islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C

CENNETTEN MAHRUM OLMAK

CENNETTEN MAHRUM OLMAK
Allah tarafından seçilmiş ve özel bir yaratılışla dünyâya getirilmiş bir insânı sırf babasız doğdu diye ulûhiyete ortak etmek, hattâ daha da ilerisi O’nu Allah ile özdeşleştirmek ve üstelik bunu amantülerinin mutlak inanılması gereken ilkeleri olarak tebliğ edip zorunlu kılmak acaba nasıl bir zihnin veyâ zihniyetin ürünüdür? Din demiyorum; çünkü Hz. Âdem’den Hz. Peygamber’e kadar tek din olan İslâm, bir tevhid dinidir ve yalnızca Allah’a olan teslimiyetin adıdır. Sonra yaratılış açısından baktığımızda Kur’ân bu noktada Hz. Îsâ ile Hz. Âdem arasında hiçbir fark bulunmadığını şu âyetle bize anlatmaktadır: “Allah katında İsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir, ki Allah onu topraktan yarattı ve sonra ‘Ol!’ dedi; işte (insânoğlu böylece) oluverir.”
Nasıl ki, Hz. Âdem’in anasız/babasız yaratılması Allah için bir güçlük teşkil etmemişse, Hz. Îsâ’nın da babasız yaratılışı O’nun için güç değildir ve Allah böyle bir oluşu gerçekleştirmeye mutlak kadirdir. Bu nedenle inanılması “muhkem”, nasıllığı “müteşabih” olan bu konuda akıl yürütmek ve izah aramak yerine “Ol!” buyruğunun yeterli olduğuna inanmak en isâbetli tavırdır. Üstelik böyle bir yaratılışın nasıl gerçekleşebileceğini çevresinden gelecek ithamlar sebebiyle endişe içerisinde soran ilk kişi de Hz. Meryem’dir. O’nun bu sorusuna Kur’ân bunun “Allah için çok kolay olduğunu” , “Allah’ın dilediğini yarattığını”  ve bir sonucun meydana gelmesi için de “Ol!” buyurmasının yeterli olduğu  belirtilmiş ve bir başka açıklama da yapılmamıştır. Bu konuda bilgi veren Âl-i İmrân sûresindeki âyetler kümesinin sonunda da “[Bu], Rabbinden bir hakikat[tir]; öyleyse, şüphecilerden olma!” denilerek, Hz. Peygamber’in şahsında bütün müminlerden Allah’tan gelen bu bilgiye mutlak teslimiyet içerisinde inanmaları istenmiştir. Yine Meryem/34-35. âyetlerde bu konuda şüpheci davrananlar kınanmış, ayrıca Allah’ın çocuk edinebileceği fikri şiddetle reddedilerek O’nun hükmettiği sonucun  sadece “Ol!” emrine bağlı olduğu tekrarlanmıştır.
Bütün bu bilgilere rağmen Hristiyanlar; Hz. Îsâ’yı “Allah’ın oğlu” hatta “Allah” saymak suretiyle tevhidden sapmışlar, bir kısmı O’nu “baba, oğul ve kutsal rûh” olarak üçlü sisteme dâhil edip ulûhiyete ortak kılarken bir kısmı da “Allah, Meryem oğlu Mesîh’dir” diyerek O’nu ham/kaba bir antropomorfizm’e  indirgemişlerdir.  Anlaşılıyor ki, insânı ilâhlaştırmak insânoğlunun en eski zaaflarından biridir. Aslında bir insânı, insân olmaktan çıkarıp ilâhlık mertebesine yükseltmek, bir anlamda o insâna zulmetmek demektir. Aynı zamanda bu, bir peygamberi hayattan dışlayarak onu örneklik konumundan çıkartmak anlamına da gelmektedir. Yahudiler/Yahudileşenler bunu hakaret, küçümseme, aşağılama, taşlama ve öldürme yoluyla yapmışlardı. Hristiyanlar da görüldüğü gibi yüceltme ve ilâhlaştırma yoluyla yapmışlardır. Bu ifrat ve tefrit arasındaki tehlikeyi sezmiş olacak ki Hz. Peygamber: “Hristiyanların Meryem oğlu İsâ’yı aşırı övdükleri gibi beni aşırı övmeyin. Ben Allah’ın kulu ve Resulüyüm”  demiştir.
İşte Kur’ân bu aşırılığa/sapkınlığa düşenler için şu uyarıları yapmaktadır: “Allah, Meryem’in oğlu Mesih’tir!” diyenler hakîkati inkâr ederler. De ki: Eğer Meryem oğlu İsâ’yı ve o’nun annesini ve yeryüzündeki herkesi –onların tümünü– helâk etmek isteseydi kim Allah’a mani olabilirdi? Zira, göklerin ve yerin ve onlar arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’a aittir; O dilediğini yaratır: ve Allah dilediğini yapmaya kâdirdir!”
“Gerçekten, ‘Allah Meryem oğlu Mesih’dir’ diyenler hakikati inkâr etmiş olurlar; [bizzat] Mesih’in, ‘Ey İsrailoğulları! [Yalnızca] hem benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!’ dediğini gördükleri halde. Unutmayın, kim Allah’tan başka bir varlığa ilâhlık yakıştırırsa, Allah onu cennetten mahrum edecek ve böylelerinin varış yeri cehennem olacaktır: ve böyle zalimler kendilerine bir yardımcı bulamayacaklardır.”
