islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,2747
EURO
34,7012
ALTIN
2.411,78
BIST
10.045,74
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Hafif Yağmurlu
17°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
22°C

“İslâm İnsanına Muhtacız” Hutbem ve  Prof. Dr. Manizade

“İslâm İnsanına Muhtacız” Hutbem ve  Prof. Dr. Manizade
9 Temmuz 2023 10:00
A+
A-

Süleymaniye Camii hatipliğim süresinde, yarım asır sonra gönlüme düşecek bir ilhamla “Bir Kuşluk Vaktinde Güzel Kul Olma Mücadelem” isimli bir hatırat kitabı yazabileceğimi düşünmedim. Düşünemezdim de. Bana bu ilhamı verebilecek bir kültürel çevrem yoktu. Bu sebeple yaşadığım hatıralarımın bazılarını mucize nimet olan hafızamın, yazılı notlar ve belgelerin yardımı ile günü gününe tespit edebiliyorsam da bazılarının değil tam ayını bazen yılını bile tespit etmekte güçlük çekiyorum. Yorucu araştırmalar yapma gereğini duyuyorum.

Her Cuma Sevgiliye Vuslat Günü Gibiydi

Konusunu ve işleniş şeklini belirlemede fikir sancıları çektiğim hutbelerimi yorucu bir çalışmayla ancak yazabiliyordum. Her Cuma benim için sevgiliye vuslat günü gibiydi. Nasıl bir şevkle minbere çıktığımı gereğince anlatamam. Minberden baktığımda cemaatimizin oluşturduğu muhteşem görüntü büyüleyiciydi. Hele hele yakıcı bir iç ezan okunduysa hutbeye başlamak için çırpınırdım.

Hutbelerim yavaş yavaş kıvamını buluyordu. Haftalar birbirini takip etmiş ve ilk Kurban Bayramı’na ulaşmıştık. Süleymaniye’de bayram sabahları hakikaten bir başka olurdu. Güzelim ülkemizin her köşesinden insanlar bir araya gelir, Millet ve Ümmet olmanın hazzını yaşarlardı.

Yahya Kemal’in “Ezansız Semtler” isimli makalesinde iç hüznü ile dile getirdiği üzere, kendisi gibi ana Ümmet – Millet gövdesinden koparak batılı bir yaşantının izini sürenler içinden süzülüp gelenler de olurdu.

Yahya Kemal ve Prof. Dr. Derviş Manizade

Bir bayram sabahında Büyükada camiine gelip iki hamal kardeşinin arasına yerleşen Yahya Kemal gibi bir Kurban Bayramı sabahında Süleymaniye Camiine gelerek cemaatin arasına karışan Prof. Dr. Derviş Manizade de batıcı yaşantının içinden kopup gelenlerden biri miydi bilmiyorum ama muhteme len öyleydi. Süleymaniye Camii Hatibi olarak varlığından bile haberdar olmadığım Kıbrıslı Derviş Manizade’yi sonraları da yüz yüze tanıyamayacaktım ama o kendisini bize tanıtacaktı. Biz de bir batılı yaşantı içinden gelen bir entelektüel tarafından nasıl görülüp değerlendirildiğimizi öğrenecektik. Daha da önemlisi Hakka çağrıda yaşadığımız eksiklileri fark edebilecektik.

Eminönü Müftüsü İsmail Sezgin’in Vaazı

Elli yıl kadar önce İstanbul’un nüfusu günümüzle kıyaslanamayacak kadar azdı. Özel arabalar sayılıydı. Ulaşım imkânları yetersizdi. Böyle iken her iki bayram sabahlarında da Camimiz dolardı.

Ben gerekli hazırlığımı yapmıştım. Bayram namazını kıldırdıktan sonra minbere çıkıp mahşerî bir kalabalık oluşturan cemaatimize hutbemi sunmak için Mihrab’ta yerimi almıştım. 25 yaşında dikkatleri çekecek kadar gençtim ve üzerimde de bilinen siyah bir cübbe değil ama vücuduma uygun dikilmiş bembeyaz bir cübbe vardı. Beyaz cazibeydi, saflıktı, güzellikti.

Vaaz etmek üzere kürsüye çıkan İsmail Sezgin Hoca Eminönü Müftüsüydü. Yaşlıca, boylu ve kilolu bir kişiydi. Konuşması muhacir oluşuna işaret ediyordu. Bugünkü değerlendirmeme göre Türkçesi bir bayram sabahında Süleymaniye’de kürsüye çıkacak düzeyde değildi.

