Bunun için şu hususlara öncelikle dikkat çeker:
“Seyyid Kutub, Fizilali’l-Kur’an adlı meşhur eserinde surelerin nüzul zamanı ve sebeplerini açıklarken ve birçok surenin tefsirinde Sünnet’ten büyük ölçüde istifade eder.
“Hatta haber-i vahidi de delil olarak kabul eder. “Kısasla ilgili ayetlerin başındaki besmeleleri, hilal ile ilgili ayetleri açıklarken, fıkhî ve amelî konularla ilgili ayetleri yorumlarken de hadislere atıfta bulunarak sünnetten yararlanır. Hatta fikrî ve felsefî yorumlarda bile Sünnet’e başvurur.
“Seyyid Kutub, Fîzilâl’de yaklaşık olarak 2000’den fazla hadisi ya nas olarak belirtmiş veya onlara atıf yapmıştır. Hadislerden yararlanmayla ilgili hiçbir tereddüt göstermemiştir. Sadece zayıf hadislere başvurmamıştır.
Hayatını Kur’an’a adayan bir şahsiyetin Sünnet’e uzak durması mümkün değildir.
“Seyyid Kutub’un ‘Hasâisu’t-Tasavvuri’l-İslâmî’ Adlı Eserinde rivayet tefsirleri olsun, dirayet tefsirleri olsun klasik tefsirlerin kelimelerin lügat/sözlük manaları ve belagat yönleri, mecaz teşbih ve istiare yönlerini ele alarak yorumlar ve izahlar yaptığı gibi sarf, nahiv vb. gramer tahlilleri ile ilgilenir.
Yaklaşık 60 yıldan beri yetişen ve İslami endişesi olan nesillerin hepsi Kur’an’la Fîzilâl sayesinde tanışmıştır. Zira, Seyyid Kutup, Kur’an-ı Kerim’e hayat nizamına yön veren toplumu eğiten ve insanların nasıl yaşamaları gerektiğini anlatan ve bu konuda emir ve yasaklar belirleyen ilahi bir mesajlar veren bir kitap olarak bakmaktadır.”
Seyyid Kutub’un ‘Hasaisu’t-Tasavvuri’İslamî adlı eserinin başında
“Fütuhattan sonra başka medeniyetlerin eserleriyle karşılaşan Müslümanlar Yunan felsefesiyle tanıştılar. Beşyüzyıl boyunca İslâmî ve Kur’anî meseleleri felsefî manada tartıştılar. Felsefeye İslâm penceresinden yaklaşacaklarına, İslâmî konuları felsefenin alanında tartıştılar. Bu felsefî çalışmalar Müslümanlara hiçbir şey kazandırmadı.
Kelamcılar da kelamî konulara felsefî perspektiften bakarak aslî vazifelerini bırakıp işi cedele ve gereksiz tartışmalara götürdüler. Kelam ilmi de böylece kısırlaştırılmış oldu. Seyyid Kutub’a göre İslâm dünyasında oluşan bu felsefe ve kelam tartışmaları İslâma’a bir fayda sağlamadığı gibi insanlarımızı ve ilim adamlarımızı gereksiz kavgalara ve karşılıklı söz düellolarına sebep olmuştur. İşte bunun zararlarını gidermek için yepyeni bir üslupla Kelam ve felsefeye Kur’an merkezli bir yorum getirmeye çalıştı.
İlkçağ ve ortaçağda bütün ilimler felsefe çatısı altındaydı. İslâm dünyasına felsefe sadece felsefe olarak girmedi, bütün ilimleriyle girdi. Seyyid Kutub’a göre İslâm’ın dünya görüşünü felsefe ve yorumları Yunan mitolojisiyle karıştırdılar. Yanlış olan buydu. Yoksa yanlışlık felsefe ve alt birimleriyle uğraşmak değildir.
