islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4936
EURO
34,9335
ALTIN
2.432,00
BIST
9.790,05
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

SERVETTEN SEFALETE SÜRÜKLENMİŞ BİR AİLENİN EZİLMİŞ ÇOCUĞUYDUM!

SERVETTEN SEFALETE SÜRÜKLENMİŞ BİR AİLENİN EZİLMİŞ ÇOCUĞUYDUM!

Mirat Haber Ailesi, birden karşılarına gelen bu ismi tanırlar mı bilemem? İnsanlar meçhulden maluma giderken mutlaka birçok dikenli yollardan geçerler. Hayat hepimiz için sütliman değildir. Kahrına katlanamadığın idealinin önü gibi arkası da çürüktür. Bir yere gelir tökezlersiniz. ‘Sıratı Müstakim’in ufkunda gözyaşı kadar kan da vardır. Biz bunların ikisini de yaşayarak hayata tutunduk. Alışkanlıklarımıza ve içgüdülerimize teslim olmak yerine inancın disiplini içerisinde bir yol haritası için çocukluğumda başlayan bir Anadolu gencinin öyle kolayca kaldıramayacağı maceram beni bir yığın felaketli ortamda pişirerek bugünlere getirdi.

Daha 13-15 yaşında okumak için ağlayan bir çocuğun gurbet hüznünde de gözyaşı ve çaresizlik vardı.1950’lerin ortasında, Adana’ya okumak için kamyonun tentesinin altında, binbir ıstırapla yol alırken, ufkumun aydınlığına mı güveniyordum bilemiyorum? Gittim, hastalandım, eğitim alamadan hüsranla döndüm, ama yılmadım. Beş erkek kardeş içerisinde okumaya adanmış olmak irademle olan bir şey değildi herhalde? Kaderimi Belirleyen, öyle bir yol çizmişti ki, buna adanmış olmanın bedelini ödemeye hazırdım.

Kaderinin bilinenlerden, bilinmeyene doğru adım atarken karşına neler getireceğini kestiremezsin. Hele o yaşta bunu başarmak başlı başına bir irade olayıydı. Ancak, şunu yapabildim; İmam-Hatip’in orta kısmını bitirdiğimde, okur-yazarlığı olmayan en büyük ağabeyimin, ‘Okuyup da ölü mü yıkayacaksın, benim hesabımı tut, maaşını şimdiden ben vereyim’, teklifine isyanım gözyaşım oldu. Ancak, kararlıydım, meseleyi Anama açtım. Anaların ayağının altına Cenneti Bahşeden Allah’ın Resulü’nün o muhteşem öngörüsü bakın nesil tecelli ediyor: Bir akşam, babamı ve diğer iki kardeşimi de topladı, tavizsiz bir çıkışla, kararlılığını ifade etti:

“Benim oğlumu okutmak istemiyormuşsunuz. Ben, gömleğimi satar çocuğumu okuturum, sizi de bu odaya kilitler, üzerinize gaz döker yakarım. Ölürken başımda Kuran okuyacak bir evladım bulunmasın mı? Zulme dönüşen Kuran yasağının çilesini çekmiş bir mümin annenin tavrı buydu işte!”

Bazen mucizevî gelişmeler siz farkında olmadan etrafınızı bir iman halesi gibi sarar; İlginçtir, tesadüfen ziyaretine gittiğim anamı ölüm döşeğinde buldum. Oturdum başında Yasin’i Şerifi Okumaya başladım, doğruldu, bana baktı, Kelime-i Şahadet’i duyabileceğim kadar tebessüm halinde okudu ve ruhunu teslim etti.

Babam ve diğer üç kardeşimin vefatına da ölümlerinden ancak birkaç saat sonra ulaşabildim. Bu, o mübarek annenin Yüce Yaratıcısına havale ettiği saf dileğinin tecellisiydi sanki!

Ben, imandaki hassasiyet ve sadakatimi, İmam Hatip Lisesinde ve Yüksek İslam Enstitüsünde aldığım eğitimden çok, bu olayın ruhumda perçinlenen mucizesine borçluyum. Öyle olmasaydı okuyabilir miydim? Sanmıyorum, ne acıdır ki, ağabeyimin önümü kesme masum isteğinden çok daha felaketlisini eğitimim sırasında gördüm:

Bizi okutanların elleri sopalı değildi, ama dilleri sopalıydı, davranışları acımasızdı; Bakınız şu olacak şey midir?