İsmail hocamız şartlara göre Sünnet/Vacip ölçüsünde görevimiz olan kurban kesimini Hz. İbrahim ve İsmail ile irtibatlandırarak anlatmaya çalışıyordu. Anlatım geleneğimiz böyleydi. Ama günümüze ilişkin değerlendirmeler kopuk kopuktu ve son derecede yüzeyseldi.

Burada bu vesile ile ifade etmiş olalım: Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’e göre Kurban kesimi, Allah’ın bizlere ihsan ettiği hayvanlar nimetine karşılık en fazla yararlandığımız küçük ve büyükbaş hayvanlardan sunulacak şükür görevidir. ( Bakınız. Yâ Sîn, 36/71-73; Hac, 22/36)

Hocamız vaazının sonunda bayram namazını tarif ederken de bir türlü tanımlayamadı. Kürsüden bana yönelerek tarif etmemi istedi. Allah rahmet eylesin.

Bayram namazını kıldırıp minbere çıktım ve “İslâm İnsanına Muhtacız” başlıklı hutbemi sundum. Minberde ayakta konuşma, cemaate hakimiyetimi pekiştirdiği için sunarken derin bir haz içindeydim. Böylece ilk Kurban Bayramı sınavını vermiş olduk.

Mit’in Arşivi Var da Görevli Meleklerin Yok mu?

Tam bu bölümü yazarken birden aklıma İsmail Müftüoğlu’nun Adalet Bakanlığı döneminde Mit’i ziyaretine ilişkin kendisinden bizzat dinlediğim açıklamaları ve değerlendirmeleri geldi.

Mit’i ziyarete gittiğinde kendisini, fi tarihinde falanca yerde yaptığı konuşması ile karşılamışlar. Verilmek istenen mesaj; dün olduğu gibi bugün de gözetim altında olduğuydu.

Mit kişiyi arşivinden çıkardığı geçmişine ait bir konuşması ile karşılar da, Rabbimin görevlendirdiği melekler Mahşer Günü beni Süleymaniye Camii’nde sunduğum bu veya bir başka bayram hutbemle karşılayamaz mıydı? Mahşer O’nun, Melekler O’nun ve Cennet de O’nun değil mi?

Manizade ve Süleymaniye’den İlhamlar

Kurban Bayramı’ndan sonraydı da ne kadar sonraydı kesin olarak hatırlayamıyorum.

Bir Cuma günü Süleymaniye Camiine doğru gelirken Cuma cemaatimizden olup tıpta talebe olan bir gencimiz elindeki bir dergi ile bana doğru geldi. “Bu dergiyi gördünüz mü hocam” diyerek bana uzattı. Tıp bayramı sebebiyle çıkarılmış özel sayı bir dergiydi. Sormama fırsat vermeden dergide Prof. Dr. Derviş Manizade tarafından yazılmış ‘Süleymaniye’den İlhamlar ‘başlıklı yazıyı gösterdi.

Manizade tıpkı Yahya Kemal’in Büyükada Camiine geldiği gibi Süleymaniye Camiine gelmiş, caminin ihtişamı içinde bayram sabahının rûhaniyetini soluklamak için kendisini cemaatin arasına bırakıvermişti. Vaaz başlayınca da vaaza kulak vermeye başlamıştı. Bayram namazının ardından zevkle dinlemeye başladığı genç ve gür sesli hatibin, beğenisini kazanan hutbesiyle şahsı ve ülkesi adına ümitleri yeşermişti. Değerlendirmesi şöyleceydi:

Hocanın vaazı derinlikten yoksundu. Üslubu da yetersizdi. Hz.İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmesi olayını anlatımı sıkıcıydı. Bütün rûhani neşemi yitirmekte iken bembeyaz bir cübbe giyinmiş genç bir adam Minbere çıktı. Davudi sesi ve düzgün Türkçesiyle ülkemizin problemlerini ve çözüm yolarını tam bir vukufla dile getirdi ve muhtaç olduğumuz insan tipinin özelliklerini verdi.

Bu bilgin genç hatibi derin bir iç huzuru ile dinlerken düşündüm. Ülkemizin geleceği için vaazda örneğini izlediğimiz Şerîatçi kafaları gidermeli ama bu bilge gencin benzerlerini yetiştirmeliydik.

