islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3626
EURO
34,7179
ALTIN
2.437,44
BIST
9.985,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Salı Hafif Yağmurlu
15°C
Çarşamba Az Bulutlu
17°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C
Cuma Hafif Yağmurlu
18°C

BOLU’DA TÜRKİYE MERKEZİ CAMİ İMAM HATİPLERİ KURSUNA KATILIŞIM

BOLU’DA TÜRKİYE MERKEZİ CAMİ İMAM HATİPLERİ KURSUNA KATILIŞIM
4 Ağustos 2023 14:00
A+
A-

Sevgili Peygamberimizin diliyle ifade edersek; “Uğurluluk ve uğursuzluk inancımız yoktur,” ama duyduğumuz güzel bir sözü/haberi hayra yormak vardır. (Buharî Tıp 43) Peygamberimiz Hudeybiye antlaşması için gönderilen Mekke temsilcisinin Süheyl olduğunu öğrenince, kolaylık anlamına gelen bu ismi hayra yorarak ’işlerimiz kolaylaştı ’ buyurmuştur.

Doğum Adresim Hayra Yorulur Türdendi

Eğer kişinin doğum yeri adresini içeriği sebebiyle hayra yorarsak benim için hayır değerlendirmesi yapılabilir, çünkü “Kasımpaşa Kâdı Mehmet Mahallesi İbadullah Sokak 20 numarada doğmuşum. Adresimde tarih, din/hukuk ve kulluk iç içe.

Hayra yorumlanabilir bir adreste doğan İstanbul çocuğuyum ama babam ve annem Rize merkez ilçeye bağlı eski adı Aron olan Sütlüce köyündendirler.

Köyümüzün Üçüncü Hafızı Bendim

İlk hafızı bir dönem İstanbul’umuzun giyimi ve gözlüğü ile ünlü hafız ve mevlidhanlarından olup, şimdilerde ise İsmailağa cemaatinin ileri gelen müritlerinden olan Kemal Hutoğlu’dur. İkinci hafızımız ise İdris Öksüz’dür, İstanbul’da değişik camilerde müezzinlik yapmıştır.

Rabbimden Utandım Hıçkırıklara Boğuldum

Süleymaniye Camii İmam hatipliğim döneminde ailece Kasımpaşa’da oturuyorduk. Bir gün, inşaat malzemeleri satıcısı olan ağabeyim İsmail Hakkı Demircan’ın yaptırdığı kum gemisini görmek için Hasköy’e gitmiştik. Gemiyi görünce içimde hased değil ama gıpta türünden bazı duygular oluştu. Kendi kendime ‘bak ağabeyin zengin oldu, sen nerelerdesin,’ demeye başladım. Tevafuk olacak ya, o gün köyümüzden Recep Ali Öksüz ağabeyle hasta ziyaretine gittik. Hastamız, köyümüzün ikinci hafızı olan İdris Ök süz’ün ağabeyi Mustafa Öksüz’dü. Zorlanarak nefes alıp veriyordu, “ Ah rahat bir nefes almanın ne büyük bir devlet olduğunu bilebilseniz’ diyerek söze başladı ve şöyle devam etti.

– Ben kahvehane işlettim. Başkaca günahlarım da oldu. Mal varlığım arttı, zenginleştim. Ne var ki kardeşim İdris’e gıpta ediyorum. Onun mal varlığı yok ama benim gibi günahlara dalıp çıkmadı. Kulca bir yaşantısı oldu. Ne mutlu ona.

Hasta ziyaretinden çıkınca Rabbimden utandım. Hıçkırıklara boğuldum. Kendimi kınayarak ‘Adam, müezzin kardeşine gıpta ediyor, sen Süleymaniye Camii İmam Hatibisin, ilim hayatın var, öğreniyor, binlerce insana dinini öğretiyor ve onlardan saygı görüyorsun. Üstelik babanın sana verdiği altı dairenin sahibisin. Rabbinden utanmaz mısın be adam!’ demeye başladım. İşte o zaman Süleymaniye Camii İmam Hatipliğimin ne büyük bir ilahî nimet olduğunu daha iyi kavrayabildim. Şükrünü de eda etmeye çalıştım. Kusurlarımız elbette vardır.