Her iki âyetin başlangıcından da anlıyoruz ki; “Allah’ı Hz. Îsâ ile özdeşleştirmek” veyâ “Allah Hz. Îsâ’nun zâtında Kendi’ni insân kılmıştır”  demek hakîkati inkâr etmek anlamına gelmektedir. Mâide/17. âyette bu ifâdeden sonra bu batıl inançlarında ısrarlı olanlara Kur’ân, konuyu kestirip atma yerine iki mantığa dayalı delil sunmaktadır. Bunlardan birincisi; Meryem oğlu Mesîh’in, annesinin ve bütün yeryüzünde bulunan insanların yaratılmış ve ölümlü varlıklar oldukları, böyle fâni varlıkların da ilâh olamayacağını gerçeğidir. Zaten eğer Hz. Îsâ onların iddia ettiği gibi bir ilâh olsaydı hem kendisinin başına gelenleri engellerdi hem de annesinin ölüp gitmesini önleyebilirdi. İkincisi ise göklerin ve yerin ikisi arasında bulunan varlıkların tamamının Allah’ın hükümranlığı altında olduğu gerçeğidir. Böyle olunca da Hz. Îsâ, annesi ve diğer insanlar bu mülkün içinde bulunmaktadır ve Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Çünkü Allah her şeye kadirdir ve dilediğini yaratabilir. Başka bir âyetin ifâdesiyle, “O edip-eylediği şeylerden ötürü sorguya çekilemez; ama onlar (mutlaka) sorgulanacaklar: (hal böyleyken), onlar yine de, kulluk etmek için O’nun yerine (düzmece) ilâhlar ediniyorlar!”
Mâide/72. âyetin devâmında ise Hz. Îsâ’nın İsrailoğulları’nı tevhide çağırması anlatılmakta ve bu gerçekliğe rağmen Allah’tan başka birine ilâhlık yakıştırmaya kalkanların cennetten mahrum kalacakları onlara hatırlatılmaktadır. Bunun yanına ilâve olarak,  eğer bu konuda ısrarlı davranıp hakîkate dönmezlerse yerlerinin cehennem olacağı, zalimlerden sayılacakları ve hiçbir yardım göremeyeceklerinin uyarısı da onlara yapılmaktadır. Âyette “Allah Meryem oğlu Mesîh’tir” diyenlerin “zalimler” olarak nitelendirilmesi çok anlamlıdır. Zulüm, bir şeyi ait olduğu yerin dışına koymaktır ve Hristiyanlar da Hz. Îsâ’yı Allah ile özdeşleştirmekle, O’na uluhiyet elbisesi/sıfatı giydirmeye kalkmalarından ötürü bu zulmü işlemişlerdir ve yine Kur’ân’ın ifâdesiyle “Allah’a şirk koşmak en büyük zulumdür.”
Bütün bu âyetler, yüzyıllar boyunca Hristiyanlık âlemini meşgul etmiş ve kilise tarafından olabildiğince karmaşık hale getirilmiş olan Hz. Îsâ’nın mahiyeti meselesine herkesin anlayabileceği bir üslûpla açık ve kesin bir cevap vermektedir. Meryem oğlu Îsâ Mesîh sadece bir peygamberdir; annesi de dürüst, inançlı ve iffetli bir kadındır; her ikisi de beşer dışında düşünülmemesi gereken varlıklardır. Ama ne var ki; Hz. Îsâ’nın vefatından sonra Hristiyanlar, O’na olan sevgilerini, O’nu ulûhiyet derecesine yükseltme noktasına getirmişler ve hakîkatin/dinin sınırlarını aşarak şirke/zulme kaymışlardır. Allah, son vahiy olan Kur’ân’da bu inançta/görüşte olan Hristiyanları düştükleri bu büyük yanlıştan vazgeçmeye, kendisinin engin af ve mağfiretine sığınmaya davet etmekte, sapkınlıkta ısrar etmelerinin acı âkıbetini haber vermekte, dinde aşırılığa kaçmaktan sakınmaya, sapan ve başkalarının da sapmasına yol açan kişiler tarafından dinin bir sömürü aracı yapılmasına fırsat vermemeye çağırmaktadır.
Aslında bu noktaya nasıl gelindiğini bugünkü -arkasında tarihsel Hz. Îsâ’nın olmadığı- Hristiyanlığın mimarlığını yapmış olan Pavlus kendi diliyle şöyle açıklamaktadır: “Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasanın denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymış gibi davrandım. Tanrı’nın yasasına sahip olmayan biri değilim. Mesih’in Yasası altındayım. Buna karşın, Yasa’ya sahip olamayanları kazanmak için Yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için güçsüz oldum. Ne yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum.”
İnsân bunları duyunca içinden şu düşünceleri geçirmeden yapamıyor: “Keşke Pavlus, herkesle her şey olacağına Allah ile tek şey olabilseydi, bugünkü dünyanın şekli daha farklı olurdu.” Ama yine de Kur’ân vahye muhatap olmuş bu kitap ehline belki düşünürler diye “cennetten mahrum olmamaları” için şu çağrıyı tekrarlamaktadır: “De ki: Ey kitap ehli! İnançlarınız[ın içerdiği hakikat]in sınırları[nı] ihlâl etmeyin; ve daha önce kendileri sapmış olup bir çoğunu da saptırmış olan ve doğru yoldan hâlâ sapmakta devam eden bir topluluğun mesnedsiz görüşlerine uymayın.”
NECMETTİN ŞAHİNLER
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar