islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
16°C
Salı Az Bulutlu
18°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C

Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın Asıl Mirasçıları Kimdir?

Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın Asıl Mirasçıları Kimdir?
9 Kasım 2023 09:47
A+
A-

Tevhid inancının önderleri olan Peygamberlerin en yoğun olarak Allah’ın dinini insanlara tebliğ ettikleri kutsal bir mekân olan Kudüs tarih boyunca birçok devlet ve milletin ilgi odağı haline gelmiştir.

Tarihte farklı isimlerle anılan şehrin en çok bilinen ve en çok kullanılan isimleri Asuriler zamanında Urusilimmu, Ursalimmu şeklinde bilinir. İbraniler tarafından ise Yruşim veya Yeruşalayim yahut Yerûşalem adıyla isimlendirilmiştir. Grekler, kutsal şehir anlamında Heirosolyma; Latinler ise Jerusalem diye isimlendirmişler ve bu isim bütün batı dillerinde bu veya buna yakın bir telaffuzla anılmıştır.

Yeruşalayim ismi kutsal ve esenlik yurdu olarak Arapçaya çevrilince Tevrat’ın Arapça Metinlerinde Darusselam diye çevrilmiştir. Hatta tam anlamıyla esenlik ve barış şehri anlamında da Medinetu’s-selam diye isimlendirilmiştir.

Kutsal Belde, Kutsal Şehir şeklinde vasıflandırılan bu mübarek beldenin doğruluk şehri, Allah’ın Şehri, Barış Şehri, İnananların Şehri şeklinde de isimlendirilmiştir. İslam tarihi kaynaklarına bakıldığında ise hemen hemen aynı anlama gelen kutsal şehir, bereket yurdu, mukaddes mekân anlamında “Kuds” adı verilmiştir. Veya kutsal ev anlamında “Beytulmakdis/Beytulmukaddes şeklinde isimlendirilmiştir. Aslında bu Hz. Davud’un (a.s) inşa ettiği kutsal mabed için kullanılan bir isim olarak İbraniler tarafından önce mabed, sonra da şehir için Beth Makdeşe veya Beth Ha-Mikdaş adını vermişlerdir. Aramice ile Arabice’nin birbirlerine olan yakınlıklarından dolayı da bu isim Arapça kaynaklara Beytu’l-Makdis şeklinde yansımıştır. Kur’an-ı Kerim’de Maide Suresi 21. ayette “Kutsal Toprak “anlamında “el-Ardu’l-mukaddese” şeklinde geçmektedir. Kaynaklarımızın bir kısmında da Mescid-i Aksa için “Kudüs’teki el-Beytü’l-Mukaddes” diye kaydedilmektedir. Kur’an-ı Kerimde ise bu kutsal mabed için “etrafı bereketli kılınmış mescid” diye isimlendirilerek el-Mescidu’l-Aksa adı verilmiştir. İslam Kaynaklarının bir kısmında da Eyle, İlia veya İliya diye belirtilmesinin nedeni bu Şehrin Romalılar tarafından işgal edilmesi üzerine yeniden yapılandırılmış ve zamanında yapıldığı İmparator Adriyanos’un asıl adı olan “Alius” tan gelmektedir. İslam öncesi Arapları Romalılar ve Bizanslılar zamanında bu şehre sık sık gidip geldikleri için Alius’un şehri anlamında kullanılan İliya adını da kullanmışlardır.

Bu çerçevede ilk insan ve ilk Peygamber olan Hz. Adem’in (a.s) dünyaya indirildiği, Havva ile buluştuğu ve yeryüzünde ilk ibadetini yaptığı yerler kutsal sayılmış ve bu kutsallık önemli ibadetler için mekan kabul edilerek kutsallıkları nesilden nesile aktarıla aktarıla devam etmiştir. Bugüne intikal eden bazı bilgilere bakılırsa Hz. Adem ve Hz. Havva’nın buluşma mekanları Arafat tepesidir. Kutsallığı da o günden beri devam etmektedir. Daha sonra Hz.İbrahim’in eşi Hacer ile oğlu İsmail’i alıp Bekke/Mekke vadisine getirip bırakmasının ardından susuz kalan anne ve bebeğinin su ihtiyacını karşılamak üzere cenab-ı Allah’ın hikmetiyle burada fışkıran zemzem suyu; Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme meselesinden dolayı Mina ve Müzdelife gibi yerler mukaddes mekânlar olmuş ve bunlardan Mina, Allah’a yakınlık maksadıyla kurban kesme mekânı olmuştu. Aynı şekilde İbrahim ve oğlu İsmail (a.s) tarafından Allah’ın emri üzerine insanlar için bir ibadet mekânı olsun diye inşâ edilen Kâbe kutsal bir mabed olarak kabul edilmiştir, (Al-i İmrân 3/96).