Hatibi dinlerken gönül dünyam aydınlandı, huzurum arttı. Süleymaniye’den hayat yolumu ışıklandıran ilhamlarla ayrıldım.”

Yazı bu minvalde kaleme alınmıştı. Hutbemiz nitelendirildiği kadar doyurucu ve etkili miydi?

Hatiplik hayatımın ikinci yılının ikinci yarısında ilk hutbelerimi yayınladığım Süleymaniye Minberinde İslâm Nizamı’nın birinci cildinde yer verdiğim bu hutbemin linkini veriyorum:

http://www.alirizademircan.net/islam-insanina-muhtaciz-3-60h.html

Manizade Hutbemizi Beğenmişti

Manizade yukarıda linkini verdiğim hutbenin yazarı genç hatibi beğenmişti. Beğenilen hatip İslâm Şerîat’i bağlısıydı. Beğenilen görüşler Şerîat’i yansıtıyordu. Belki kendisi de bilmiyordu ama Manizade’nin gerçek Şerîat adamı olan kişilerle problemi yoktu. O İslâm Şerîati adına oluşturulan olumsuzluklara karşı idi. Bir diğer anlatımla o;

İlim ve tekniğe karşı tutucu ve karanlık fikirlere, babadan oğula geçen fert ve zümre istibdadına, kadına hak ve hürriyet tanımayan katı dogmalara, sömürücü kişi ve düzenlere karşı sabrı ve kanaati öneren öğütlere, yakan yıkan fikri prangaya vuran ve hürriyeti kısıtlayan cihad ülküsüne, insan doğasıyla çatışan ilkel ceza yasalarına, sıkıcı ve bunaltıcı dinî merasimlere, yaşama arzularını körelten felçli emirler ve yasaklara…” karşıydı. Oysaki karşı çıkılan bu görüşler-ilkeler zaten İslâm değildi.

Bütün mesele Şerîati ile birlikte Kur’ân ve Sünnet İslâm’ını öğretecek hutbeler sunabilmektir. Pek tabii ki cami içi söylemleri geliştirmek yeterli değildir. Çünkü bir hatibin yapabilecekleri sınırlıdır. Biz de Süleymaniye Camii hatibi olarak gücümüzün yettiğini yapmaya çalışıyorduk. Çünkü Rabbimizin bildirdiği üzere biz yapabileceklerimizden sorumluyuz:

“O halde elinizden geldiği kadar gücünüz yettiğince yolunuzu Allah ve kitabıyla bulmaya çalışın. O’nu dinleyin ve itaat edin ve kendi iyiliğiniz için Allah rızasını kazanma yolunda karşılıksız harcamada bulunun. Kim nefsinin zekât vermek ve faizden kaçınmak gibi dinî – malî görevlerini yapmamak hırsından korunursa işte onlar kurtuluşa erip umduğuna nail olanlardır.” Teğabun, 64/16)

Turizm Hutbelerim ve  Hatıralar

1973 seçimleri sonrasında 48 milletvekili çıkaran MSP hükümet ortağı olunca İslâm açısından fikir hayatımızda daha bir canlanma başladı.

Fehim Adak Ticaret Bakanı Olmuştu

Merhum Fehim Adak benim için özeldir. İlk sakallı Bakan olarak benim sakal bırakmama vesile olanlardandır. Daha sonraki yıllarda yiğitliğine de tanık olmuşumdur, anlatayım:

Hac organizesinin döviz getiren şirketlerin tekelinden kurtarılması için verdiğim ve öncülük ettiğim mücadele sebebiyle bakanlığı döneminde kendisini ziyaret ettiğimde, benden önceki görüşme nedeniyle pek öfkeliydi. Beni görünce biraz rahatladı ve anlatmaya başladı. Anlatımlarından hafızamda kaldığına göre yurtdışında çalışan işçilerimize bazı şartlar altında yurda araba getirme imkânı sağlanmış veya sağlanmak üzereydi. Vehbi Koç’ların yetkili avukatı görüşmeye gelmiş ve bu karardan vazgeçilmesini istemiş, ısrar edilmesi durumunda kendisinin bakanlık koltuğundan olabileceği uyarısında bulunmuştu. Onun böyle konuşması Fehim Beyin alevlenmesine yetmişti. Fehim Beyin görüşmenin sonuç bölümüyle ilgili anlatımı da şöyleydi:

– Ayağa kalktım ve koltuğuma bir tekme atarak şöyle dedim: Biz bu koltukta doğmadık ve kalıcı olmadığımızı da biliriz. Bizi koltukla mı tehdit ediyorsunuz? Görüşme bitmiştir, çıkabilirsiniz.

