islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4530
EURO
34,8305
ALTIN
2.446,17
BIST
9.915,03
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

HURAFE: CEHÂLETTEN BESLENEN BATIL BİR İNANIŞ VE DAVRANIŞ

HURAFE:  CEHÂLETTEN BESLENEN BATIL BİR İNANIŞ VE DAVRANIŞ

Prof. Dr. Celal Kırca

Cehâlet, insanı  duygularının ya da  duyduklarının  esiri yapan etkenlerin başında yer alır. Bu nedenle kimi insan, görece bir cehalet dünyasında yaşadığı için  neyi ne kadar  biliyorsa onu gerçek zanneder ve  onun haricindeki hakikatleri  öğrenme zahmetine katlanmaz, dolayısıyla da duydukları ve  bildikleri ile  yetinmeyi  marifet sayar. Zira cehâlet, “nefsin bilgiden yoksun olması” , “bir konuda doğru olanın tersine inanma” ve “bir konuda yapılması gerekenin tersini yapma”  anlamlarını ihtiva eder.[1]   Bu nedenle doğru bir hayat  yaşamak isteyen insan ise   doğru bilgiye ihtiyaç  duyar ve onu elde etmek için  bir arayış içinde olur.

Nitekim Allah Teâlâ,  bu konuya  dikkatimizi  çekerek  bir taraftan “ Ey Nuh ! O, senin (kurtarmayı vadettiğimiz) aile fertlerinden biri değildi. Çünkü o  doğru bir iş yapmamıştı. Sen aslını esasını bilmediğin  şeyi  Benden isteme.  Sana cahillerden biri olmamanı tavsiye ediyorum”[2] derken; diğer taraftan  da insanlara “Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü göz, kulak ve kalb/akıl bundan sorumlu olacaktır”[3]  uyarısında bulunur. Zira  doğru bilgi yoksa,  doğru bilinç; doğru  bilinç yoksa doğru eylem de yoktur.  Bu nedenle  işlerin  doğru olabilmesi için, doğru bilgiye ihtiyaç vardır.  Bu ihtiyacı da Müslüman, öncelikle Kur’an’dan karşılar;  ondan  elde ettiği  bilgiler ile  de dinî hayatını  şekillendirir ve tanzim eder.  Bu nedenle  dinî konuda  Kur’an’a dayanmayan  veya onun tarafından onaylanmayan her bilgi, doğru olmayan  bilgiler arasında yer alır.  Bunlardan biri de  hurafedir.

Hurafe, “Uydurma, yalan hikaye ve rivayetler” [4] demektir. Bu nedenle “İslâmiyet’ten önceki dinlerden kalan veya dinde olmadığı halde sonradan uydurulan, asılsız, gerçekle alâkası bulunmayan bâtıl inanç, bidat, esatir,  efsâne, hikâye, rivâyet ve benzeri şeylerin  de genel adıdır.[5]  Hurafenin, belli bir sahası, sayısı ve sınırı yoktur. Eski hurafelere yeni hurafelerin  eklendiği de bir vakıadır. “Hurafe kelimesi Kur’an’da geçmez, bununla birlikte anlam olarak ona yakın olan “esâtîr” kelimesi dokuz ayette, “lehve-l hadis” [6] ise  bir ayette geçer ve Allah yolundan insanları saptırmak ve Kur’an ayetlerini alay konusu  yapmak için aslı esası olmayan masalları ifade eder. Hurafe türlerinden en yaygını olan  falcılık ise “ ezlâm /fal okları”  adıyla  Kur’an’da yer alır ve yasaklanır. Cahiliye Arapları, bir işe başlamadan önce üzerinde evet veya hayır yazılan bu oklardan birini çeker ve ona göre işini yapardı.”[7]    Falcılığın bir diğer çeşidi ise  “yıldız falı” dır.

