islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5122
EURO
34,9033
ALTIN
2.442,74
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
18°C
Perşembe Az Bulutlu
19°C

İslam: Kimsenin Tekelinde Değildir…

İslam: Kimsenin Tekelinde Değildir…
13 Şubat 2024 09:30
A+
A-

Aidiyet duygusunu tersine çeviren modern düşünce ve türevleri, dini de kendi tekeline almayı meşru kıldığı gibi bir mümeyyiz hak gibi önümüze sürmektedir. İnsanın ait olduğu temel gerçekliği bir tarafa bırakarak varlığı insana ait kılan yaklaşım tanrıcılık oyunu içinde olumsal bir yerde durmaktadır. ‘Her şey insan için vardır’ ilkesi neredeyse Tanrı’nın varlığını da insan için kılmaya zemin oluşturmaktadır. Bu durum sadece modern insan için değil! Modern düşüncenin etki alanına girmiş diğer bütün kültürler içinde başat durum haline dönüşmüş haldedir.

Temel bir öncül olarak insanı önceleyen bu yeni yaklaşım, dinin insanı önceleyen ve onu farklılığı içinde sorumluluğu ile farklı tanımladığı zemin arasında derin bir uçurum vardır. İlki, insanı kendine münhasır ve kendi aidiyeti içinde bu hakka mazhar kıldığı için farkını izhar eder. İkincisi ise Allah’ın insana verdiği bir ‘inayet’ üzerinden bu imtiyazı elde ettiği halde isyanı halinde varlık hiyerarşisinin en alt basamağına düşmesini mukadder kılmaktadır. Bu iki durum arasındaki derin farkı kavramadan bugün bazı müslüman ülkelerin İslam üzerine hak iddia etmelerinin neye tekabül ettiği konusunda ciddi bir zaaf oluşacaktır.

Geçmişte İslam’a yönelik yapılan hizmetlerin ilelebet onu o millete münhasır kılacağı sanısı ise başlı başına bir sorunsal alan olarak önümüzde durmaktadır. İnsanın kendisini geçmişe mahkûm kılmasının bugün için geçerli bir mazereti olamaz! Türk Milleti geçmişte İslam adına büyük yararlılıklar ortaya koymuştur. Bu yararlılıklar o Milleti büyük millet kılmıştır. Yani karşılığını almıştır. Bugün dün yaptığı şeyler yüzünden hala bu hakka sahip olduğunu düşünmesi ise büyük bir hata olarak önlerinde durduğu gibi bu hatanın devamı olarak yeni hataları da peşi sıra sürüklemektedir. Bugün İslam için yaptığın şey senin konumunu, durumunu ve yönelimini belirler. Gazze örneği, bu durumun niteliğini ve niceliğini ortaya çıkarmıştır. Bugün sınırlar içinde mahkum bir şekilde hayatını idame eden bir halk, bir bütün olarak İslam’a aidiyeti yüzünden soy kırıma uğratılmaktadır. İki milyar müslüman nüfus ise sadece seyretmekle yetinmektedir. Cılız birkaç destek mahiyetinde olay ise meselenin künhü ile ilişkisi bağlamında ele alındığı zaman çok zayıf kalmaktadır. Sadece niyetin iyiliğini işaret eder, hepsi o kadar…

Yapılan bunca eylem, protesto, boykot bir şey ifade etmez mi? Bu soru aldatmayı da içeren bir yaklaşım… Çünkü yapılan eylem, protesto, boykot gibi olgular zaten mevcut sistem içinde meşru haklar olarak kabul edilmiş olgulardır. Bu yüzden yapılması gereken hakiki anlamda bir desteği içermemektedir. Orada çocuklar her gün ölürken, öldürülürken, kadınlar ölürken, öldürülürken, yaşlılar, siviller üzerine yağan bombalar altında ölürken, öldürülürken, keskin nişancılar tarafından sokakta oynayan çocuklar taammüden öldürülürken, salt protesto, boykot gibi eylemler, politik muhalefet söylemleri bir işe yaramamaktadır. Biz İslam’ın şanlı ordusu gibi söylemlerin içi boş kof söylemler olduğu da açığa çıkmaktadır. Orada salt müslüman olmaları yüzünden öldürülen, yalan, yanlış bir inanç uğruna bu insanlar katledilirken bütün dünyanın seyirci olduğu gibi sen İslam’ın şanlı ordusu olarak aynı düzlemde duruyorsan; burada ciddi bir sorun var demektir ve söyleneni yalanlayan bir konumu da içerdiği dile getirilmelidir.

Hem halk olarak ve hem fert olarak Gazze olayı çerçevesinde kendimizi sorgulamalı ve gerçekten ortaya koyduğumuz tavrın İslam ile ne kadar örtüştüğü konusunu yeniden düşünmeliyiz… Geçmişin parlak sayfaları arasında gezintiye çıkmanın bugüne yönelik bir katkısı olmayacaktır. Orada temel bir gerçeklik olarak katliam ve soykırım at başı yürütülmektedir. Ve siz açlıktan ölmekle burun buruna gelmiş iman kardeşleriniz için yardımı bile ulaştırma gücüne sahip değilseniz, geçmişle övünmenizin sadece sizi aldatan modern düşüncenin tuzağına düştüğünüzü gösterir. Ki bu saldırının ucunun size kadar ulaşacağını defalarca dile getirmelerine rağmen İsrail terör devleti yöneticilerinin varlığına rağmen, herhangi bir adımı atamamamın getirdiği derin utancı geçmişe sarılarak gidermenin bir karşılığı da olmayacaktır.

Dün Afganistan, Çeçenisten, Bosna mücadelelerine katılan yiğit müslüman erler vardı. Bugün Gazze yok edilirken, oraya girmenin yollarını dahi bulamamanın utancı yeterlidir. Burada bile yeterli düzeyde bir protesto ve boykotu uygulamakta zorlanan dünün kahraman mücahitleri bugün ise kendi zaafları ile birlikte bir şeyler yapma çabası ile sınırlı kalmanın verdiği derin acıyı yaşıyorlardır.

Soru şu: ne oldu da bugün dünün kahraman Müslümanları bugünün reel politiğine ram olmuş bir halde sadece kısıtlı bir protesto ile ve boykot ile sınırlı kalmaktadırlar? Dünden bugüne çok şey mi değişti ki bugün bu durumun normali olarak hareket edilmektedir?

Üzülmemek elde değil! Yüreğimizin en derin yeri acı duymaktan yanmalıdır. Bu çaresizliğin verdiği acıya katlanmak mı, yoksa Gazze’de mücahitlerle birlikte o yokluğa rağmen inancın kahramanı olmak mı? Harekete geçmek için ne beklenmektedir?

Yoksa gerçekten müslüman sosyoloji dağıldı mı? İslamcılığın siyasal arenadan çekildiği gibi Müslümanlar da sosyal hayattan mı çekildi?

Hala tövbe edebilme zamanı ve zemini vardır. Yarın bu bile geç olabilir! O yüzden bir an önce tövbe edilmeli ve harekete geçebilmenin yolları ve yordamları aranmalıdır. Yoksa Allah’ın gazabı pek yakındır. Ölüm ne zaman bizi pençesine alacağı da bizim için meçhuldür.

Yeniden iman etmek, yeniden ayağa kalkmak ve yeniden bir mücadele başlatmak için henüz geç değildir! Silkelenmek ve zihni yapımızı değiştirmek elimizdedir. Bu irademiz bizi sorumlu kıldığı gibi yeni bir başlangıca da aracılık edebilir. O zaman durmanın bir anlamı ve kimseye bir faydası yoktur. Geçmişle övünmek yerine bugünü anlamlı ve salih amelle taçlandırmanın yollarını aramalıyız…

Abdulaziz Tantik

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Ekrem Ekici dedi ki:

    Maalesef, tesbitlerinizi üzülerek onaylıyorum. Aynen darma duman olmuş bir durumdayız. Vahdeti kaybetmiş, fırka fırka olmuş ve hakkın kendi fırkası olduğunu savunan hâle gelmişiz.!
    Bir tek şuna inanıyorum ki, bize rehavet yaramıyor. İlla tepemizde bir kılıç yahut sopa beklemeli hatta arada zarar görmeliyiz. Her şeyi unuttuğumuz gibi Allahın sopasını unuttuğumuz en vahimi olsa gerek. Allah bize tez zamanda tövbe fiilini işleyenlerden eylesin.
    Allah razı olsun değerli kardeşim.
    Selam ve dua ile…