Hz. Musa’nın ilk vahyi aldığı mekân olan Tuva vadisi (Ta-Ha, 20/12) ile levhaları aldığı Tur Dağı, (et-Tur, 1; et-Tin, 2); Hz. Davud’un yaptırdığı ve oğlu Süleyman tarafından tamamlanan mabed, Mescid-i Aksa ile Hz. İsa’nın doğduğu mekân olan Beytullahm vb. yerler kutsal yerler olarak kabul edilmiştir. Bu gibi yerlerin kutsallığı meydana gelen olaylardan ötürü kutsal görülmüş ve bu kutsallıkları vahiyle te’yid edilmiştir. Kâbe’nin kutsallığı ile ilgili inanç, Hz. İbrahim devrinden itibaren bu bölgede yaşayan insanlar tarafından devam ettirilmiş ve bu kutsallık daha sonra şirk dönemlerinde bile sürdürülmüştür. Hz. Peygamber Muhammed (a.s)’ın peygamberliği ile de bu kutsiyet yeniden te’yid edilerek ebediyen, kıyamete kadar süreceğine iman edilmiştir. Rasulullah’ın Yesrib’e hicret etmesi üzerine Onun talimatıyla sınırları belirlenip “hicret yurdu” olarak kabul edilen ve Peygamber şehri anlamına gelen “Medinetu’n-nebi” adıyla anılan bu şehir ve burada peygamber ve arkadaşları tarafından inşa edilen ve Mescidu’n-nebi diye anılan mescid bu kutsal mekanlar arasında yer almıştır.

Bütün bu kutsal mekanlar içinde dünya tarihinin son yirmi bir asrında üç dinin mensupları tarafından kutsal kabul edilen Kudüs ve Mescid-i Aksa adeta paylaşılamamaktadır. Ancak bu şehrin ve içindeki kutsal mekânların kutsallığı Allah tarafından belirlendiğine göre Allah’ın indirdiği hükümler ve şeriatların hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi de yine vahiy gereğidir. Bu şehir ve şehirdeki kutsal yerlerin paylaşılamaması meselesine biraz sonra gelmek üzere son ilahi vahyin ve son Peygamber’in Rabbinden aldığı ahkâma dayalı olarak kutsallıklarının en son durumlarını incelemeye çalışalım.

Kudüs imar edildiği günden beri Şam diyarının merkezi ve başkenti olagelmiştir. Hz. İbrahim ve Hz. Lut (a.s)’ın Filistin bölgesine gelip yerleşmelerinden beri bu bölgenin tümü mübarek kabul edilmiştir,  “Biz onu (İbrahim’i) ve (yeğeni) Lut’u alemler için mübarek kıldığımız arza (yere ulaştırıp) kurtardık”, (Enbiya, 21/71). Bereketli kılınan bu bölgenin mübarek olarak kabul edilmesinin nedeni Cenab-ı Allah’ın hikmetiyle meyve ve sebzelerle bereketlendirilmiş olduğundan bereketli anlamında mübarek veya burada çok peygamber gelip geçtiği ve burada vefat edip defnedildiği için mübarek kılındığı ifade edilmektedir.

Aynı şekilde, Kuran-ı Kerim’in Mescid-i Aksa’dan sözederken etrafının mübarek kılındığını ifade etmiş olması da son derece manidardır. “Kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) bütün eksikliklerden münezzehtir. Ona ayetlerimizden bazısını gösterelim diye (bu yolculuğu yaptırdık). Şüphesiz ki O, işitendir görendir.” (İsra, 17/1).

Yeryüzünde inşa edilen ilk mescidin Mekke’deki Mescidi Haram olduğu bilinmektedir. Bu mescidin Hz. Adem veya ondan sonra gelen evladından birileri tarafından inşa edilmiş,  Hz. İbrahim ve oğlu İsmail (a.s) tarafından da bu inşanın yenilenmiş olduğu kaydedildiği gibi bu baba-oğul iki Peygamber’in ilk temellerini atıp ilk defa kendilerinin bu mabedi yaptıkları da ifade edilmektedir.