Yıldız falı yıldızların konum ve hareketlerinin bir işaret sistemi oluşturduğuna, bu sayede insan hayatının evrelerinin bilinebileceği iddiasına dayanır. Batı dillerinde  buna astroloji, Türkçe’de müneccimlik, yıldız falı  adı verilir. Yıldız falına bakmak üzere yazılmış kitaplara da yıldıznâme denir. Bunlar falcılık tekniğiyle yazılmış bilimsellikten uzak eserlerdir”. “Birtakım işlemler sonucu yıldızların insanları etkilediğine inanmak tevhid inancına aykırı bir durumdur. Bu tür faaliyetler inanç boyutuna taşınmadan fal, eğlence ve fantezi diye yapılsa bile bazı saf insanları aldatma ve onları istismar etme anlamına gelir. Dolayısıyla yıldız bakıcılığı bu şekliyle bir hurafe, bid‘at ve bâtıl inanç olup onu icra eden kimse gayri ahlâkî bir tavır içindedir”. [8]

Bir atasözümüzde “Güneş  girmeyen eve doktor girer”  denilmektedir. Bu söz, güneş ışığının girdiği evlerde insanların daha sağlıklı, girmediği  evlerde ise daha sağlıksız oluşunu ifade eder. Zira hastalığa yakalanmamak için  temiz havanın ve güneş ışığının  faydası  bilinen bir olgudur. Bu benzetmeden  hareketle söyleyecek olursak, vahyin/Kur’an ışığının  da girmediği  bir akla hurafe girer. Bu nedenle  Aliya İzzebegoviç “Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler  dini yok eder”  deme ihtiyacı  hissetmiştir.  Zira  bir yerde  ışık yoksa, orada  karanlık vardır; karanlık varsa   orada  da  ışık  yoktur. Dolayısıyla  bir insanın  aklı Kur’an ışığı ile aydınlanmamış ise o akılda  hurafe barınma imkanı bulur; Kur’an ışığı ile aydınlanmış ise  bu imkanı bulamaz. Zira Ziya Paşa’nın “Rencîde olur dîde-i huffâş ziyâdan/ yarasanın gözü ışıktan rahatsız olur”  dediği  gibi,  hurafe de   Kur’an’ın ışığından rahatsız olur. Çünkü  Kur’an bilgisi ve ilkeleri,  bir  akla ulaştı mı, o akılda hurafe  yaşamaz/ yaşayamaz.

Bu nedenle  hurafelerden ve  hurafecilikten  uzak durmak ve ona  yönelmemek için Kur’anî  bilgiler ve ilkeler, büyük önem arz eder. Ancak onun bilgisinden istifade edebilmek için, okunması, anlaşılması ve bu bilgilerin eyleme dönüştürülmesi, aktif hale getirilmesi gerekir. Zira  insan ürünü kitaplar gibi Kur’an da  etken değil, edilgendir, aktif değil pasiftir. Onu edilgenlikten kurtarıp etken hale, pasif halden kurtarıp aktif hale getirmek de, kendisine inanan insana ait bir sorumluluktur. Bu  sorumluluğun gereğini yerine getirmemek, Kur’ân’a  gereken değerin ver­ilmediğini, yerine getirmek ise  değer  verildiğini  gösterir. Zira Kur’ân’a, dokunulmaması gereken “kutsal bir kitap” muamelesi yapmak, dolayısıyla önerdiği ilkeleri ve sunduğu bilgileri hayatımıza taşımamak, saygı göstermek adı altında ona hak ettiği  değeri ver­memek demektir.  Bu nedenle ona değer verdiğimizi göstermenin yolu, Kur’an bilgisini, ilke ve kurallarını hayatımıza yansıtmaktan ve  onun yol göstericiliğine “kalb-i selim” ile  inanmaktan  geçmektedir.

 

 

[1] Ragıp İsfehânî, Müfredât, chl maddesi.

[2]  Hûd,11/44.

[3] İsrâ,17/36.

[4]  Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe  Ansiklopedik Lügat, Ankara 1970,s.456.

[5] Yusuf Şevki Yavuz, Hurafe, DİA, İstanbul 1998,18/382-384.

[6] Lokmân,31/6.

[7] Mustafa Öz, Ezlâm, DİA, İstanbul 1995, 12/67.

[8] İlyas Çelebi, Yıldıznâme, DİA, İstanbul 2013, 43/545.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.