Turizm Döviz Getirir de Ahlak Götürür müydü?

Fehim Beyin Ticaret bakanlığı döneminde nasıl oluştu ve gelişti hatırlamıyorum ama “Turizm Döviz Getirir Ama Ahlâk Götürür mü Götürmez mi? ” şeklinde bir tartışma başlamıştı.

Hutbe konularını güncelden hareketle belirlemeye çalıştığım için bana da alan açılmıştı. Bu alana girmekte gecikmedim.

Turizm Hutbelerimi Yazışım

Çalıştım, araştırdım ve İslâm’da Turizme (Yurt İçi ve Yurt Dışı Seyahatler) Yöneltici Görevler ve Turizm ve İslâmî Vazifelerimiz başlıklı iki hutbe hazırladım. Süleymaniye Camii Minberi’nden büyük bir heyecan ve zevkle sundum.

Heyecan ve zevk ifadelerini kullanmama bakmayınız, bu kelimeler benim iç dünyamı yansıtmaya yetmez. Onlar ancak yaşanırsa anlaşılabilir. Kaldı ki hatip, konusunun dünyanın mihverinde döndüğü mevzu olduğu bilinciyle hutbesini sunmalıdır. Allah’a hamdederim, ben bu duyguları yaşadım.

Turizm hutbelerim beklediğimden fazla ilgi gördü ve sohbetlere konu edildi.

Bu arada unutmadan zikredeyim: Bu hutbelerimi yazarken bende turizm konusunda özel bir çalışma yaparak küçücük de olsa bir eser hazırlama düşüncesi oluştu. Çünkü İslâm’da hac, sağlık, ticaret, ilim, sılay-ı rahim, yaşamın kolaylaştırılması ve din ve medeniyet tarihi eserlerini inceleme gibi turizme yöneltici 16 kadar görev belirlemiştim. Fertlere yüklenen görevler yanı sıra İslâmî yönetimlere de yüklenen vazifeler vardı. Konu hakikaten ilginçti. Bir hayli malzeme de hazırladım. Kütüphanemi taşıma sırasında notlarımı yitirdiğim için arzumu gerçekleştiremedim. Oysaki yayınlanacak kitaplarım arasında İslâm ve Turizm de ilan edilmişti.

Yalnızca Hac İbadeti Bile Turizm’in Önemini

Vurgulamaktadır

Bir din düşününüz: Dünyanın neresinde olursa olsunlar imkan bulabilecek genç veya yaşlı mümin erkeklere ve kadınlara Mekke’de yapılabilecek Hac görevini yüklemektedir. Yalnızca hac organizesi bile turizm yönünden evrensel bir örgütlenmeyi gerektirmektedir. Üstelik Hac, Hz İbrahim’den bu yana 4000 yıldan beri varlığını korumakta ve sürdürmektedir. Kıyamet’e kadar da koruyacak ve sürdürecektir.

Turizm konusuna önem verişimin bir ana sebebi de Süleymaniye Camii İmam Hatibi olmamdır. Çünkü nöbet günlerimde doğrudan veya dolaylı olarak turizm gerçeği ile karşı karşıyaydım.

Süleymaniye’de Turizmle İç İçeydim

Ülkemize yarım asır öncesinden beri turist gelmektedir. Bildiğim kadarıyla turistlerin Ayasofya, Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Camiinden sonra en fazla geldikleri yer Süleymaniye Camiidir.

Dikkat edilirse Süleymaniye Külliyesi demiyor, Camii diyorum, çünkü İmam Hatiplik dönemimde (1970-1981) yalnızca Cami ve Süleymaniye Devlet Kütüphanesi açık ve görülebilir durumdaydı. Şimdi ise Külliye’ye dahil dört büyük medrese, tıp ve hadîs medreseleri, hamam ve diğer bazı ünitelerle birlikte Kanuni ve Sinan Türbeleri de restore edilmiş ve ziyarete açık hale getirilmiş durumda. Osmanlı medeniyetini ihtişamını ve azametini örneklendiren Süleymaniye Külliyesi İstanbul’dadır. Bu Külliye iftiharla tanıtabileceğimiz ve bakım giderlerini fazlasıyla kazanabileceğimiz gelir kaynağımız olabilir. Özetlersek artık Külliye için ziyaretler düzenlenmelidir, deriz. Külliyenin hemen hemen bütün kısımları, Türkiye Yazma Eserleri Genel Müdürlüğü, İstanbul Müftülüğü ve İbn-i Haldun Üniversitesi’nin kullanımında ise de bu durum ziyaretlere mani değildir.