Herhangi Bir İl veya İlçede Merkezi Camii İmam-Hatibi Olmak

Türkiye’mizin herhangi bir ili ve ilçesinde merkezi cami imam hatibi olmak, büyük bir nimete ermektir. Ermektir de eğer sahip olunan nimetin cinsinden şükredilemezse, nimet zıddına dönüşebilir. İslâm’ı Kur’ân ve Sünnet kaynaklı olarak öğrenmek ve yaşayarak tebliğ etmek gerek, yüreğimizde sevda taşımak ve dâvamızla ilgili atılımlar içinde olmak gerek.

İmam-Hatipliğimin beşinci yılındaydım. Muhtemelen 1974 yılı… Türkiye Merkezi Cami İmam-Hatipleri için Diyanet İşleri Başkanlığı Bolu Eğitim Merkezi’nde eğitici bir kurs düzenlendi. Doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kararıyla mı yoksa İstanbul veya Eminönü Müftülüğü’nün seçimiyle mi bilemiyorum, beni de kursiyer seçmişlerdi.

Daha önce Eminönü Müftülüğü’nce de mahalli bir kurs düzenlenmişti. Beni de hitabet hocalığına getirmişlerdi. Ayrıntılara inememekle beraber bu kursu hatırlayışımın bir sebebi, Beyazıt Camii Baş imam-Hatibi olup kıraati/okuyuşu ve vakarı ile ünlü Abdurrahman Gürses üstadımızın, hem hoca hem de kursiyer olmasıydı. Müftü efendi, Hocamızın imtihan edilmesinin bir tür saygısızlık olacağı hatırlatmasıyla hoca olarak gerekli evrakı imza lamamı istedi. Yapılması gereken de buydu. Makul olmak gerekir. Hatırlamamın diğer bir sebebi de Arapçası ve Türkçesi ile bir hutbe okuyamayan bazı kişilerin, yıllardır İmam-Hatiplik yapmakta olduğunu görmemdi. Anlamak mümkün değildi.

Orhan İnce Ağabey

İstanbul’dan Bolu’ya giden kursiyerler arasında önceden tanıdığım tek kişi merhum Orhan İnce ağabeydi. Kasımpaşa Merkez Camii İmam Hatibiydi. Biz de Kasımpaşalı olduğumuz için sık görüşürdük. Üstelik Abdürrahman Şeref Güzelyazıcı Hocamızın benden kıdemli müridiydi.

Bolu’ya gittik. Kurs 20 gün kadar sürdü. Kimler hoca olarak geldi, inanınız hatırlayamıyorum, ama hatırladığım kişi ve olaylar var.

Kurs Müdürümüz Nizamettin Şahin’di, Bolu Müftüsü de İrfan Yücel’di

Eğitim Merkezi müdürü, siması gözlerimin önünde olan Nizamettin Şahin’di. Bolu Müftüsü ise İrfan Yücel’di. İrfan beyle birkaç yıl sonra Haseki Eğitim Merkezi’nde birlikte kursiyer olacaktık. Onunla âhirete taallük eden bir davamız da var. İnşaallah ayrı bir bölümde açıklayacağım.

Diyanet İşleri Başkanımız da Dr. Lütfi Doğan’dı

Açılışa gelip gelmediğini hatırlamıyorum ama bitiş merasiminde aramızdaydı. Kursiyer sayımız hiç de az değildi. Yemek veya oturma salonunda oturuyorken Dr. Lütfi Doğan Hocamızın geldiği haber verilince kursiyerler hareketlenmişti. Benim dışımda istisnasız herkes karşılamak için dışarıya koşuştu. Ben bekledim. Kursiyerler arkasında olduğu halde içeri girdiğinde ayağa kalktım, hoş geldiniz dedim. Aşırılığı sevmiyorum. Arkadaşlarımız kişiye değil makama ayağa kalkıyorlar. Bu İslâm ahlâkı değildir.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde İftara Katılışım

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi‘nde vakfımız Ardev adına üç iftara katıldım. Cumhurbaşkanımızla aynı masada yanyana ve de karşı karşıya oturduk ve sohbet ettik. Ona hep Kardeşim diye hitap etmişimdir. Kardeşim olarak da kalacaktır. Kader-i İlahi onu Cumhurbaşkanı olarak deniyor. İnsanlar katında büyürken Allah katında küçülmek de var. Üstelik o gençlik yılla rında bir çok toplantıda konuşmacı olarak takdimimi yapmıştır. Bunu bir iftihar vesilesi olarak söylemiyorum. Dönemin şartlarında doğal olan buydu ve o bize nazaran çok daha gençti.

