islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3616
EURO
34,7772
ALTIN
2.401,08
BIST
10.208,65
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Az Bulutlu
Cuma Yağmurlu
16°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Açık
21°C

TUŞLARA TAKILAN KELİMELER/ ÖLÜM      

TUŞLARA TAKILAN KELİMELER/ ÖLÜM      
29 Eylül 2023 09:30
A+
A-

Acı, buruk, üzücü, zor, korkutucu, ağlatan, gözyaşlarının zamansız avcısı, pek çok yükü beraberinde getiren, anlamakta güçlük çekilen, hep erken gelen, işleri hep yarım bırakan, kimsenin pek istemediği bir kavramdır ölüm. Başka anlamlar da yükleyenler olabilir tabii ki. Giden kendi kesesinden gitmiştir, asıl zorluk ardında kalanlaradır; diye bir ifade vardır. İşin özü, tüm canlılar için kabul edilen en adil gerçekliktir ölüm. ‘’Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır.’’ ayeti tüm çağların en çarpıcı evrensel gerçeğini vurgular: Ölüm. İnsanlar için ölüm hep apansızdır. Hep zamansızdır, ne zaman geleceği belli olmayan misafirdir. Acı kahve (mırra) ikramını esirgemez gönüllerden ve ağızlardan. Cahit Sıtkı, ‘’ Otuz Beş Yaş Şiiri’nde;

‘’Neylersin ölüm herkesin başında.                                                                                                               

Uyudun uyanamadın olacak                                                                                                       

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?                                                                                                                                  

Bir namazlık saltanatın olacak,                                                                                                                  

Taht misali o musalla taşında.”  diyerek ölümün bizi nasıl bulacağına ya da bizim ölümle karşılaşmamızın nasıl olacağına dair âdeta bir manifesto yayınlamış. İnsanız biz. İnsanın ölümü üzerine konuşuyoruz. Yaşarken kadri, kıymeti bilinmeyip ölümünden sonra kendisine methiyeler dizilen, ağıtlar yakılan nice garipler vardır. Ne ölene, ne kalana faydası vardır bu yapılanların oysa. Sağlığında değer bilmeyenlerin, görmezden gelenlerin cenazeye gelip musalla taşında yatanın huzurunda el pençe divan durmalarının bir ehemmiyeti olur mu? Kalp kıranların orada bulunmaları o kalp kırıklığını giderir mi? Divan edebiyatının büyük şairi Baki de şöyle dile getirir serzenişini:

‘’Kadrini sengi musallada bilüp ey Baki                                                                     

Durup el bağlayalar karşında yaran saf saf’’                                                                                     

Oysa dünya bir handı ve orada bir süre konaklayıp gidecektik değil mi? Ebedi hayatımıza hazırlık yapacağımız bir alan değil miydi dünya? Ona ait hiçbir şeye hak ettiğinden fazla değer vermemek gerekmiyor muydu? Yedi Güzel Adam’ın bu dünyaya erken veda edenlerinden, ismiyle müsemma Cahit ZARİFOĞLU; bakın nasıl bakmış sahip olmak için her şeyden vazgeçtiğimiz o dünyaya:

‘’Burası dünya!/ Ne çok kıymetlendirdik/ Oysa bir tarla idi/ Ekip biçip gidecektik.’’ Asıl mesele öldükten sonra başlıyor oysa.  Ardımızda bıraktıklarımızla konuşulacağız. Peki, bizden geriye neler kalacak? Başucumuzda bitirilmeyi bekleyen bir kitap, kitabın arasında unutulmuş ve kurumuş bir gül yaprağı, kulpu kırık bir kahve fincanı, okuma notları veya tamamlanmayı bekleyen şiir, öykü ve deneme taslakları…

Ne kalacak bizden geriye?  Kırık kalpler, dinmeyen gözyaşları, öfkeyle dolu zihin, okşanmayı bekleyen başlar, makas alınmamış körpe yanaklar, sarılmayı bekleyen kollar, kapı önünde dönüşümüzü bekleyen bükük boyunlu yetim ve/ya öksüz çocuklar… Geriye bizden ne kalacak? Budanmayı bekleyen zeytinlikler, kaysı, kiraz, şeftali ve badem ağaçları. Mısır tarlalarına konmuş ve korkuluklara alıştıkları için kaçmayıp kovulmayı bekleyen kuşlar. Suya aç pamuk tarlaları, fabrikaya götürülmek için kırımı bekleyen çay bahçeleri. Büyütülmeyi bekleyen ticari kuruluşlar…

Geriye ne kalacak bizden? Uluslararası anlaşmalar, barış görüşmeleri, savaş planları, petrol ve doğal gaz aramaları, fabrika projeleri, kentsel dönüşüm kavgaları; bakanlık, vekillik beklentileri, başkanlık hayalleri… Bizden geriye ne kalacak? Okul heyecanı, buruk bir acıya dönüşmüş çocuklar. Tadilat bekleyen evler, yenilenmesi gereken eşyalar, bitirilmemiş konutlar, taksiti geciken ödemeler. Ekstreler, adisyonlar, sipariş fişleri,  faturalar…

Kalacak mı bizden geriye salih evlatlar, ağızlarından havalanan dua kuşlarıyla?  Birbirinden haberi olmayan elleriyle bizim adımıza dağıttıkları sadakalar da olacak mı o evlatların yanında? Ya da var mı bir eserimiz, o yaşadıkça sevap hanemize güzellikler işleyen? Yoksa koca bir hiç mi olacak yaşadığımız ömür? Bir Neyzen Tevfik şiirine mi dönecek bizim için ölüm? Şöyle demişti ölüm ve sonrası için sözü küfürlü seven Neyzen Tevfik:

‘’Öleceğiz bir gün, gömecekler. /Bir kaç gün övecekler/Sonra kalan malını bölecekler/Hatta memnun kalmayıp üstüne bir de sövecekler.”                    Hep başkalarının ölümü konuşur da kişi, kendi ölümünü düşünmez nedense. Acaba Mevlananın ‘’İnsanlar aya benzer, daima kimseye göstermedikleri karanlık bir yüzleri vardır.’’ sözünü açıklar gibi kimse kendisinin bütün yönleriyle bilinmesini istemediği için mi kendi ölümünü düşünmez ve konuşmaz?

Her ölüm, içinde bir sır barındırır. Dostum, senin sırrın ne?

EYYUP YÜKSEL          

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar