islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4083
EURO
34,5725
ALTIN
2.385,50
BIST
10.045,74
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
18°C
Cuma Az Bulutlu
17°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C
Pazar Az Bulutlu
20°C

Tevhid Vahdeti Gerektirir

Tevhid Vahdeti Gerektirir
28 Kasım 2023 09:30
A+
A-

Allah’ın birliğine iman etmek (tevhid) müminler arasında sağlam bir birliğe (vahdet) vücut verir.  Ama “Müslüman” üst kimliği altında birleşmesi gereken İslam ümmeti, bugün -Gazze ve Kudüs için- her zamankinden daha fazla birliğe muhtaçken neden paramparça?… Hatırlayıp düşünelim:

İslâmiyet, üç çeyrek asırda Atlas okyanusundan Çin’e kadar egemen olduğu coğrafyada yepyeni bir hayat tarzı ve medeniyet inşa etmiş; tevhîd dini olarak her alanda birliği gerçekleştirmişti…

Evet, İslâmiyet tevhîd ve vahdet dinidir: Allah’ın aşkınlığı ve birliği İslâm’ın temel esasıdır: “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, muhakkak göklerin ve yerin düzeni bozulurdu.” (Enbiya, 21/22) İslam’ın aşkınlıktan sonra ikinci esası ümmet’tir: Birlik dini İslam, bölücü kavim/ulus anlayışına karşın, birleştirici ümmet anlayışını getirmiştir. Kur’ân, müminleri “Allah’ın ipi”ne sarılmaya (Âl-i İmran, 3/103) ve “iyiliği emredip kötülüğü engelleyen hayırlı bir ümmet” (3/104,110) olmaya çağırır.

İslâm’ın bütün ibadetleri birlik, kardeşlik ve dayanışmayı içerir. Bir tevhîd eylemi olan namazla, günde beş kez, dünyanın her köşesinde, aynı anda aynı kıbleye dönen milyonlarca müminin kalbi birlikte çarpar. Allah’ın verdiği nimetleri Allah için harcayarak arınmayı amaçlayan zekât kurumu gelir dağılımındaki dengesizliği asgariye indirerek birlik ve dayanışmayı sağlar. Sırf Allah için tutulan oruç, bir nefis terbiyesi olarak Ramazan ayında tüm müminlerin merhamet, sabır ve yardımlaşma duygularını harekete geçirir. Bütün renklerin ve kültürlerin harman olduğu hac ibadeti, aynı eksen (Kâbe) etrafında coşkuyla dönen müminleri büyük bir ümmetin parçası olma bilincine erdirdiği gibi, yıllık müşavere toplantısıdır da…

Resulullah’ın (s.a) Medine’de kurduğu örnek topluma yön veren temel esasları Roger Garaudy şöyle özetler: Ekonomi planında: Tek sahip Allah’tır. Siyaset planında: Tek hükmeden Allah’tır. Kültür planında: Tek bilen Allah’tır.” Bu ilkeler, Allah’tan başka ilâh ve rab tanımayan, özgür, üretken, katılımcı, paylaşımcı, adil, muvahhid ve müttehid bir “model toplum”a, İslâm ümmetine vücut vermiştir.

Sonraki nesillere yüzyıllar boyu model olan Asr-ı Saadet toplumu, Dört Halife devrinde dinamizmini ve vahdetini korudu ise de Sıffin savaşıyla rüşdünü yitirmeye başladı ve bölünme sürecine girdi. Ancak, bazı iç sorunlara rağmen, tek bir devlet çatısı altında medeniyet planında göz kamaştırıcı ürünler ortaya koyan İslam toplumu, bölünmüşlüğüne rağmen, hem ilmi ve kültürel üretkenliğini sürdürdü hem de ümmet bilinci ve hilafet kurumunun da etkisiyle İslâm birliği idealini diri tuttu.

Bernard Lewis’in vurguladığı gibi, yaklaşık 13 yüzyıllık varlığı boyunca hilafet, birçok iniş-çıkış yaşadı ama Müslümanların birliğinin güçlü bir sembolü, hatta kimliği olarak hep ayakta kaldı.

M.G.S. Hodgson’un ifadesiyle, modern zamanlara kadar İslam medeniyeti şöyle veya böyle bir birliğe sahip oldu; zira Müslümanlar birbirleriyle ve kurucu idealleriyle bağlarını bir biçimde korudular. Çağlar boyunca Müslümanlar ortak bir hareket noktasını, ortak bir sözcük dağarcığını ve temel meseleleri tartışacak bir ortak dili hep paylaştılar. Asırlarca İslamiyet, dağınık topluluklar arasında hem dinî hem de sosyal bağlar ölçüsü olmayı sürdürdü. Böylece Müslümanlar, ortak bir dünya düzeni kurmaya diğer orta çağ toplumlarına göre daha çok yaklaştılar. 16-18. yüzyılda Müslümanlar kuvvetli müesseseler kurdular. İbn Batuta’nın belirttiğine göre, o çağlarda Müslüman bir fert, Fas’tan Çin’e kadar her yerde vatandaş olarak kabul görüyordu… Müslüman ümmet, esaslı medeni-kültürel avantajlarıyla yüzyıllarca hep rakipsiz kaldı. Avrupalıların sömürge bölgelerini işgal ederken mücadele ettikleri şey İslâm’ın gücü idi…

1700’lere gelince sosyal ve kurumsal yapılar zayıfladı; bir süre sonra çöküntü emareleri görülmeye başladı. Aynı dönemde Batı Avrupa’da gerçekleşen “Büyük Modern Dönüşüm” bütün dünyayı etkiledi. 1800’lerden itibaren dünya hakimiyeti artık Müslümanlarda değil Avrupalılardaydı. Bu durum yenilgi psikolojisine giren Müslüman dünyada yıkıcı etkilere yol açtı…

1900 başlarında Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinmesi ve Hilafet’in kaldırılması ile İslam ümmeti, imamesi kopmuş tesbih taneleri gibi dağıldı ve parça parça emperyalistlere yem oldu…

(“Yol Haritamız Kur’an” kitabımızdan (171-175) özetlediğimiz bu konuya haftaya devam edelim.)

Abdullah Yıldız 

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN BU LİNKİ ZİYARET EDİNİZ

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.