Yeryüzündeki ikinci mescidin ise Mescidi Aksa olduğu Hz.Peygamber’den (sav) gelen hadislerle anlatılmaktadır. Bazı tarihçi ve yorumcuların kanaatlerine göre Mescid-i Aksa Hz. Davud (a.s) tarafından inşasına başlanıp Süleyman (a.s) tarafından bitirilmiştir. Bir başka yoruma göre ise bu mescid, Davud (a.s)’dan önce vardı. Fakat onun zamanına gelinceye kadar bina bir hayli hırpalanıp eskidiğinden Davud ve Süleyman (a.s) tarafından yeniden inşa edildiği de belirtilir. Hz. İbrahim (a.s)’dan hz. İsa (a.s)’a gelinceye kadar birçok Peygamber bu bölgeden gelip geçtiği ve tevhid inancının kutsallığını onaylandığı Mescidi Aksa’nın burada bulunmasından dolayı etrafı mübarek kılınmış bir bölgedir.

Hz.İbrahim’in bir oğlu kutsal mekân olan Hicazda, diğer oğlu bir başka kutsal mekân olan Kudüs ve çevresinde bulunuyordu. Hz. İshak ve oğlu Yakub Filistin ve Kudüs’te hüküm sürerken Yakub (a.s)’ın oğlu Yusuf’un Mısır’a yerleşmesi ve sonra ailesini yanına aldırmasıyla bu kutsal mekânın yöneticileri bölgeyi tümüyle terk etmemiş yerlerine Salih ve Allah’a itaat eden ve kendileri gibi iman eden kimseleri görevlendirmişlerdi. Zira bütün kutsal mekânlar Allah’ın hükümlerini yeryüzünde en mükemmel şekliyle uygulayan ve Allah’ın razı olacağı adalet ilkelerine ve tam anlamıyla tevhide bağlı adil ve vahye dayalı bir yönetim tarafından yönetilmelidir. Zira yeryüzüne salih kulların mirasçı olabileceğini Cenab-ı Allah hükme bağlamış ve bu durum adeta bir sünnetullah olmuştur.

“Hani Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etmişti. O da bunları eksiksiz yerine getirmişti. Allah: Ben seni insanlara imam (önder-yönetici) kılacağım demişti. (İbrahim de): “zürriyetimden de” (önderler olsun) demişti. Allah: Ahdim zalimlere erişmez, buyurmuştu.” (el-Bakara, 124). Yani zalimleri asla önder kılmam buyurmuştu cenab-ı Allah. Bu ayetin ve “Andolsun ki Biz Tevrattan sonra Zeburda da :Yeryüzüne benim Salih kullarım mirasçı olur” diye yazdık” ( el-Enbiya, 21/105) ayetinin hükmüne göre bu kutsal mekanlar yukarıda yönetimlerinin ilkelerini verdiğimiz adil yöneticilerin yönetiminde olabilir.

Bu çerçevede Hz. Yakup ve Yusuf’un Mısır’a yerleşmelerinden sonra Kudüs ve Filistin çevresini de kendileri gibi iman edenlerin yönetiminde ve kontrollerinde tutuyorlardı. Ancak Filistin’e Amalikalılar’ın, Mısır’a da Firavun yönetimlerinin hakim olup bu bölgelerde yaşayan insanların tevhitten uzaklaşmaları üzerine Cenab-ı Allah yeni bir peygamber olarak Hz. Musa’yı gönderdi. Musa (a.s) kavmini ve firavun yönetimini Allah’ın ahkâmına uysunlar ve ona ibadet etsinler diye tevhid inancına davet etti. Kendisine iman edenlerle birlikte Mısırdan çıkıp Filistin’e gitmek üzere yola çıkardı. Allah’ın kendilerine verdiği bunca nimetlere rağmen mukaddes topraklara girin denildiği zaman orada zalim ve zorba bir toplum olduğunu onlar oradan çıkmadıkça asla mukaddes yer de olsa oraya girmeyeceklerini ve Musa’ya “Onlar orada bulunduğu müddetçe oraya gitmeyeceklerini söyleyip “Git sen ve Rabbin onlarla savaşın, biz burada oturuyoruz” diyecek kadar azgınlaştılar. Bunun üzerine Musa, kendisi ve Kardeşi Harun’dan başka kimsenin kalmadığı hususunda Rabbine dua edince bu korkak kitle Allah’ın kendilerine verdiği bunca güzel nimetlere rağmen Allah’ın dinine sahip çıkmadı. Bunu için de Allah onları kırk yıl müddetle Tih çölünde şaşkın şaşkın dolaşmak üzere cezalandırdı ve Musa’ya hitaben “Artık sen de o fasıklar topluluğu için tasalanma” buyurarak kutsal mekanlara fasıkların sahip ve mirasçı olamayacağını bildirdi, ( el-Maide, 5/20-26).

(Yazımız haftaya devam edecektir.)

Prof. Dr. Ahmet AĞIRAKÇA

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