Bir İki Hatıra

Süleymaniye Camiinde merhum Saim Özel ile birlikte iki İmam-Hatip idik. Hatiplik bendeydi, üç gün de nöbet tutuyordum. Yaz aylarında bazı nöbet günlerimde, öğle ile ikindi arası camide kalır, okur, yorulunca da istirahat ederdim. Cami içi ve çevresinde de dolaşırdım. Bu sebeple turist gruplarla karşılaşırdım. Münferit turistler de eksik olmazdı.

Dört müezzinimiz ve bir de temizlikçimiz vardı. Nöbetler ikişer müezzin ve bir imam olarak tutulurdu. Hatıralara geçeyim:

  1. Kural Tanımaz Rehber

Turist rehberleri genelde bir bahşişle engelleri kaldırır, camiimizin turistlere ayrılı kısımlarının sınırlarını da aşarlardı. Minber’e ve Kürsü’ye çıkarılanı görmedim ama caminin ortalarına, bazen de Mihrab’ına kadar gelinir, caminin akustiğini örneklendirmek için de eller şaklatılırdı. Bazı rehberler saygılıydı. Cami adabına aykırı hareket etmezdi. Bazıları ise İslâm karşıtlığından mıdır yoksa kural tanımaz cehaletlerinden midir bilinmez, hele bir de camiye girerken bahşiş vermişlerse cami içinde diledikleri gibi at koşturabileceklerini sanırlardı.

Arada bir ve gerektikçe rehberlere uyarıda bulunurdum. Grubunu caminin ortasını da geçecek şekilde ileri götürmüş olup umursamaz tavırlar gösteren ve yüksek sesle anlatımda bulunan bir rehberi de nazikçe uyarma gereğini duymuştum. Grubuna hakim konumda iken uyarı almak ağırına gitmiş ve benim de ‘bir elli sekizlik’ boyumdan cesaret almış olacak ki “Siz de kim oluyorsunuz ?” deyip ilk çıkışını yaptı. Caminin İmam Hatibi olduğunu söylediğimde ise daha önce görmediği için midir bilemem, ‘kimliğini göster,” diyerek aşırılığına devamla uyarı kabul etmezliğini sürdürdü.

Rehbere Ürkütürcesine Yüklendim

Baktım ki ne desem olmuyor, yarı kendimden geçmiş bir halde polis çağıracağımı söyleyerek adama öylesine bir bağırdım ki akustiği ile ünlü camimizde yankılanan sesim beni bile ürpertmişti.

Rehber, aşamayacağı engele takıldığını ve şikâyet edilerek takibata maruz kalabileceğini anlamış ve öylesine sinmişti ki anlatamam. Arkasına bakamadan grubunu toplayıp götürdü.

Elbette ince ruhlu olmak, tebessümle söz etmek gerek. Buna itirazımız yok. Aradan yarım asra yakın zaman geçti ama bugün bile aynı şekilde davranacağımı sanırım. Affetme erdemine bürünmek tercih sebebi ise de nefsi müdafaa ve adaletin meşru olduğunu unutmamalıyız.

  1. Alman Aktris ve Etkilenişi

Gruplar gibi kişileri, aileleri gezdiren özel rehberler vardır. Bizim rehber dostlarımızdan biri de böylesi özel bir rehberdi. Karamürselli, boylu boslu konuşkan bir arkadaşımızdı. Yanılmıyorsam medrese kökenliydi. Almancası iyiydi. Üniversitede okuyan oğlu da kendisi gibi şuurluydu. Bu rehber kardeşimizin adını bir türlü hatırlayamadım.

Aklıma düştüğü için rahmet dilemeye vesile olur düşüncesiyle bir hatıra mı daha zikredeyim.

