islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3192
EURO
35,0609
ALTIN
2.309,09
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
21°C
İstanbul
21°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Parçalı Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

SÖZE Mİ YOKSA SÖYLEYENE Mİ BAKMALI?

SÖZE Mİ YOKSA SÖYLEYENE Mİ BAKMALI?

Sosyal ve ilmî faaliyetlere katılan insanların,  daha çok  neye  önem verdiklerini ve odaklandıklarını hep merak etmişimdir.  Bu nedenle de iştirak ettiğim ilmî toplantılarda   ve sosyal  içerikli  faaliyetlerde  buna özellikle dikkat ederdim. Yaptığım genel gözlemlerden  edindiğim intibaa,  kimi dinleyicilerin konuşmacıların kimliğine daha çok  önem verdiklerini ve  bu kimliğe göre bir değerlendirmede  bulunduklarını;   kimi kişilerin  de  konuşmalardaki fikir ve düşünceye odaklandıklarını fark ederdim. Daha açık bir ifade ile kimi insanların, konuşmacıya “kim konuşuyor?” diye baktıklarını ve şayet  kendi düşünce  veya ideolojisine  mensup ise, olanları  can kulağı ile dinlediklerini,  ancak konuşmalarındaki içerikle  fazla da ilgilenmediklerini; kimi insanların da  “bu adam ne konuşacak, ne söyleyecek?” düşüncesiyle  yaklaştıklarını ve “yeni bir şey öğrenebilir miyim?” anlayışına sahip olduklarını; sayıları az da olsa  kimi insanların da Mevlana’nın “Bir lafa bakarım laf mı diye? Bir de söyleyene bakarım adam mı diye” ifade ettiği sözüne uygun bir   davranış içinde  olduklarını görürdüm.   Nitekim tıp, fen, sosyal ve  ilahiyat alanlarında  yapılan konuşmalarda,  dinleyicilere bu açıdan   da baktığımda   aralarında   hissedilir bir nitelik  farkın  bulunduğunu  da müşahede ederdim.   Bir de bu anlayış ve yaklaşım tarzlarının  dışında kalan, ya hiç okumayan, ya da kendi ideolojilerinin  haricindeki  eserleri okumayı yanlış bulan kişiler var ki, onları hiç hesaba katmamak gerekiyor.  Zira bunların okumak, okuyarak veya dinleyerek bilgilenmek gibi  bir amaçları bulunmuyor.

Acaba  bir hidayet rehberi olarak Allah  tarafından gönderilen Kur’an,  bize  bu konuda ne  tavsiye  ediyordu?  Bir Müslüman olarak bunu  bilmek ve öğrenmek  de bizim görevimizdi.  Nitekim o, bize şunları   söylüyordu:

         “Müjdeler olsun  tâğûttan uzak durup onlara tapınmaktan kaçınan ve sadece Allah’a yönelenlere! Bu kullarımı müjdele: Onlar, bütün sözleri, görüşleri dinlerler ve onların en güzeline uyarlar. Allah’ın doğru yolu gösterdiği  kimseler,  işte onlardır ve gerçekten onlar akıl-irfan sahibi kimselerdir[1]

Tağut, taşkınlık yapıp haddini aşan olarak  tanımlanıyor, dolayısıyla  da insanı azdıran, yoldan çıkaran; Allah’tan başka tapınılan ve hak yoldan saptıran her varlık, put, şeytan, kâhin ve sihirbazın da, tağutun  anlam içeriğine  dahil  edildiği  görülüyor.[2]  Bu nedenle  ayet,  akıllı insanların,  tağuttan  uzak durduklarını, ancak söylenen her sözü de dinleyip, o sözlerin içinden en güzelini  seçtiklerini ifade ediyor.  Dolayısıyla  akıl sahibi her insanın, duyduğu her söze hemen inanmaması, söylenen  sözler üzerinde düşünüp taşınması ve   anlamaya çalışması; ayrıca  ihtiyaç hasıl olduğunda o sözün doğru olup olmadığını araştırması,  bu aşamalardan sonra kabul  ya da ret etmesi gerekiyor.  Nitekim Maverdî’nin  bu ayetin yorumunda “Onlar, hem Müslümanların hem de müşriklerin sözlerini dinlerler ve onun en güzeli olana, İslam’a uyarlar”[3] ; Kurtyubî’nin de “ Güzel  ve çirkin  her sözü dinlerler, fakat güzelini  alır, çirkininden uzak durur ya da  hem Kur’an’ı hem de diğer sözleri dinlerler, fakat  Kur’an’a  uyarlar” [4]  dediğini görmekteyiz. Nitekim  Hz. Peygamber’in Hz. Ebu Hureyre ile olan  bir mükalemesinden de  bu yorumların ve bakış açısının ne kadar doğru olduğunu anlıyoruz.

Rivayet edilir ki  Hz. Peygamber’e   gelen hurmaları  korumakla görevlendirilen Ebu Hureyre,  bu hurmaları çalmak isteyen  kişiyi yakalar, fakat yalvarması  ve yakarması üzerine  onu serbest bırakır. Bu olay üç  defa tekerrür eder.  Sonuncusunda  o kişi ile  Ebu Hureyre arasında şöyle  bir konuşma geçer:

“ Beni bu defa da serbest bırak, sana bazı kelimeler öğreteyim. Allah seni bu kelimelerle mutlaka faydalandıracaktır.” dedi.

“- Bazı kelimeler dediğin nedir?” diye sordu. Adam şunları söyledi:

“- Yatağına girdiğin zaman Âyetü’l-kürsî’yi oku! O takdirde senin yanında Allah tarafından sürekli bir koruyucu bulunur ve sabaha kadar şeytan sana yaklaşamaz.” dedi. Ebû Hüreyre, şeytandan korunmanın yeni bir usulünü  öğreten hurma hırsızını, verdiği bu değerli bilgi karşılığında serbest bıraktı. Ertesi sabah Resûl-i Ekrem, Ebû Hüreyre’nin  yanına gelince o değişmeyen sualini sordu:

“- Dün gece tutsağın ne yaptı?” buyurdu. Ebû Hüreyre :

“- Ya Resûlallah ! Allah’ın beni faydalandıracağı bazı kelimeler öğreteceğini söyledi. Ben de bu kelimeler karşılığında onu serbest bıraktım.” dedi Hz. Peygamber:

“- Neymiş o kelimeler?” deyince, Ebû Hüreyre,  adamın Âyetü’l-kürsî ile ilgili söylediklerini anlattı. O zaman Resûlullah,

“-Kendisi yalancı olduğu halde bu defa doğru söylemiş.” buyurdu, sonra da “- Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun, Ebü Hureyre?” diye sordu. Ebû Hureyre ,

“- Hayır, bilmiyorum.” Diye cevap verdi. Hz.  Peygamberler  de :

“- O şeytandı.” [5] Dedi.

Hz. Peygamber’in “Kendisi yalancı olduğu halde bu defa doğru söylemiş” sözünden    çok nadir de   olsa şeytanın doğru   söylediği  anlaşılıyor.

Bu kurala hiç şüphesiz  insanların   da dahil olduğu biliniyor. Zira insanlar  arasında  doğru  sözlü olanlar  olduğu gibi,  yalan  konuşanlar da bulunuyor.  Menfaat temin etme, korku vs. gibi  sebeplerle insanların da yalan konuştukları  biliniyor. Bu nedenle bir çok insanın  sahip olduğu  dinî, siyasî ve içtimaî kimlik, yalan konuşmalarına engel olmuyor/olamıyor. Zira  aidiyet ve  kimlik, insanda o aidiyetin ve kimliğin gerektirdiği kişilik özellikleri bulunmadıkça  bir değer ifade etmiyor;  zira  kimlik,  insanı hata yapmaktan, günah ve suç  işlemekten  yeterince  alıkoymuyor. Bu nedenledir ki insanı en iyi bilen Yüce Rabbimiz, “Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Bilin ki  yapamayacağınız şeyleri söylemek büyük günahtır”[6] diyerek  inananları uyarıyor ve onlardan söz ve davranış uygunluğuna  özen göstermelerini istiyor. Zira söylenen sözlerin, tümü doğru olabildiği gibi, yarısı veya bir kısmı da doğru olabiliyor.  Bu nedenle doğrunun ölçütünü,  zaman, mekan  ve şahıslarda aramak  yerine, kural ve ilkelerde  aramanın daha doğru bir  yöntem  ve  yaklaşım tarzı olduğu  anlaşılıyor; o ilke ve kuralların da Kur’an’da ziyadesiyle  bulunduğu görülüyor.

Nitekim Kur’an, bir taraftan “Ey iman edenler! Size  bir fâsık haber getirdiğinde, bu haberin  doğru olup olmadığını araştırın. Yoksa  bilmeden  bir topluluğa zarar  verirsiniz, sonra da  yaptığınıza pişman  olursunuz”[7]  diyerek  fâsık birinin getirdiği  bir haberin  araştırılmasını Müslümanlardan talep ederken;  diğer taraftan da “ Allah’ın  o sevgili kulları yalan yere şahitlik  etmezler; boş ve anlamsız bir şeyle karşılaştıklarında  şeref ve vakarlarını koruyarak oradan uzaklaşırlar”[8]  diyerek onlardan yalan şahitlik etmemelerini, boş  ve anlamsız sözlerin konuşulduğu ortamlardan uzaklaşmalarını tavsiye ediyor. Dahası onlara kendini bilmeyen cahillerin, laf attıklarında yada sataştıklarında, ‘selametle, haydi  işinize bakın’ deyip geçip gitmelerini ve onlarla  kavga etmemelerini  öğütlüyor. [9]   Sonuç olarak   bu ayetler de yer alan ilkeler, bizden her sözü dinlememizi, kabul veya ret etmeden öce  araştırmamızı, sonra da sözlerin en güzelini ve doğrusunu tercih etmemizi,  dolayısıyla boş  ve anlamsız sözlerle  de meşgul olmamamızı  istiyor.  Bu da bize sözlere ve şahıslara kategorik değil, analitik  bakmanın gerekli olduğunu gösteriyor.

[1] Zümer, 39/ 17-18.

[2] Ragıb İsfenanî Müfredat, tgv maddes; Metin Yurdagür, Tağut TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul  2012, 39/372.

[3] Maverdî, en Nüket ve’l Uyun, Beyrut 1992 ,5/121.

[4] Alusi, el-Cami li Ahkami’l Kur’an, Beyrut Tarihsiz, 15/244.

[5] Buhari, Vekâle, 10.

[6] Saff,61/2-3.

[7] Hucurat,49/6

[8] Furkan,25/72

[9] Furkan,25/63.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.