islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C

“ATALAMIZDAN BÖYLE GÖRDÜK” ANLAYIŞINA BİR KUR’AN ELEŞTİRİSİ

“ATALAMIZDAN BÖYLE GÖRDÜK” ANLAYIŞINA BİR KUR’AN ELEŞTİRİSİ
29 Temmuz 2023 09:34
A+
A-

 

“Bir toplumda, eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar” a [1] gelenek adı verilmektedir. Dinî anlamda ise gelenek, dinin ortaya koyduğu ilke ve kuralların, tarihi süreç içinde beşer tarafından yapılan yorumlardan oluşan bir birikimidir. Elbette ki bu birikimde bizim için yararlı unsurlar ve öğretiler bulunduğu gibi, bulunmayan unsurlar ve öğretiler de  mevcuttur.  Dolayısıyla geleneği oluşturan yorumları yapanların da bizim gibi insan olduğunu, hata yapma ihtimallerinin bulunduğunu ve kendi zamanlarındaki sosyal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçlara göre yorumlarda bulunduklarını unutmamak gerekiyor. Gelenekçilik ise  “İnançları daha çok geçmişten süregeldikleri için benimseyen, saygın tutan, destekleyen yeni kültür  öğelerine daha az değer veren tutum veya öğreti”[2] olarak  tanımlanıyor.  Bunun zıddı ise  geleneksizliktir  ve bir geleneğe sahip olmama  durumunu ifade etmektedir.  Dolayısıyla günümüzde Müslümanların,  iki önemli sorunla karşı karşıya kaldıkları  görülüyor.  Bunlardan birincisi geleneğin, gelenekçiliğe dönüştürülerek mutlaklaştırılması, dolayısıyla yeni yorumlara karşı çıkılması ve toptan reddedilmesi; diğeri ise tespit  edilecek   kriterlere göre doğru ve yanlış ayırımına gidilmeden, geleneğin ret edilerek geleneksizliğe  giden bir yola girilmiş olmasıdır. Zira  geleneksizlik köksüzlüktür.  Çünkü “Köksüzlük  öksüzlüktür.”

Geleneğimiz, bizim  öz kültürümüzdür ve onu inkâr etmemiz asla mümkün değildir.   Çünkü o bize  atalarımızdan intikal eden  görüş, düşünce  ve yorumlardır.  Ancak doğru veya yanlış ayırımı yapmadan sırf gelenek diye geçmişi olduğu gibi koruma ve aktarma tavrı içinde olmak da  doğru bir anlayış ve yaklaşım tarzı değildir.  Dolayısıyla geleneğin doğrularını koruma ve aktarma; yanlışlarını da tashih etme, ya da terk etme tavrı içinde olmak, tercih edilmesi gereken bir yöntemdir. Bir başka ifade ile yapılması gereken şey, duygusal bir yaklaşımla geleneği olduğu gibi savunma, ya da ret etme tavrı içinde olmamaktır. Bu nedenle  geleneği  doğru ve yanlış ayırımı yapmadan olduğu gibi kabul etmek de;  dinin geleneksel yorumlarında, bazı yanlışlıklar ve eksiklikler var diye,  geleneksel yorumların tümünü dışlamak da yanlış  bir  yaklaşımdır ve  kategorik mantığın bir sonucudur. Bu mantıkla hem geleneği, hem de Kur’an’ı doğru anlamak ve yapılan yorumları değerlendirmek  mümkün değildir.

Doğruluğun kriteri nedir? Sorusuna verilecek cevap,  bu konuda ortak bir kanaatin oluşmadığı yönünde olacaktır. Zira kimilerine  göre doğruluğun kriteri, zaman; kimilerine  göre mekan ve kimilerine  göre de şahıslardır.  Oysa  bunlardan hiçbiri  doğruluğun kriterleri olamaz, zira  doğruluğun kriterleri  ilkeler ve kurallardır. Bu nedenle  her hangi bir zaman ve mekanda   üretilen düşünce  doğru  veya yanlış olabileceği gibi, her hangi bir şahsın  ürettiği görüş ve düşünce de doğru  veya yanlış  olabilir. Dolayısıyla şahısları ve görüşleri  mutlak doğru kabul etmek, yanlışların en büyüğüdür. Mesela asr-ı saadete  yaşanmış her  olay ve her düşünce, sırf asr-ı saadete  yaşandığı  ve söylendiği için mutlak  doğru olmadığı gibi;  bugün de Doğu’da veya Batı’da söylenen her söz ve üretilen  her  düşünce  de  mutlak  doğru değildir. Zira  asr-ı saadette  üretilen  doğru  fikirler ve düşünceler  olduğu gibi,   yanlış düşünceler ve  fikirler de  olmuştur.  Bugün de olmaktadır. Sadece oranlarında farklılıklar  söz konusudur.

Önemli olan doğru olan düşüncelerle, yanlış olan düşünceleri birbirinden ayırt etmektir. Bunun için de  nakledilen fikir ve düşüncelerin  sorgulanması gerekmektedir.   Dolayısıyla geçmişte söylenen ve yaşananları “atalarımızdan böyle gördük”  anlayışı ile  sorgulamamak ve  söylenenleri olduğu gibi kabul etmek,  doğruyu bulmamıza  engel teşkil etmektedir. Nitekim Kur’an, dikkat çekici  bir üslupla  bu anlayışı  şöyle tenkit etmektedir:

“Bu insanlara ‘Gelin Allah’ın indirdiği kitaba ve Peygamber’e uyun’ denildiği zaman, ‘Atalarımızdan gördüklerimiz bize yeter, biz onlara uyarız’ derler.  Peki, ya ataları bir şey  bilmiyorlarsa ve  doğru yolu  bulamamışlar iseler?!”[3]

İnanmayan o inanlar, kötü ve çirkin bir iş yaptıkları zaman, “Biz atalarımızdan böyle gördük, zaten Allah da bize böyle emretmiştir’ derler.  Resulüm! Sen  onlara de ki: ‘Allah çirkin şeyleri emretmez. Bilmediğiniz, aslı esası olmayan şeyleri  Allah’a mı isnat ediyorsunuz?” [4]

“ Onlar  Musa’ya şöyle cevap verdiler: Sen bizi atalarımızın bize miras bıraktığı dinden döndürmek ve bu ülkede liderliğin ikinize (sen  ve kardeşin Harun’a) kalmasını temin etmek için mi geldin? Biz ikinize de  asla uyacak değiliz.”[5]

“ Bir zamanlar İbrahim babasına  ve kavmine ‘Bu taptığınız heykeller  de  neyin nesi?’ diye  sormuştu. Dediler ki:  Biz atalarımızdan böyle gördük. Onlar da bunlara tapıyorlardı.”[6]

“Onlara ‘Allah’ın indirdiği Kitaba uyun’ denilince  ‘Hayır biz atalarımızdan  ne gördüysek ona uyarız’ derler.  Peki! Ya şeytan, atalarını aldatıp alev alev yanan  cehennemin azabına  çağırmışsa?!”[7]

“Hayır! Ne  bilgileri var ne de kitapları. Bildikleri tek şey,  ‘Biz  atalarımızı bir din üzerine bulduk ve ancak onların izinden giderek  yolumuzu bulabiliriz’ sözüdür.”[8

“Küfürde direnenlere ‘Haydi Allah’ın indirdiği Kur’an’a uyun’ denildiğinde , ‘Hayır  biz atalarımızdan  ne gördüysek  ona uyarız’ derler. Peki, ataları hiçbir şeye aklı ermeyen ve doğru yolu bulamayan kimseler idiyseler, yine de onlara mı  uyacaklar.”[9]

“İnkârcılara iman etmeleri için …“Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde –sanki kendilerine bu bilgiler hiç verilmemiş, bu uyarılar hiç yapılmamış gibi– hâlâ “Biz atalarımızdan gördüğümüze uyarız, onların yolundan gideriz” dediler. Kur’an, tam bir taklitçilik, bilinçsizlik ve körlük örneği olan bu cevap karşısında, “Ya atalarının aklı bir şeye ermemiş (lâ ya‘kılûne şey’en), doğru yolu bulamamışlarsa! (lâ yehtedûn)” buyurarak bilgide ve yaşayışta doğruya ulaşmanın iki temel aracını göstermektedir. Bunlardan biri akıl diğeri de hidayettir. Aklı kullanmak kuldan, hidayet vermek Allah’tandır. Bu sebeple kul, aklını kullanıp her konuda doğruya ulaşabilmek için kendisi bakımından mümkün olan bütün sebeplere başvurmanın yanında, Allah’ın “müsebbibü’l-esbâb” (sebeplerin yaratıcısı) olduğunu da asla unutmamalı ve başarıyı daima O’ndan beklemelidir.