İlahiyatta okumuş, ama kendisini seküler kesimin köleliğine adamış adam, yakandan tutuyor ve sana mahkemenin kapısını gösteriyor. Niye; yazarsın sen bunları? Neydi bu masum temenni?

“Saltanat kaldırılmamalıydı, İngiltere’de ve birçok Batili ülkede Krallık, Japonya’da imparatorluk var, ama oralarda demokrasi de var, biz de yine Cumhuriyeti koruyalım, ancak saltanatın manevi gücünü İslam ülkelerini yönlendirmede kullanabilirdik”, ifadelerini üstelik bir ödev kâğıdında kullandığım için hırpalanıyor ve engizisyon gladyatörleri kanlı kılıca dönüşen kalemleriyle boğazlamak istiyorlardı. Lise son sınıfında okulun kapanacağı hafta başıma gelen bu felakette, üç gün içerisinde ömrümün üç yılını götürdü.

Bu olayın baş organizatörü hoca, yıllar sonra, öleceğini anladığı bir gün gece saat 02’ de beni arıyor ve yaptıklarını kabul ederek, özür dileyip helallik istiyordu. Siz olsanız affeder miydiniz?

Ayrıca, o yıl yazdığım “Alpaslan” piyesimi sahnelemiş, on beş gün boyunca gösterildiği süre içerisinde oyunun yazarı olarak takdim edilmiştim. Bunun karşılığı da, tatilden hemen sonra, o yıllarda uygulanan olgunluk sınavında, başka okullardan gelen öğretmenler, özel olarak kompozisyon dersinden bütünlemeye bırakarak bir psikolojik linç hadisesini de yaşattılar. Ders öğretmenim ve okul yönetimim de bana sahip çıkmadı. Ben ne yaptım? Okulun ilk defa düzenlediği veda yemeğine kırgın olduğum için katılmadım.

Belalar zinciri bunlarla sınırlı mıydı? Hayır, Yüksek öğrenime giriş sınavında, yazılıyı kazanmışız, sözlü için seçme yapılıyor. Hadis Dersine gelen bir hoca, sınav başlamadan imtihan kapısında beni görünce suratını astı ve “Okulun yemeğine katılmamakla yaptığın boykot neymiş, şimdi elime düştün, burnunu sürteyim de gör dünyanı” demesin mi? Bu adam, böyle demese de bıraksaydı, diyeceğim hiçbir şey yoktu. Kadere rıza gösterip evime dönecektim. Ne var ki,  bu yaşadığım bir travmaydı ve ben bu dersten kalarak okuma hakkından mahrum edildim. Hani Ayette buyrulur ya, kulun bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hebası vardır. Bereket versin, o yıl İzmir Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. Oraya müracaat ettim, gittim tekrar imtihan edildim, kazandım. Kaydımı yaptırdım, ama geri bana kıyan Enstitüye döndüm. O hocanın ilk dersine girdim. En öne oturdum, sınıfa girip beni görünce sendeledi, geri çekilmeyi kendisine yediremedi. İçeri girdi, yine de ayağa kalkıp saygımı gösterdim, ama ‘Hocam, ben geldim, şimdi gitme sırası sizde öyle değimli?’Ve bu hoca o dersten sonra şehirden tümüyle ayrıldı, Adana’ya gitti.

Yolunuza dikenli çakıl taşları döşenmişse, maceranız bu zulüm çarkının içinde ne yazık ki, sürüp gidecektir! Kuran’da Sabır tavsiye edilir. Ne denir Asr Suresinde; “Asra yemin olsun ki, insan hüsrandadır. Ancak iman edenler, Hakkı ve Sabrı Tavsiye edenler müstesna!”

Gençsiniz, heyecanlarınız zaman zaman aklınızın önüne geçiyor ve duygularınızla hareket edebiliyorsunuz. Eğitimin bir amacı da bunları dengelemek için öğrencileri yetiştirmek değil midir?

1970 öncesi Arapça dersimize gelen Pakistanlı bir hocayı ziyarete gittik. O yıllarda da, EOKA Çeteleri Kıbrıs’ta kanlı kıyımlar gerçekleştiriyor ve bizler sokaklara dökülmüş, Yunanistan aleyhine gösteriler yapıyoruz. Bu gösterilerin birinden çıktım, evi meydana yakın olan hocayı birkaç arkadaşımızla ziyaretine gittik. Dereden tepeden konuşurken, boş zamanlarında neler yaptığını sordum; “Burada 7. Dili öğreniyorum”, dedi. Şimdi Türk dostu kabul ettiğimiz bir Pakistanlı hoca, Türkiye’de Türkçeden başka ne öğrenebilirdi? Sormadan edemedim: “Hocam Türkçeyi kimden öğreniyorsunuz?” Adam gayet pişkin bir şekilde, ‘Hayır, Türkçe değil, Yunancayı öğreniyorum’, demesin mi? Galiba, Ayetin tecellisi burada karşıma gelmişti. Sabırla, sordum, “Hocam neden Türkçe değil de Yunanca?” Adam o pişkin tavrını sürdürerek;  “Türkçe Ahbes! (Türkçe Pis)” demesin mi, ardık kanım beynime sıçramıştı, yakasını tutarcasına çıkıştım, “Haza ahbes, ente ahbes (Pis olan sensin) diyerek evini terk ettim. Sene sonunda beni Arapçadan yazılı sınavında bütünlemeye bıraktı. Verdiğim cevapları biliyordum, okul yönetimine bildirdim, beni kovdular. Israr ettim, ilgilenmediler. Danıştay’a dava açtım. Danıştay yürütmeyi durdurdu, ancak okul yönetimi ‘Sen hocana saygısızlık ettin, bu okulun tarihinde Danıştay kapısını açan ilk öğrenci sen oldun’, diyerek bu kanuni hakkımı dahi uygulamadılar ve beni derse de almadılar. Cevap kâğıdımı Ankara İlahiyattaki bir komisyon inceledi, orası geçer not verdi, dersten geçtim, ama devamsızlıktan sınıfta kaldım.

Buna sebep olan yönetici hoca, kırk yıl sonra beni aradı, “Muhsin İlyas, sen yazlık için arsaya bakıyormuşsun, benim bir arsam var, onu sana verip şu ahret borcundan kurtulayım”, dedi. Kendi kendime; ‘böyle on arsa versen o borçtan kurtulamazsın sayın hocam’, diyerek kibarca böyle bir şeye ihtiyacımın olmadığını söyledim.

Yazımın başlığını ‘Servetten Sefalete Sürüklenmiş Bir Ailenin Çocuğuyum” diye düşündüm: Neden? Çünkü dedem, Ahıska’da Subaşı imiş, soyadımız oradan gelir. Ne var ki, 93 Harbinin hazin sonucu olarak, Rus’un kara propagandasına rağmen, ailemiz devletini tercih edip o tarihte Anadolu’ya göçmüş ve bütün varlığını kaybederek dişiyle tırnağıyla çalışmak suretiyle ayakta kalmaya gayret göstermiş. Biz o neslin mahsulüyüz.

Bir şiirimde kendimden söz ederken şöyle bir tanım yaptım:

“Sevdayı kucaklayıp acıyı ana bildik,

Sevgi coğrafyamızın mihrabına yöneldik,

Biz, hoşgörü burcuna bayrak olma uğruna,

Kahır tezgâhlarından şekillenerek geldik!”

Hoşgörü, sabrın meyvesidir. Yaşadığım bunca kahır ve acılara rağmen, kimseye kırgın değilim. Kendimi yetiştirmede İlahi Rehberimin izinden ayrılmadım. Rabbimin ruhsatına hamdolsun; bugüne kadar bu idealin ruhaniyetinden ayrılmadan 50’nin üzerinde eser ürettim. Allah Resulü’nün İlahi himayeye mazhar olmasına rağmen, katlandıkları yanında bizimkiler ne ki? Ömrüm oldukça yazmaya devam edeceğim!..

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.