14-15 yaşlarında iken, bir dönemlerin ünlü üstatlarından olan Şemsettin Yeşil’i Etyemez’deki derneğinde yaptığı konuşmaları dinlemeye giderdim. Bir konuşması sırasında söyleyeceklerini unutunca konuyu maharetle toparlayarak şöyle demişti:

  • Unutunca hatırlayacağım diyorsun, hatırlamak istediğin nereye gitti ki dönüp gelecek.

Bu rehber arkadaşımız hep iş adamı, akademisyen ve sanat adamları gibi seçkin insanları gezdirirdi. Bir gün yalnız geldi ve elindeki mektubu göstererek anlatmaya başladı:

Birkaç ay evvel konumu bizim Türkan Şoray’ın benzeri bir Alman aktrisi gezdiriyordum. Süleymaniye Camiine geldik. Bilgilendirme sırasında oğlum da yanımıza geldi. Oğlumun kendisiyle tanışmasını istedim. Memnun olduğunu söyleyerek elini uzattı. Fakat bizim oğlan tebessüm edip hafifçe eğildiyse de elini uzatıp tokalaşmadı. Doğrusu ben üzüldüm, bir süre ne söyleyeceğimi bilemedim. Özür beyanı olarak da şöyle dedim: Oğlum saygılı bir insan ve dindar bir gençtir, dindarlık anlayışımızda eşiniz olmayan kadınlar ve erkeklerle tokalaşma türünden bedeni temas yoktur. Oğlumu mazur görmenizi dilerim.

Rehber arkadaşımız Alman aktrisin talebi üzerine adresini verir. Aradan bir süre geçmiştir ki bu aktristen bir mektup gelir. Bana gösterdiği de o mektuptur. Mektubun şah bölümü şöyle:

  • Yaşadığımız dünyada her atılım kazanç, şöhret ve cinsellik için. Oğlunuz gibi saygılı, iffetli dindar gençler var mıydı dünyamızda. Oğlunuzla paylaştığım anıyı unutamıyorum. Kendisine selam ve sevgilerimi iletiniz.

Alman aktristin unutamadığı anıyı biz de gönül müzemizde koruduk. Burada konuyu yabancı kadınlar ve erkeklerle tokalaşmak caiz midir, şeklinde bir yaklaşımla ele almayı, özden sapma olarak gereksiz görürüm.

Bu konuda ilmi bir makalem var, cinsel haz amaçlı olmadıkça tokalaşmalar helâldir. Helâller uygulanabilir de uygulanmayabilir de.

İslâm’ı Tebliğ Etme Gereği

Biz Müslümanların İslâm Dini’nin temel iman ve yaşam kurallarını öğrenme ve öğretme gibi bir görevimiz var. Dünyamızın bütün insanları ümmet-i davet olarak muhataplarımızdır. Turist olarak ülkemize, üstelik camilerimize kadar gelen insanlara İslâm’ı anlatamamanın Hak ve Halk katında bir mazereti olabilir mi?

Dil bilen gençlerimizi kısa bir eğitim süzgecinden geçirerek ve ellerine başvuruda bulunabilecekleri eserleri de vererek yabancı ziyaretçilerin geldiği camilerimizde mevsimsel olarak olsun istihdam edemez miyiz? Bunlar yapılabilir işler de yürek sızısı ve sorumluluk gerek.

Yusuf İslâm

Tam sırası geldi, anlatmadan geçemeyeceğim. Fatih/Süleymaniye Ayşe Kadın Sokağındaki 5 katlı binamı, kurduğum Ardev’e (Ali Rıza Demircan Eğitim Vakfı) vakfettim. Binamızın hemen yanında köşe başındaki bina ünlü müzisyen Yusuf İslâm’ındır. (Cat Stevens ) On yıl kadar önce bir adamı gelerek Yusuf İslâm adına bir bina satın alacaklarını, ana amaçlarının da turistlere İslâm’ı anlatmak olduğunu söyledi. Aracı oldum, binayı satın aldık. Ama 10 yıldır bina metruk. Ne gelen var ne giden.

İslâm’ın çocukları olarak bizler niçin bu kadar duyarsızlaştık? Allah cümlemize basiret ihsan eyleye…

NOT: 12 Temmuz Çarşamba günü: “Seçim öncesi Hutbem ve Cami içinde sözlü çatışma” başlığıyla devam edecek..

MİRATHABER.COM

 

 

 

 

ETİKETLER: hatıralarım, Manşet
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.