Cemaat Namazlarımız

İmam Hatipler olarak namazlarımızı cemaatle kılıyorduk. Üzerimize inen bir rûhaniyet vardı. En gençlerinden biri bendim. Allah’ın, yıllarca mihrap ve minberde istihdam ettiği bu insanlar hakikaten bereketliydi. Çok çabuk kaynaştık. Ama isimleri ve suretleri hafızamda kalan arkadaşların sayısı üçü beşi geçmiyor.

Tekirdağ Merkez Camii İmam-Hatibi Halil Efendi

Tekirdağ ilinden katılan ve adını Halil olarak hatırlayabildiğim arkadaş bilinçliydi, güzel yüzlü ve yumuşak tavırlı bir insandı. Ölüm haberini aldığımda çok üzülmüştüm.

Üstad Kur’ân Okuyucusu ve Pipocu Nurettin Efendi

Bir de Trabzon merkezi camilerinden birinde İmam-Hatip olduğu için kursa katılan Nureddin Efendimiz vardı.

Nureddin Efendi güzel Kur’ân okuyan bir üstattı. Ne var ki piposu da kıraati kadar ün yapmıştı. Dumanı hisseder ve kokusunu alırdık. Babacan tavırlıydı. Bir ara sohbet ederken hiç beklemediğim bir anda bana “Senin Şeriat Nedir hutbeni camimde okudum, bir hayli de yankısı oldu” deyince doğrusu çok mutlu oldum.

Sırası gelmişken arzedeyim, kursun en bilinir ünlü kişisi galiba bendim. Hutbelerimi duymayan yoktu. Okuyan da az değildi. Şöhretin her türlüsü çabuk yayılır. Benden Bolu merkezde bir hutbe okumamı isteyenler çoktu. Çünkü yakından görmek istiyorlardı.

Dörtdivan

Dörtdivan denilen ve pek çok köyün ortak merkezi olarak bilinen mahallin büyükçe olan merkezi camiinde hutbe okuduğumu iyi hatırlıyorum. Bolu merkezde de hutbe okudum gibi geliyor bana. Okuduysam Kur’ân’ın el-Kitab dediği hayat arşivime girmiştir. Yaptığımız bütün şerler gibi tüm hayırlarımızı da bulacağız. Yüce Sorgulama Günü önümüzde. Hiçbir şey gizli kalmayacak. (AL-İ imran 3/5,30; el-Kehf 18/49)

Naylon İmam (Süslü Hafız) Halit Efendi

Burada hafızamda kalan üçüncü kişiyi yani Naylon İmamı sona bıraktım. Çünkü “Naylon İmam” lakaplı Halil Ayhan ile ilişkimiz sürdü ve onunla ilgili olarak Altınoluk Dergisinin 1989 Temmuz sayısında Naylon İmam ve Fiilî Tebliğ başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazıyı bölümün sonunda yayınlayacağım.

20 Günlük Kursumuz Bitiverdi

Sayılı feyizli günlerimiz geçmiş, kursumuz sona ermişti. Sanırım Bolu Eğitim Merkezimiz, veda merasimi düzenledi. Yukarıda değinmiştim, merasime Diyanet İşleri Başkanı Dr. Lütfi Doğan Hocamız katıldılar.

Bu gibi merasimlerde yetkili kişiler konuşur ve bir de kursiyerler adına konuşma yapılır. Kursiyerler adına konuşma bana verilmişti. Nasıl seçilmiştim hatırlamıyorum, Herhalde muhteşem Süleymaniye Camii, İmam-Hatibine de bir ayrıcalık sağlıyordu.

İmam Hatip olarak, her mihrab ve minberde var olan ve akan feyze oluk olmak da bir ayrıcalıktı. Güzellikler içeren bu ayrıcalık, İmam-Hatiplerimizin oluşturdukları birlikteliğe samimiyet ve kaynaşma olarak yansımıştı.

