Allah’ın Kur’ân’da geçen isimlerinden yalnızca iki tanesinin “gazap” ve “intikam” mânâları taşımasının yanında diğer tüm isimlerinin hemen hepsinin ya doğrudan veya dolaylı olarak “bağış, af, kerem, cömertlik” ifade etmeleri bize Allah’ın ve O’nun bize indirdiği dinin özünün merhamet olduğunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Merhamet, Allah ile insan arasındaki ilişkinin mühür karakteridir ve bu gerçeklik Kur’ân’da: “Rahmetim her şeyi kuşatır”[1] şeklinde ifade edilmiştir. Bu gerçekliği destekleyen bir başka âyet de “Allah’ın rahmeti ve şefkati kendisine ilke edindiği”[2] âyetidir. Çok anlamlıdır, Allah’ın diğer vasıflarından hiçbiri Kur’ân’da bu şekilde tanımlanmamıştır. Buradan hareket ederek Hz. Peygamber Allah’ın rahmetinin gazabını aştığını söylemiştir.
Kur’ân’ın, Allah’ın iyiliklere mukabele tarzından bahsederken şu prensibi koyduğunu görüyoruz: “[Ama] imana erip de dürüst ve erdemli davrananlara gelince; iyi ve güzel olanı yapmakta sebat gösterenlerin emeğini elbette zayi etmeyiz.”[3] Hata ve isyan içinde olanların karşılaşacakları durumdan söz ederken ise şu ifadeleri kullanıyor: “O, istediğini affedecek, istediğini cezalandıracaktır.” Âyetlerden anlaşılan odur ki; iyilik yapıp mükâfatı hak edenin hakkı aynen ödeniyor. Kötülük yapıp cezayı hak edenin cezasına gelince, Allah burada kuralı merhameti yönünde bozuyor. Anlaşılıyor ki; merhamet esas ve kural, azap ise istisnadır. Fakat buradaki davranışta söz konusu olanın “kulun Allah’a borcu olduğu” unutulmamalıdır. Ama söz konusu olan hak bir kulun hakkı ise, Allah’ın böyle bir hakkı hiç kimseye bağışlamayacağı dinin temel prensiplerindendir.
Kur’ân’ın –biri hâriç– bütün sûrelerinin başında geçen ve dört kelimeden meydana gelen “Besmele”de yer alan “Rahmân” ve “Rahîm” isimleri de Allah insan ilişkisinde hâkim öğenin rahmet ve merhamet olduğuna dikkatimizi çekmektedir. Bu, üzerinde hayranlık ve ısrarla durulacak bir noktadır. Aynı zamanda Hz. Peygamber “Besmelesiz başlanmış işler sonuçsuz kalmaya mahkûmdur” demiştir. Bu bize gösteriyor ki; İslâm mensupları, el attıkları her işte rahmet ve merhamet üzere olmalıdırlar. Aynı zamanda “Besmele” Kur’ân’da mutlak iyi ve güzelin adı olarak kullanılan Allah ile güzellik ve iyilik üzere hareket edileceğine ilişkin bir sözleşme yapmak demektir. Besmelenin günlük yaşamda sürekli tekrarı ise bu şuurlu sözleşmenin her an yenilenmesi anlamını taşımaktadır. Kur’ân’da besmele ile başlamayan tek sûre “Tevbe Sûresi’”dir. Çünkü bu sûre Kur’ân’ın savaşmaya izin veren ve putperestlere/müşriklere ültimatom içeren bir sûredir. Bu nedenle İslâm ahlâkı incitme, öldürme ifade edecek davranışlarda ve bu davranışlara müsaade veren sözlerde besmele ile başlamayı yasaklamıştır.
Allah nasıl kendini bize merhametini ön plana çıkararak tanıtmışsa, gönderdiği son peygamberin “âlemlere rahmet olduğunu”[4] söylemişse ve yine “Kur’ân’ın inanmak isteyenler için bir rahmet olduğunu”[5] vurgulamışsa, bütün bu kaynaklardan beslenen insanın da tüm varlığa rahmet ve merhametle yaklaşması gerekmektedir. Daha da ötesi böyle bir insan yürüyen rahmete dönüşmelidir. Kur’ân bu merhameti “şefkat kanatlarını germek”[6] olarak nitelendirmiştir. Öyleyse yeni din dilinin çağrısı da merhamet üzere olmalı ve evrensellik niteliği taşımalıdır. Yine bu dil, karşılacağı bir çok hakaret ve nankörlüklere karşı asla şikayet etmemeli, hizmet ve fedakârlığına da karşılık beklememelidir.
Merhamet konusunda dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da ezilen kitle ve ferdlerin haklarının merhamet aktörlüğü ile avutulmamasıdır. Hakkın sahibine iadesini, bir merhamet olarak bırakmak dinle uyuşmaz. Bu nedenle merhamet, hakkı gasbedileni susturmak aracı değil, haklarını tamamen almış olan insanı sevip kucaklama yoludur. Onuru, haysiyeti, emeği, gayreti heder edilmiş insanların kurtuluş yolu merhametten değil adaletten geçer. Adalet gerektiren hakları merhamete bırakmak da bir zulümdür. “Merhamet ve acımanın adalete mânî olmaması”[7] Kur’ân’ın bir emridir. Bir başka nokta ise günah işlemekte çok rahat ve kaygısız davrananların; “Allah çok merhametlidir, bizi bağışlar, affeder” diyerek geliştirdikleri bir avunma veya savunma mekanizmasıdır. Ama Kur’ân bu yaklaşımı onaylamaz ve bir çok âyetinde “Şeytanın insanı Allah’ın merhametiyle aldatacağını” vurgular.[8]
Özetle merhamet, dinin özüdür ve merhametten nasibi olmayanın dinden de nasibi yoktur. İnsana düşen hemcinslerine merhamet etmesi yanında Allah’ın rahmetinden de umudunu kesmemesidir. Merhamet edene Allah da merhamet eder. En büyük günah Allah’ın rahmetinden umut kesmek ve bu noktada da insanların umudunu kırmaktır.[9] Merhamet Allah’a inanan benliğin varlık karşısındaki tavrıdır. Bu tavır, yalnız insana değil bütün canlılara hatta bütün varlıklara yöneliktir. Bütün hadis kitaplarının başında –iman bahsinde– uzun yıllar kötü yolda giden bir kadının, çölde susuz kalmış bir köpeğe, bir kuyudan ayakkabısıyla su çekip içirdiği için affedildiğinin ve cennete koyulduğunun anlatılması boşuna değildir. Bu nedenle yeni din dilinin batmışlık söylemi yerine umut aşılayan bir merhamet diline dönmesi zorunludur.[10]
NECMETTİN ŞAHİNLER
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYATIKLAYINIZ
[1] A’râf/156: “Ve rahmetî vesiat külle şey’in.”
[2] En’âm/12: “Ketebe alâ nefsihi’r-rahmete.”
[3] Kehf/30.
[4] Enbiyâ/107.
[5] Neml/77.
[6] Hicr/88.
[7] Nûr/2.
[8] Lokmân/33; Fâtır/5.
[9] Zümer/53.
[10] Nisâ/110.