islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3880
EURO
34,7806
ALTIN
2.435,61
BIST
9.994,74
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Salı Hafif Yağmurlu
15°C
Çarşamba Az Bulutlu
17°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C
Cuma Hafif Yağmurlu
18°C

KUR’AN’LA BARIŞIKMIYIZ?

KUR’AN’LA BARIŞIKMIYIZ?
26 Ağustos 2023 09:30
A+
A-

İnançlarımızı oluşturan ve buna göre hayat tarzımızı şe­killendiren referanslarımızdır; hatta bundan öte o referanslarımı­zı anlayış ve yorumlayış tarzımızdır. Zira anlayış ve yorumlayış tarzımız, nasıl hissettiğimizi, nasıl düşündüğümüzü, nasıl an­ladığımızı ve bu konudaki kişiliğimizi de tayin ve tespit eder. Bu sebeple referanslarımız kadar, o referanslarımızı anlayış ve yorumlayış tarzlarımızın ve yöntemlerimizin de doğru olması gerekir. Kur’ân’ı hayatın içinde anlama, işte bu açıdan büyük önem arz eder. Zira her Müslüman, hayatını yaşarken karşılaştı­ğı bütün olaylarda ve yapacağı bütün davranışlarda kendisine  doğru yolu/sırat-ı müstakîmi gösterecek bir  kılavuza/rehbere ihtiyaç  hisseder. Ona  yol gösterecek en doğru  rehber de hiç şüphesiz  iman ettiği kitap olacaktır.  Çünkü onun geliş amacı, budur ve insanlara rehberlik etmektir. Bu rehberliğin olabilmesi  için de Müslümanın,  Kur’an’a yönelmesi ve ondan bilgi elde etmesi; bir başka ifade ile onda yer alan ilkeleri, kuralları veya bilgileri davranışlarına ve etkinliklerine yansıtması ve bunun çabası içinde olmasıdır. Bu da ancak onu okumak ve anlamakla  mümkündür. Okunmayan ve anlaşılmayan bir kitabın bir Müslümana yol göstermesi/hidayet etmesi; daha açık bir ifade ile bilinmeyen ve anlaşılmayan  bir bilginin veya kuralın eyleme dönüşmesi söz konusu değildir. Bu nedenle  bu  bilgilerin öncelikle bilinmesi ve  bilinenlerin  de iyi anlaşılması gerekmektedir.  Bunun da en iyi yolu Hz. Peygamber’in ve ashabının yaptığı gibi Kur’an’ı hayatın içinde anlamak, yaşamak ve onunla barışık olmaktır.

Kur’ân’la barışık olmak ise, önceden belirlenmiş bir ideolojiye dayanmayan fakat hayatın içinde yaşanan olaylar ve olgular karşısında Müslümanın, merkezde olduğu; yaşanan olaylar ile  Kur’ânî bilgiler arasında bir ilişkinin kurulduğu ve hayata ilişkin Kur’ân’dan bilgisel, kuralsal ve ilkesel atıfların ve referansların yapıldığı, bir anlama tarzıdır. Ancak Hz. Peygamberle başlayan ve sahabe ile devam eden bu an­lama tarzı, evrimleşerek oluşan ve gelişen mezheplerin ve sûfî grupların ortaya çıkmasıyla, yerini ideolojik anlamalara bı­raktığı için zamanla etkinliğinden ve işlevselli­ğinden çok şey kaybetmiştir. Bununla birlikte Müslüman-Kur’ân ilişkisi; asla yok olmamış, şekil boyutu ile de olsa Müslümanın hayatında daima var olmuştur. Ne var ki bu var oluş, onu anlama­ya ve Hz. Peygamber’le başlayan ve sahabe ile devam eden dö­nemlerdeki gibi hayatın içinde anlayarak yaşamaya yeterince bir katkı yapmamıştır. Neticede bu ilişkinin geldiği son nokta, M. Âkif in şu şiirinde kınadığı şekle dönüşmüştür:

“Ya açar bakarız Nazm-ı Celîl’in yaprağına,

Ya da üfler geçeriz bir ölünün toprağına,

İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin;

Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için

Bu nedenle her Müslümanın, Kur’ân’la olan ilişkisini şekil boyutundan kurtararak, Hz. Peygamber’le başlayan ve sahabe ile devam eden dönemlerdeki gibi, bilgi boyutuna taşıması önem arz etmektedir. Zira hayatımızı değer­li ve anlamlı kılan, hayat tarzımızdır ve bu hayat tarzına yönelik yaptığımız doğru tercihlerdir.  Çünkü her insan, nasıl bir hayat tarzını arzu ediyorsa,  ona göre tercih yapmakta ve bu da o insanın  bir anlamada kader çizgisini  belirlemektedir.  Bu nedenle Kur’an, hayatı değerli ve anlamlı kılmak için insanın yapılabileceği en güzel ve en doğru tercihtir. Çünkü Kur’an’ın, amacı budur ve  insan hayatını  düzene koymak, aşırılıkları törpülemek ve dengeli bir hayatı tanzim etmek  için  gönderilmiştir. Bunu elde etmenin de  en iyi yolu, onu hayatın içinde anlamak  ve anlayarak yaşamaktır. Zira Kur’ân, kendine gelmeyene gelmez, okumayana ve düşün­meyene de bilgi vermez. Bu nedenle Kur’an, her Müslümandan kendine yönelmesini, okumasını, okuduklarını da tedebbür etmesini ister.

Her ne kadar günümüzde Kur’ân’la hemhal olanlar arasında, daha fazla sevap kazanmak isteyen veya ölülerinin bağışlanması için Kur’ân okuyan ve okutanlar olsa da   bu davranış,  Kur’ân’ı hayat için ölçüt alma anlamına gelmemektedir. Zira  böyle bir ilişkinin, her ne kadar  Müslümanın hayat tarzına duygusal bir yansıması olsa da, bilgisel  ve ilkesel bir yansıması  ve etkisi olmamaktadır. Zira bu davranış,  Kur’an’ın sadece duygusal boyutu ile hayatımızda yaşandığını gösterir, bilgisel  ve ilkesel boyutu ile  değil.  Nitekim ona  duygusal yaklaşım örnekleri arasında sayabileceğimiz, Kur’ân’dan isim arama, minber, mihrap ve kubbeye âyet yazma, abdestsiz Kur’ân’a dokunmama, belden aşağı Kur’ân’ı tutmama, yeni doğmuş çocuğun yastığının altına veya arabanın torpido gözüne Kur’ân koyma, anlamını bilmese de ölü evinde ve mezarlıkta Kur’ân  okuma veya okutturma, sevap kazanma, kazadan ve belâdan korun­ma için Kur’ân okuma vb. örnekler,  sadece ona olan duygusal bağlılığımızı yansıtır, onun bilgisel ve ilkesel  boyutunu yansıtmaz, sadece Hz. Peygamber’in ve saha­benin uygulamalarındaki bilgisel ve ilkesel boyutu ile yaşanan Kur’ân’ın, zamanla nasıl şekilciliğe dönüştüğünü gösterir. Daha açık bir  ifade ile  bir bilgi objesi olarak algılanmayan Kur’ân’a, dokunulmaması gereken “kutsal bir kitap” muamelesi yapılması; önerdiği ilkelerin ve sunduğu bilgilerin hayata dâhil edilmemesi, saygı göstermek  adına ona değer verme­mek anlamına  gelir. Zira Kur’an’a değer verdiğimizin en temel göstergesi, onun bilgilerini, ilke ve kurallarını hayatımıza yansıtmaktan, bunun için çaba göstermekten ve onun yol göstericiliğine/hidayetine imkân vermekten geçer.   Bir diğer  ifade ile onun mesajına kulak vermek, çağrısını duymak; kısaca onun helâle, temize, doğruluğa, iyiliğe, güzele, hayra, takvaya, adalete kısaca Allah’a kulluğa, insan olmaya ve halifelik sorumluluğumuzu yerine getirmeye olan çağrısına icabet etmektir. Onun önerdiği ilkeleri,   tutum  ve davranışlarımız için ölçüt yapmaktır.