Kursiyerler Adına Konuşmam

Bu Hatıratta yer yer değinmişimdir, sert görünümlü gibiyim. Bazı kardeşlerim gibi doğal halimde mütebessim değilim, ancak irademi kullanabilirsem güleç yüzlü olabilirim. Ne var ki muhrik (yakıcı) bir sesin Kur’ân tilaveti veya ezanı, beli bükük bir ihtiyarın yardıma muhtaç yürüyüşü, bir çocuğun anne babasına saygısı ve samimiyet dolu canlı bakışlar gönül tellerimi anında mızrablar, gözlerim de ferman dinlemez, boşalır.

Konuşmaya başlarken ihlaslı bakışların üzerimde odaklanması da gönlüme dokunmuş, gözlerimi doldurmuştu. Aramızdaki iman kardeşliğine vurgu yapan ilk cümlemle birlikte üzerimize çöken hüzün, yaşlar halinde dökülmeye başlamıştı.

Unutamadığım ve unutulmayan bu veda merasimi üzerinden çok yıllar geçti. Benim anılarımda özel yeri olan üç arkadaşımız ve de Orhan İnce ağabey gibi inandıkları âhiret hayatına göç edenlere Rabbim rahmet etsin ve bize de güzel ölümler nasip eylesin.

Naylon İmam (Süslü Hafız) ve Fiilî Tebliğ

Takriben 20 gün süren bu kursta yaş ortalamaları kırkın üstünde olan İmam-Hatiplilerimizle tanışıp kaynaştım. Bu muhterem şahsiyetler içinde unutulmaz hatıralarla bağlandığım zevatı hala hayırla anıyorum.

Naylon imamı bu kursta tanıdım. Daha önce dostluklar tesis ettiği belirli arkadaşlar grubu ile olmayı terzcih ettiği için olacak; aramızda tanışmanın ötesinde çok yakın bir dostluk oluşmadı. Ancak naylon imam düzgün fiziği, şık giysileri ve özellikle kolalı gömleği ve modayı izleyen kravatı ile diğer kursiyerler için olduğu kadar benim için de ilginç ve de ma’ruf bir sîmaydı.

Naylon imam Samsun’da mülhak Vakıf bir camide imam-hatip’ti. Aynı zamanda ünlü bir cenaze imamı ve meşhur bir mevlidhandı. Daha sonraki duyumlarım ve müşahedelerime göre de cami içi müslümanlarından çok cami dışı müslümanların ilgisine mazhardı.

Naylon imamlığı da -Allah bilir- özetlenen husûsiyetlerinden geliyordu. Kendisinin Ankara üzerinde meydana gelen bir uçak kazasında ebedî aleme irtihal ettiğini, çok sonraları dostumuz İsmail Coşar Beyden öğrendim. Allah rahmet eylesin.

Bolu günlerinden bir yıl kadar sonra bir dizi konferans için Çankırı, Çorum ve Amasya’ya gittim. Oradan da Samsun’a uzandım. Otele yerleştim. Sabah namazı için Naylon İmamın vazifeli bulunduğu camiye gitmek üzere karar verip yattım.

Biraz da geç kalkmış olacağım ki camiye vardığımda namaz kılınmış tesbihata başlanmıştı. Naylon imam mihrabtaydı. Duadan sonra imamımız Haşr sûresinin son üç ayetini güzel sesi ile okudu.

Sabah namazı cemaatine katılan her mü’min gibi huşu içinde dinlediğim mezkur ayetlerin hitamında Fatiha çekilmesini bekliyordum ki Naylon :mam Yüce Rabbimizin 99 Esma-i Hüsna’sını Kur’an-ı Kerim kıraat eder gibi okumaya başladı.

Esma-i Hüsna’nın camide cemaate karşı tilavet-i Kur’an üslubuyla cehrî olarak okunduğuna ilk defa şahit oluyordum. Pek çok hislendim. Yüce

Peygamberimizin “Allah’ın 99 ismi vardır. Onları (inanarak ve sevabını umarak) okuyan kişi Cennet’e girer.” (Feyzül-Kâdîr 2/483) hadisi ile okuyanını cennetle müjdelediği Esma-i Hüsna’yı ümit etmediğim bir camide ve hele hele naylon imamdan dinlemek, beni hem mesrur etti ve hem de gıpta ile dolu bir hayrete düşürdü.

