islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5865
EURO
34,8497
ALTIN
2.499,00
BIST
9.699,13
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
14°C
İstanbul
14°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Açık
20°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
22°C
Salı Az Bulutlu
22°C

TAKDİRSİZ TENKİT: ABDULLATİF BAĞDADÎ ÖRNEĞİ

TAKDİRSİZ TENKİT: ABDULLATİF BAĞDADÎ ÖRNEĞİ

“Takdirsiz tenkidin, tenkitsiz takdirin bir değeri yoktur”  ilkesi,  her çağ için geçerli bir kuraldır.  Zira sadece bardağın boş tarafını görüp de  dolu tarafını görmemezlikten  gelmek,  tenkitten amacın “üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” olduğu anlaşılır.  Bu davranış tarzı,  günümüzde olduğu kadar, geçmişte de  mevcuttu, belki daha da  fazla etkinliğe sahipti.  Bu nedenle hem  geçmişteki tenkit zihniyetine  örnek olması, hem de günümüzdeki tenkit  anlayışıyla mukayese etme  imkanı vermesi  açısından  Fahrettin  Razî (ö. 606/1209)’nin   çağdaşı  olan  tabip, filozof ve  çok yönlü  bir bilim insanı Abdüllâtif Bağdâdî (ö.629/1231)’nin  Bursa Hüseyin Çelebi Kütüphanesi 823’de kayıtlı risalelerin içinde  yer alan ve “Îhlas Sûresinin Tefsiri Konusunda Reyli İbn Hatib’in Duru­mu Hakkında Yusuf b. Abdillatifin Görüşü” başlılığını  taşıyan risalesi,  geleneksel  tenkit kültürümüzü yansıtması açısından kayda değer bir  niteliğe sahiptir.

Bağdadî’ ye göre; Râzî’nin eserlerinde bütünlük yoktur, eserleri­ rasgele  bilgilerle doludur ve  konular birbirine girmiş,  girift bir görünüm arz etmektedir. Râzî, kendisinden önceki bilim adamlarının yo­lundan gitmemiş; onların takip ettiği metodu da terk etmiş ve eski köye yeni adet getirmiştir.  Dolayısıyla Razî, eserlerindeki muhteva ile okuyucularını şüpheye düşürmüş ve yorumlarıyla da bu şüpheleri artırmıştır.

Ona göre Râzî, yorumlarını büyük ölçüde akla dayalı olarak yapmakta, ayetlere değişik açılardan yaklaşarak muhtemel anlamları tek tek sıralamakta­dır. Dolayısıyla bir âyete, yerine göre iki, üç, beş hatta daha fazla anlamlar vermekte ve yeni  anlamlar yüklemektedir.  Bağdadî’ye  göre bu yanlış bir metottur.  Bu  nedenle, Râzî’yi meş­hur Arap edibi el-Asma’î’nin bir olayı ile iğnelemekte­dir. Asma’î, bir gün yolda şiir tahlilleri yapan bir ada­ma rastlar. Adam, okuduğu şiirleri öylesine yanlış ve hatalı yorumlamaktadır ki, Asma’î dayanamaz ve  o ada­ma bir daha şiir tahlil etmemesini söyler. Bir başka gün Asma’î yine aynı adama rastlar, fakat  o adam bu se­fer  de bir ayeti yorumlamaktadır. Bunun üzerine Asma’î  o adama,  “Aman aman  Kur’ân’ı bırak, şiir tah­lillerine devam et,” der. Dolayısıyla Bağdadî, Râzî’yi şiir tahlilleri yapan o adama benzetmekte ve ondan Kur’ân tefsiri yapmamasını   istemektedir.

Bağdadî, Râzî’yi tenkit ederken, onu boz­guncu bir kişi olarak da görür, dolayısıyla  halkı fikirleriyle bozduğunu; bunun karşısında kendisinin  sessiz kalamayacağını zira bu konuda susmanın bidat olduğunu söyler. Ona göre alimlerin sus­ması, cahiller için delil olmakta, dolayısıyla ifsat edici fikirler taraftar bulabilmektedir. Buna engel olmak için Bağdadî’nin uyguladığı strateji, Râzî’nin fikirlerini çürütme yerine onu kötüleyerek fikirlerini etki­siz hale getirme yönünde olmuştur Bir diğer ifade ile  doğruyu veya yanlışı kişilerde arama anlayışını, Razi’ye de uygulamış, böylece onu kötüleyerek, bozguncu bir ki­şiden iyi ve güzel fikirlerin çıkamayacağını vurgulamak istemiştir.  Bağdadî daha da ileri giderek, Razî’nin eserlerinde dil ve gramer yanlışlıklarının bulunduğunu; kullandığı dili, hiç bir alimin kullanmadığını ve kendisini beğenmiş, kibirli bir insan olduğunu  söyler. Bu iddiasını de­lillendirmek için de Râzî’nin “Müfessirlerin çoğunluğu, doğru amaca ve sırat-ı mustakîme ulaşmaktan mah­rum kalmışlardır. Akıllı kişi, konuların amaçlarını iyi düşünür ve görünürdeki amaçları iyi anlarsa, gerçeğin hiç de geçmiş müfessirlerin zannettikleri gibi olmadığı­nı fark edecekler” sözünü  nakleder ve bu sözünün  ardından yazdığı “O zaman haksızlık eden kimseler, nasıl bir yı­kılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır” [1] âyetini de örnek olarak  gösterir. Bağdâdî’ye göre bu  ifadeler,  kendisini beğenmişliğin bir göstergesidir. Zira tefsirde söz sahibi olan müfessirler, onun sayamayacağı kadar çoktur. Bu müfessirler ise iki kısma ayrılmışlardır.

Bunlardan birincisi, nakilcilerdir ki, bu müfessirler, işittiklerini nakletmişlerdir. Bunlar, Hz. Peygamber’den ve onun ashabından na­kilde bulunmuşlardır. Bu nakil, bazen söz, bazen iş ve bazen de gördükleri bir şey olabilir. Kaldı ki Kur’ân on­ların diliyle inmiştir. Bu sebeple onlar, Kur’ân’ı en iyi ve en güzel anlayan insanlardır. Ayrıca Kur’ân’ın çoğu, özel olaylar üzerine inmiştir. Kur’ân’ın bir kısmı da so­rulan sorulara bir cevaptır. Tefsir yapabilmek için bu konularda söylenen şeylerin bilinmesi gerekmektedir. Bu nedenle de bunları nakleden müfessirlerin yolun­dan gitmek zorunluluğu vardır. Çünkü başta sünnet olmak üzere, içma ve içtihatlar, onlar vasıtasıyla bize kadar ulaşmıştır. Hatta cahiliye şiiri bile onların ara­cılığı ile elde edilmiştir. Üstelik tabiîn ve tebeu’t tabiin  de sahabeye güven duymuş ve bütün söyledikle­rini kabul etmiştir. Hatta nakil yoluyla, cahil olanları­nın sözlerini bile bize kadar ulaştırmışlardır.

İkinci kısım müfessirler ise, fıkıhçılar, kelamcılar, sûfîler ve dilcilerdir. Bunların yaptıkları tefsirler, Bağdadîye göre doğru olan tefsirlerdir. Bu ön bilgiyi verdikten sonra Bağdadi, Râzî’ yi küçümser bir eda ile bu adamın eserlerinin ve tefsirlerinin, yukarda sayılan ekollerin hiç birine benzemediğini, hiç kimsenin uygu­lamadığı bir metodu tefsirine  uyguladığını ve ona ve­rilecek en iyi cevabın kendisini küçümsemek olacağını söyleyerek, “Şimdi bütün bunlar, yani geçmiş müfessirler doğru amaca ve sırat-ı müstakim’e ulaşamadılar da yalnız İbn Hatib mi ulaştı?” diye sorar. Neticede “İbn Hatib, kendini beğenmişlik ve kibir içinde olması sebe­biyle mazur olsa da, halk bu vesvesecinin söyledikleri­ni kabul etmekte mazur değildir”, der.[2]

Tenkit, ilmî gelişmenin ve  düşünce üretmenin olmazsa olmaz şartlarından biridir ve  belki de en önemlisidir.  Bu nedenle  dinî,  edebî ve ilmî  eserler başta olmak üzere  her türlü  fikir ve düşünce tenkide tabi tutulmuştur.  Dolayısıyla her tenkit,  aşırılıkları törpülemiş,   eserlerin ve düşüncenin olgunlaşmasını sağlamıştır.   Bununla birlikte yapılan her tenkitin, yeterli niteliğe sahip olmadığı; çoğu zaman usulsüzlük, yöntemsizlik, kıskançlık ve duygusallık sebebiyle  olumsuz tenkitlerin yapıldığı da görülmektedir.  Bilindiği gibi tenkit, “Bir insanı, bir eseri, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek ereği/amacı ile inceleme işi” [3]olarak tanımlanmaktadır.  Bu  tanım, elemeyi ve tefrik etmeyi gerektirmektedir.  Elemek, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmayı, tefrik ise,  nüans farklılıklarını göstermeyi ifade eder.   Bu da  eleştirmenin, eleştirdiği konuda  uzman ve amacının da doğru  olmasını gerekli kılar.  Zira bir  antikanın değerini, ancak antikacı anlar.   Dolayısıyla eleştiride  yöntem, amaç  ve üslup  büyük önem arz eder. Bunu sağlayabilmek için de tenkitin tutarlı  ve mantıklı olması gerekir. [4]  Bu nedenle eserlere ve düşüncelere  önyargı veya kalıp yargı ile yaklaşılmaması gerekmektedir. Zira gerçek bir  eleştiride  ön yargı,  kalıp yargı ve hakaret yoktur, asla da olmamalıdır. Çünkü eleştirinin  asıl amacı, “üzüm yemektir, bağcıyı dövmek değildir”.  Bu nedenle “Takdirsiz tenkidin,  tenkitsiz  takdirin  bir önemi  ve değeri yoktur”.

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] Şuara 26-227

[2] Abdüllatif el-Bağdadi, Kavlü Li Abdi’l Latif b. Yusuf alâ Hali İbn Hati-bi’r-Reyyi fi Tefsirihî sûreti’l-İhlâs. Bursa Hüseyin Çelebi Kütüphanesi, KN.823, 34a-39a.

[3] Bedia Akarsu,  Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul,1994, s.69.

[4].  Geniş bilgi için bkz.Yakup KARASOY      Eleştiri Nedir, Bağa Destursuz Girenler Nasıl Eleştirilmelidir? Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1 Yıl 2005, Cilt , Sayı 17, Sayfalar 11 – 13;Ali Budak, İslâmî Araştırmalarda Tenkit Adabı, Hadis Tetkikleri Dergisi, 2013, cilt: XI, sayı: 2, s. 93-107.

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.