıklı­ğı satın aldılar da ticaretleri kâr, etmedi. Doğru yolu da bulamadılar.” [10]

Kur’an’da ayrıca münafıklarla ilgili müstakil bir sure ve daha pek çok ayet  mevcuttur. Hz. Peygamber ise münafıklığın alametlerini, yalancılık, sözünde durmamak, emanete hıyanet etmek, anlaşmazlık durumlarında aşırılığa kaçmak olarak  açılmamış[11]  ve  “Böyle bir kimse oruç tutup namaz kılsa ve Müslüman olduğunu zannetse de durumu değişmez” [12] demiştir.

Münafıklıktan sonra  dinî hayatta  ‘mış gibi ‘ yaşanan diğer bir olgu  da riyadır. Riya, Allah için yapılması gereken amel ve ibadeti  insanlara  gösteriş olsun diye yapma  eyleminin adıdır.  Bir  diğer ifade ile riya, dünyevî çıkarlar elde etmek için dindar gibi görünmek ve  “Allah’tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlâsı terk etmek”[13] tir. Nitekim Kur’an’da  riya ile ilgili olarak ibadet niyeti  olmaksızın  sadece gösteriş için  sadaka verme ve namaz kılma; gösteriş ve şöhret için savaşa katılma davranışlarının zikredildiği ve kınandığı  görülmektedir.[14]

Hz. Peygamber ise “Ümmetim için gizli şirk ve şehvetten kaygı duyuyorum” demiş, “Sizden sonra da hâlâ şirk olacak mı?” sorusuna, “Evet, fakat güneşe, aya, taşa ve puta tapmak şeklinde olmayacak, insanlar ibadetlerini riya için yapacaklar” cevabını vermiştir. [15]  Diğer  bir hadisinde ise Hz. Peygamber,  riyayı “küçük şirk”  olarak tanımlamış;  Allah’ın kıyamet gününde insanlara amellerinin karşılığını verirken gösteriş için ibadet ve hayır yapanlara, “Ey riyakârlar! Dünyada amellerinizi gösteriş olsun diye kimin için yaptıysanız gidin onu arayın, bakalım bulabilecek misiniz?” şeklinde hitap edeceğini ve  onları huzurundan kovacağını bildirmiştir.[16]

Allah’ın dünyada kendilerine nimetler verdiği kimselere uhrevî hesap sırasında bu nimetlere  karşılık ne gibi ameller işlediklerinin sorulacağı, bunlardan bazılarının şehid oluncaya kadar O’nun uğrunda savaştıklarını; bazılarının O’nun rızası için ilim öğrendiklerini ve  Kur’an okuduklarını; bazılarının da O’nun rızası için cömertçe hayırlar yaptıklarını söyleyecekleri, ancak bu amelleri gerçekte gösteriş için yaptıklarının kendilerine bildirileceği ve sonunda hak ettikleri cezaya çarptırılacakları belirtilmektedir.[17] Bir  diğer hadiste ise  ibadet ve hayırlarıyla şöhret peşinde olanların gizli kötülüklerinin Allah tarafından teşhir edileceği, riya ile amel edenlerin riyakârlığının açığa vurulacağı ifade edilmektedir. [18]

Bu bilgileri dikkate alan ve hayatlarına yansıtanlar,  duygularının  etkisinde kalmayarak aklını kullanan, düşünen;   düşüncelerini ve yaptıklarını tek tek  sorgulayan; imanında ve davranışlarında  samimi olan; ahirette hesaba çekilmeden önce bu dünyada kendini hesaba çeken insanlardır. Bunu yapmayalar /yapamayanlar ise duygularının da  etkisiyle aklını kullanmayanlar ve  mış gibi yaşayanlardır.

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] Doğan Cüceloğlu  Resmi Wep Sitesi,  Mış Gibi Bir Sevgi, 29/04/2006.

[2] A. Mevhibe  Coşar  , Türkçe’de  “Mış gibi Yapmak” , Uluslar Arası  Türkçe Edebiyat Kültür Dergisi, Sayı 5/3,2016, 1218.

[3] Suyutî, Câmiu’s-Sagîr, Hadis No:1201.

[4]Mülk,67/2

[5] Hucaurat,49/

[6] Ragıb  İsfehânî,  nfk maddesi

[7] Bakara 2/8.

[8] Nisâ 4/137, 143.

[9] Âl-i İmrân 3/167.

[10] Bakara: 8- 16

[11] Buhârî, İmân,24.

[12] Müslim, İmân,109-110.

[13] Cürcanî, Tarifat,  riyâ maddesi.

[14] Bakara 2/264; Nisâ 4/38; Enfâl 8/47), Nisâ 4/142; Mâûn 107/6.

[15] Müsned, 4/ 124.

[16] Müsned, 5/ 428, 429.

[17] Müslim, “İmâre”, 152

[18] Buhârî,  Riḳâḳ, 36 .( Bu yazıda  Mustafa Çağrıcı, Riya, TDVİA, İstanbul 2008, 35/137-138’den yararlanılmıştır. )

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.