Kötü niyetli insan ne aklını doğru kullanıp aklın buyruğuna uyabilir ne de hidayete lâyık olabilir. Esasen âyette anılan inkârcıların taklitçiliğe saplanarak akıl ve hidayet yolundan mahrum kalmalarının temel sebebi de Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in uyarılarından rahatsız olmaları ve bu kurtarıcı çağrıya kötü niyetle yaklaşmalarıdır. Bu tutum sadece o dönem taklitçilerine özgü de değildir. Basiretsizlik, bilinçsizlik, kötü niyet, çıkarcılık gibi çeşitli psikolojik zaaflar, kompleksler yüzünden ruhları kötürümleşmiş, şeytanın kışkırtmalarına açık ve dirençsiz hale gelmiş insanlar her devirde “atalarımızın yolu” dedikleri yanlışlara taassupla bağlanarak akıllarını sağlıklı ve gerektiği gibi kullanma, hidayetten nasiplenme imkânlarını kendi elleriyle ortadan kaldırmakta; Allah’ın, kitabı ve peygamberi aracılığıyla bildirdiği hakikatlere karşı direnmek suretiyle dalâlette kalmayı sürdürmektedirler.”[10]  Hiç şüphesiz böyle bir  anlayışın temelinde dinî ilkelerin yer almadığı bilinmekte; buna karşılık  geçmişteki uygulamalara dayanan toplumsal pratiklerin bulunduğu, dolayısıyla  meşruiyetini mutlaklaştırmaktan, kutsallığını da “atalarımızdan böyle gördük” anlayışından aldığı görülmektedir.

Böyle bir açmazdan kurtulmanın tek yolu ise  Kur’an’ın rehberliğine müracaat etmektir. Zira onun cahiliye kültürüne karşı uyguladığı yöntem,  günümüzde de bizim için bir rehberdir. Kur’an’ın cahiliye dönemi ve daha öncesindeki kültürleri, toptan ret veya toptan kabul etme gibi bir tavır içinde olmadığı; bilakis doğruları kabul, yanlışları ise ret ettiği veya tashih ettiği bilinmektedir.  Bir başka ifade ile  Kur’an’ın  cahiliye kültürünü ya iptal, ya ipka, ya da ikmal ettiği görülmektedir. Bu ilke ve kuralları, hem Kur’an’da, hem de Hz. Peygamber’in İsrâiliyat konusundaki tavrında bulmak mümkündür. Bu nedenle  Kur’an’ın  yaptığı bu eleştirilerden, geçmişte üretilen  fikir ve düşüncelerin, yapılan  yorumların da sorgulanarak  analiz edilmesi ve  “atalarımızdan böyle gördük”  diyen bir   anlayış   içinde   olunmaması  gerektiğini  anlıyoruz. Zira  bu mesajın ilk muhatabı her ne kadar Mekkeli müşrikler olsa da, söz konusu  bu eleştirilerin bize bakan  ve bizi ilgilendiren bir  yönü  de  bulunmaktadır.   Bu  da Mekkeli müşriklerin yaptığı gibi yapmamak, duyduklarımızı ve okuduklarımızı  hemen kabul veya ret etmemek,  bunları  sorgulayıp araştırdıktan sonra  kabul veya ret etmektir.  Zira  Kur’an bizden bilmediğimiz  bir şeyin peşine düşmememizi,[11] her duyduğumuz şeye hemen  inanmamamızı ve onu araştırmamızı,[12]  bunun için de bir bilene sormamızı[13], dolayısıyla  zan ile hareket etmememizi[14] istemektedir.

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara 2005,s.741.

[2].TDK, Türkçe Sözlük,  s.741.

[3] Mâide, 5/104.

[4] A’raf,7/24.

[5] Yunus, 10/78.

[6] Enbiya,21/52-53; Benzer  ayet, Şuara  26/74 .

[7] Lokman,31/21.

[8] Zuhruf, 43/22-23

[9] Bakara,2/170

[10] Hayrettin Karaman ve diğerleri, Kur’an Yolu , Ankara 2003,1/163.

[11] İsra,17/36.

[12] Hucurat,49/6.

[13] Nahl, 16/43

[14] Hucurat,49/12.

Yorumlar
  1. recep uzun dedi ki:

    Kuran sorgulayın, doğrusunu bulunca kabul edin diyorsa yargılayın anlayışı sakattır muhterem hocam.