Kur’an’ın canlı yorumlarını felsefenin çağdaş Batı düşüncesinin dar kalıplarıyla açıklarsanız İslâm’ı katletmiş olursunuz. Seyyid Kutub yeni baştan bir terminoloji geliştirerek ümmetin insanlarına sunmak gerektiğini savunur. Çağdaş felsefenin düşünce sorunlarını tartışmak ve işlemek, İslâm düşüncesi ve Kur’an rehberliğinde olursa ancak o zaman İslâm felsefesi yapılmış olur.
Seyyid Kutub’a göre felsefenin İslâm’a Hristiyanlığa sirayet ettiği gibi sirayet edememesinin en büyük sebeplerinden birisi de İslâm’ın bir hayat nizamı olarak yaşanabilmesidir.
İslâm felsefesinin geliştiği dönemlerde tasavvuf da boş durmamış, geliştirdiği ve aşırdığı bazı terimlerle felsefenin yapmaya çalıştığını tasavvuf da adeta felsefeleştirmiş ve kendi sahip olmaları gereken düşüncelerini kısırlaştırmıştır.
Kutub’un bilgeliğe bakışı hikmetle sınırlıdır. Kutub ne felsefeye itibar eder ne de tasavvuf ve irfanı önemser. Onun hikmet tanımlaması bu anlayış ve düşüncelerin üzerindedir. Tasavvufa intisabı olmadığı için de haksızca ve seviyesiz saldırılara uğramıştır.
“Seyyid Kutub’a göre dindarlık edilgen bir manevi cihazlanma değil, dinamik bir manevi cihazlanmadır.”
“Seyyid Kutub, sürekli İslam düşüncesi ile uğraşan bir düşünürdür. Ömrü araştırma tefekkür ve gerçekleri arayışla geçmiştir. Bu yoldaki arayışları sürekli olmuştur. Yoldaki arayışlar bittikten sonra menzile ulaşır ve şahadetine kadar İslâm’ı hayata hâkim kılmaya çalışır.” Aslında Büyük şahsiyetleri anıp yüceltirken onları doğru olarak anlamak ve onlardan daha da ileriye gidecek nesillerin önünü de açmak gerekir der. Seyyid Kutub’a göre mü’minin vatanı da devleti de imanıdır. Ona göre akıl ve iman parçalanması söz konusu değildir.
Seyyid Kutub İhvan-ı Müslimîn’e sonradan intisab etmiştir. İlk gençlik yıllarında muhafazakâr bir aileye mensup olmasına rağmen herhangi bir ekol veya cemaate intisap edecek yapıya sahip değildi. O ümmetin hayatına Kur’an nasıl hakim olur hep bunu düşünmüş ve bu konuları dile getirmiştir. O gerçek anlamıyla toplumda değişimi sağlayacak bir inkılaptan yanadır. Kutub, İhvan’a intisap etmekle cemaate tam bir prestij kazandırmıştır.”
“O’na göre Kur’an’ı belli kalıpların içerisine hapsetmeden hareketli bir kültüre, aktivist bir ahlaka dönüştürmek gerekir.”
“Kutub, bize eleştirel düşünmeyi öğretti. Bu yüzden Müslüman dünya eleştiri metodunu yeniden hayata geçirmelidir.” Bu duruş da düşünme kabiliyetini geliştirir ve çözüm üretmeyi öğretir.
Seyyid Kutub : “Fıkhı, ibadât ve muamelât diye bölmek bizi perişan etti” der.
O’nun somut projesi insanlara yol göstermektir. İslâm fıkhını donukluktan kurtarmak gerektiğini söyler. Seyyid Kutub külli ve genel prensipler ihtiva ettiği ve doğrudan Allah’a yönlendirdiği için İslâm’ı parçalanmaz bir hayat nizamı olarak kabul eder. Muamelat ile ibadeti birbirinden ayrı kabul etmek yanlıştır. Zira bunlar birbirini tamamlayan İslam fıkhının ve hukukunun temel direğidir. İbadet ahlak olmadan olmaz, muamelat ibadet ruhuyla hayata hâkim kılınmasa kuru bir hukuk sistemi olur. Seyyi Kutub’un düşüncelerine haftaya devam edeceğiz.
Ahmet Ağırakça
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-