islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
18°C
Salı Az Bulutlu
19°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C

Savaş ve Barış

Savaş ve Barış

“Hazır ol cenge eğer istersen sulh u salah”

Atasözü

Bizden, tarihi iki kelime ile özetlememiz istense cevabımız muhtemelen: “Savaş ve Barış” şeklinde olurdu. İçinde bulunduğumuz vasat da aklımıza hemen bu cevabın gelmesinde müessirdir.  1991 yılında ABD ve müttefiklerince Irak’a yapılan hava operasyonu ile başlayan, bölge haritalarını yeniden çizme faaliyeti munfasıl (aralıklı) olarak devam ediyor. Yapılan işin fasılalar halinde yapılıyor olması, insanların meseleyi bir bütünlük içerisinde kavramamıza mani oluyor. Aralarında kopukluk varmış gibi boşluklu/dağınık gözüken hadiselerin bir birine oldukça muhkem bağlarla bağlı(muttasıl), tutarlı bir dizi/n olduğunu kavramakta hem ortalama halk, hem de donanımlı olmasını beklediğimiz bürokrasi ve siyaset elitleri zorlanıyor. Coğrafyaları tanzim etme işinin böyle girift bir şekilde tasarlanması ve zamana yayılarak; tabiri caizse “yedire yedire” icra edilmesi bilinçli bir stratejidir. Bu taktikler, ilgili mahfillerde, ciddi bütçelerle finanse edilerek her boyutuyla çalışılmakta, karşılaşılabilecek hamlelere göre alternatif yol ve yöntemler de hesap edilmektedir. Bu yüzdendir ki bölge aktörleri, kendi hamleleri karşısında küresel aktörlerin tarz/tavır değişikliğini kendi başarılarına hamlederek rehavete kapılmaktadırlar. Ancak üzerinde ince hesaplar yapılmış büyük plan işlemeye devam etmektedir. Ta ki kendi inanç, kültür ve medeniyetine derinlemesine vukufiyet kazanmış, kendi coğrafyasını ve sakinlerini iyi tanıyan, küresel egemenlerin karakterini iyi tahlil eden, varmak istedikleri nihai hedefleri görebilen; gerekli karşı hamleleri titizlikle çalışan, batılın ve şeytanın iğvasına kanmadan Hak üzere sabitkadem olmasını bilen kimseler duruma bütünüyle vaziyet edene kadar. Zira ihtiyacımız olan şey, meseleler ayan beyan ortaya çıkınca tedbir geliştirmek değildir.

1991’de “Koalisyon Güçleri” Irak’a bomba yağdırırken, Irak da İsrail’in başkenti Tel-Aviv’e füze atıyordu. O günlerde ağlak bir vaizliğinden ötesine toplumun fazla vakıf olmadığı Fetö çetesi reisi: ”İsrail’de ölenler için gönlüm tülleniyor.” kabilinden, gazetesi vasıtasıyla, beyanatlar veriyordu. Bu tasarlanmış din simsarının beyanatının ifade ettiği manayı, küçük bir azınlık dışında kimse kavrayamıyordu. O günlerde lise bir talebesiydim. Elinde teyp kasetleri ve “Sızıntı Dergisi” –biz sıkıntı diyorduk- ile sürekli peşimizde gezen şakirt tayfasından, bu beyanata kendimce gösterdiğim tepki sayesinde kurtulmuştum.

1991’de yapılan operasyonla bir maya çalındı ve beklemeye bırakıldı. 1. Cihan Harbinden sonra Müslüman toplumlar üzerinde yapılan mühendislik çalışmaları meyvelerini veriyordu: Bölgemize yapılan Batılı operasyona içeriden hatırı sayılır bir destek vardı. Ama Batılıların acelesi yoktu. Dediğim gibi yedire yedire işletiyorlardı planlarını. Milli Mücadelede olduğu gibi, yaptıkları hamlelere karşı direnç gelişip kazanımlarının berhava olmasını istemiyorlardı. Bağdat’ı bombalayıp 32. Paralelin kuzeyinde uçuşa yasak bir bölge oluşturarak tansiyonu düşürdüler. Yani motoru rölantiye aldılar.

2003’yılında tekrar harekete geçtiler. Maya tutmuş hamur kabarmıştı. Uluslararası Koalisyon Irak’a operasyona hazırdı. Meşhur 1 Mart Tezkeresi TBMM’ye geldi. Herkes tezkerenin geçeceğinden o kadar emindi ki, ABD askerleri Güneydoğu’da konuşlanmış ve kara harekâtı için emir bekliyorlardı. Ancak TBMM, o gün, tabiri caizse herkesi ters köşeye yatırdı.

Fakat harekât güneyden yapıldı ve Irak o gün bugün her gün bombaların patladığı bir istikrarsızlık alanı haline getirilerek fiilen parçalandı.

Küresel egemenler Irak’ın kuzeyine bizi müttefik/hami olarak takdir etmişlerdi. Irak’ın bir bölümüne İran’ı bir bölümüne de başka bölge ülkelerini müttefik olarak münasip görerek bölgeyi sürekli sarsacak bir çekişme alanı haline getirdiler. Onlar meseleyi yine kendileri açısından demlenmeye bırakarak kenarda beklediler.

2010’a geldiğimizde çay demini almış, “cemreler” düşmüş, bahar emareleri ortaya çıkmıştı(!) artık baharın gelmesi an meselesiydi: Hem de “Arap Baharı…” Yeni bir sürecin işaret fişeği atılmıştı. Ancak herkesle beraber duruma vaziyet edenler, sorumluluk makamında olanlar da bu bahar heyecanına kapılıyor, atılan işaret fişeğine hayran hayran bakıyorlardı. Yalnız onlar mı? Anlı şanlı medyamız, yazarçizerlerimiz, sözüm ona entelijansiyamız çocuklar gibi şendi. Arap Baharı geliyordu; diktatörler devrilecek Arap Halkları kendi kaderini belirleyecekti. 

Derken Tunus’la başlayan dalga gelip Suriye’ye dayandı. Sonrasında yaşananları biliyorsunuz. Harap olan bir ülke, yıkılan kadim şehirler, yüzbinlerce ölü, sekiz milyon mülteci…

Biz meseleyi kavramaya başladık ancak bir hayli geç oldu. Yine de zararın neresinden dönersek kârdır. 2017 yılında müttefikimiz “Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi” bağımsızlık referandumu kararı alınca işlerin gittiği istikameti kavramıştık. Oysaki 1991’de hatta daha evvelinde mayası çalınmış bir oluşumdu bu. O zaman Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan ve bize himaye ettirilmek istenen yapılanmanın da bu oluşumun bir süreği olduğunu anlamıştık.

Meselenin meyyal olduğu yönü geç de olsa fark ettiğimizden, Irak’ın kuzeyinden başlayıp Akdeniz’e açılacak bir koridor devleti imkânsız hale getirebilmek için birçok operasyon yaptık. Bu konuda mücadeleye devam ediyoruz.  Ancak düşman her türlü hilesini deniyor. Başta dediğimiz gibi her hamlemizi hesap edip çalıştıkları anlaşılıyor. Bize karşı iyi polis-kötü polis oyunu bile oynuyorlar. Dün Suriye’nin kuzeyine operasyon yaparken “Ekonominizi batırırız haa!” diye tehdit sallayanlar bu gün İdlip mesesinde “Haydi aslanım, yapacağım bir şey var mı, mühimmat lazım mı?” diye şirinlik yapıyorlar.

Elbette kaçınılmaz olduğunda savaş yaparız, yapmalıyız. Kendi belirlediğimiz zaman, mekân ve şartlarda yaparsak üstünlük bizde olur. Millet olarak savaşmamız gerektiğinde topyekûn savaşmayı her zaman bilmişizdir. Ancak esas olan barıştır, savaş arızidir. Hele hele bölge dışı aktörlerin ve bölgemizdeki ve içimizdeki acentelerinin bizi iteklediği bir savaş, hiçbir zaman meselelerimizi çözmeyecek, bölgenin sorunlarını daha da katmerlendirecektir.

Anlı şanlı medyamız, entelijansiyamız yine hesapsız bir coşku içinde. Herkes Allah ne verdiyse gaza yükleniyor. Dün Şam’da Cuma kılma retoriği geliştirenler vardı,  bugün “Şam’a girmek için daha ne bekliyoruz.” diye nara atanlardan geçilmiyor ortalık.

Ülkemizin savunma maksatlı yaptığı teknolojik çalışmalar oldukça önemlidir. Kazanımlar müşevreli (anlaşmalı) kavgaların mezesi yapılmamalı ve daha büyük atılımlar için mümkün olduğunca kavgadan/savaştan kaçınılmalıdır. Savaşa her daim hazır olmakla beraber her alanda bölgemizi bir barış yurdu haline getirecek çalışmalara odaklanmalıyız. Bu arada “Yumuşak Güç” (Soft Power) tabirini de hatırlatmak isterim.

 Yakın Asya’nın yüzyılı aşkın bir zamandır fasılalarla yakasına yapışan savaş her şeyi tarumar etti/ediyor. Durup düşünecek, sorunlarımızı tahlil edip çözümler üretecek, düşünceye, sanata, kültüre ayıracak zamanımız yok.  

Ülkemiz ve bölgemiz başkalarının davulunu çaldığı bu savaşlarda vaktini heba etmemeli.  Zira Kur’an’ı Kerim Buyuruyor ki: “Ey o bütün iman edenler! Kâffeten(topluca-hep birlikte) silme(barış-sulh-selamet) girin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin aranızı açan beli (apaçık) bir düşmandır.”  İslam ile silm(barış)  aynı kökten kelimelerdir. Savaş için doksan dokuz sebep olsa, barış için ise bir sebep olsa, o bir sebebe sarılmak evladır. Savaş, hele de modern zamanlarda, büyük bir yıkımdır.

Atasözünün işaret ettiği gibi, savaşa her daim hazır olmak sulhu(barışı) temin etmek içindir. Vesselâm

Şaban ÇETİN

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.