Namazdan sonra yaptığımız çay sohbetinde memnuniyetimi dile getirdim. Müjdeleyici hadisi hatırlatarak tebriklerimi sundum. Sonra da gıpta ile merakımı birleştirerek sordum:

Benim fazîletini bildiğim halde ezberleyip düzenli bir şekilde okuyamadığım Esma-i Hüsna’yı mukaddes gecelerimizin sabahlarında mı yoksa haftanın belirli günlerinin sabah namazlarından sonra mı okuyorsunuz?

Naylon İmam bu sualimi şöyle cevapladı:

Hocam merhum falanca, bu camide otuz küsür sene kadar imam-hatiplik yaptı. Her sabah namazından sonra aksatmaksızın Esma-i Hüsna’yı okurdu. Onun irtihalinden sonra imam-hatiplik vazifesini devralan ben de 20 yıldan beri her sabah namazından sonra aynı şekilde Esma-i Hüsna’yı okumaya devam ediyorum.

Naylon imamdan aldığım bu cevap benim için çok daha şaşırtıcı ve etkileyici oldu.

Naylonluk ve benzeri vasıflarla tavsif edildikleri için önemsemeyerek geçiştirdiğimiz insanların ne güzel özellikleri, ilahî rahmete güzergah olacak ne mübarek amelleri vardı.

Elli yıldan beri her sabah Esma-i Hüsna’nın okunduğu tarihî camide o sabahki tahassüslerimi gönül müzeme yerleştirerek Samsun’dan ayrılıp İstanbul’a döndüm.

Ne var ki gönül müzemde bir hatıra olarak mekânlaştırdığım duygular, hatıra olarak kalmak istemiyor, fiilî bir tebliğin kalıcı netîcesi olarak hayatıma girmek istiyordu. Nitekim girdi de.

Naylon imamın hocasının izinde sürdürdüğü yirmi yıllık tatbikatı benim için hayra yöneltici tam bir fiilî tebliğ olmuştu.

Oturdum, Esma-i Hüsna’yı ezberledim. Ama ihlaslı ama ihlassız, o gün bugündür okur giderim.

Esma-i Hüsna’yı okudukça naylon imamı hatırlar ve tebliğin fiilî olması gerektiğini daha bir derinden kavrarım.

O, bana sözle bir tebliğ yapmadı. Kıraatının ve açıklamalarının benim hayatımda müessir olabilecek fiilî bir tebliğ olabileceğini tasavvur bile edemezdi. Ama o yirmi yıllık tatbikat yok mu? İşte sır oradaydı…

Evet, Hakkı tebliğ ve batıllardan sakındırma yalnızca yazarak ve konuşarak değil, yaşanarak yapılırsa tesirli olur, sonuçları görülür.

Bizim dört-beş gün hazırlanarak yazdığımız yazılar, iki-üç gün çalışarak hazırladığımız hutbeler, vaazlar, sohbetler ve seminerler hiç mi tesir etmiyor? Elbette ediyor. Ama bizim hayatımızda müessir olduğu kadar, belirli bir süre. O da çoğu kez kültürel bir etkinlik olarak.

Mâna büyüklerimizin hayatımızı yönlendiren eserleri ve sohbetlerinin daha ilmî ve edebî oldukları için değil, amel ve ihlasla yoğrularak söz ve hal bütünlüğü içerisinde bize sunuldukları için müessir olduklarından şüphe edilebilir mi?

Hudeybiye antlaşması ile Mekke’nin Fethi arasında geçen takribî iki yıllık süre içinde müslümanların sayısının katlanarak artmasını alimlerimiz, oluşan sulh ortamında İslâm Dini’nin diriltici ve yüceltici güzelliklerinin sahabilerin hayatında doğrudan görülebilmiş olmasına bağlıyorlar.

Ne doğru tespit.

Yaşanılan laik ve İslâm karşıtı ortamda, İslâmî güzellikleri yansıtacak fiilî tebliğlere muhtacız. Naylon imamın hayatında bir örneği görülen yılların tatbikatına dayalı fiilî tebliğlere… Evet, onlara muhtacız.

(DEVAM EDECEK)

YARIN: DİYANET’TE HAFIZLIK İMTHANIM KUR’ANİ CEHALETİMİZİN YAYGINLIĞI

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.