Nitekim bu amaçla Kur’an okuyan, anlayan ve hayatına yansıtan bir mü’min; Hz. Âdem ve iki oğlunun kıssasında[1] görevini iyi yapanla, görevini iyi yapmayan kişilerin  psikolojik durumunu;  Hz.Nûh ve oğlu ara­sında geçen kıssada[2] kuşaklar arası çatışmayı; Hz. Lût ve Kavmine ait kıssada[3] cinsel kimlik sapmasını; Hz.Yakup ve oğulları arasında geçen olayları anlatan kıssada, kardeşler arasındaki kıskançlığı; Lokman kıssasında[4] şefkatli bir babanın davranışını ve  Hz. Eyyüb kıs­sasında sabrı öğrenir ve onun  verdiği  her   mesajı  dikkate alarak  yaşar. Bu nedenle de içindeki haset, kıskançlık, çekememezlik gibi olumsuz duyguları kabardığında, hemen Hâbil ile Kâbil kıssasını hatırlayarak içindeki Kâbil’ e dur demesini bilir; servetini, Karun gibi amaç değil, Hz. Süleyman gibi Allah’a götüren bir araç olarak görür; konulan yasakla­ra temayül ettiğinde Hz. Âdem‘i; cinsel dürtüleri onu  rahatsız ettiğinde Yusuf suresini ve Hz. Yusuf’u; eşinin, oğlu­nun veya kızının dine karşı olan bir duyarsızlığında, Hz. Lût’u ve Hz. Nûh’u; içinden evlat ve servet çok­luğu ile öğünmek geçtiğinde, Fecr ve Tekâsür  surelerini; sosyal ilişkilerimde Hucurat suresini, özellikle de  Hz. Peygamber’in örnek  ahlakını hatırlar ve benzeri bü­tün davranışlarımızda  Kur’ân’dan  referans  arar.

Bu bilince sahip olan  her Müslüman, “Ey inanan­lar, yapmadığınız şeyi, niçin yaptığınızı söylersiniz”[5] âyetini, ‘söylediğiniz şeyleri niçin yapmıyorsunuz veya niçin verdiğiniz sözde durmuyorsunuz’, diye anlar ve yaşar.

Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağılır giderdi[6]   “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, kötülüğü iyilikle savuştur”[7] ;İyilikler, kötülükleri giderir[8];  “Kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına girer. Zira şeytan, insanın apaçık düşmanıdır” [9]   ayetlerini sosyal ilişkilerinde kendine rehber edinir.

Ölüm, yoksulluk, evladı olmama, hasta­lık vb. şeyler karşında, “Ey inananlar, sabır ve namazla (Al­lah’tan yardım) dileyin. Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir”[10];”Muhakkak ki sizi, korku, açlık, mallardan ve canlardan ve ürünlerden eksilme gibi şeylerle deneriz. Sabredenleri müjde­le”[11] âyetlerini düşünerek ve içselleştirerek teselli bulur.

Netice olarak Kur’ân’ın  her ilke ve kuralına riayet eder ve onun   rehberliğine güvenir. Kur’an’a inanmayan, veya onun rehberliğine güvenmeyen kimselerin akıbetleri ise onda  şöyle anlatı

Kim de beni anmaktan yüz çevirirse, mutlaka sıkıntılı bir hayatı olacaktır ve onu kıyamet günü kör olarak hasrederiz. O der ki: ‘Ey Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki ben daha önce gören biriydim’. İşte böyle! Sana ayetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun, bugün de aynı şekilde sen de sen unutuluyorsun. Haktan sapan ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız.” [12]

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] Mâide, 5/27.

[2] Hûd, 11/42-47.

[3] A’raf, 7/80.

[4] Lokman, 31/12-19.

[5] Saff, 61/2.

[6] Âl-i İmrân, 3/159.

[7] Fussilet,41/34.

[8] Hûd, 11/114.

[9] İsrâ, 17/53.

[10] Bakara, 2/153.

[11] Bakara, 2/155.

[12] Tâhâ,20/124-127.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Recep Uzun dedi ki:

    Kuranı Peygamber efendimizin anladığı uyduladığı gibi anlayıp yaşamayı Rabbım nasip etsin Recep Uzun