islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
16°C
Salı Hafif Yağmurlu
16°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Az Bulutlu
20°C

TARİKATLAR BİZİM NEYİMİZ OLUR?

TARİKATLAR BİZİM NEYİMİZ OLUR?

Tarikatlar her şeyden önce ülkemizin sosyolojik bir gerçeğidir. Din içerisinde bir anlayış ve yaşantı şekli olarak bilinen tarikatlara temel teşkil eden tasavvuf, İslâm’daki manevî hayatı, ahlâkî değerleri ve dinî gerçekleri kendine özgü bir şekilde ifade etme ve yaşama biçimidir.[1].  Tarikatların esas aldığı mistik tecrübe, aslında insanın psikolojik yapısını anlamaya ve ruhi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir deneyimdir. Bu deneyimin temeli, mensuplarınca Hz. Peygamber’in ve sahabenin yaşantısına dayandırılmaktadır.

Milâdî 8. Yüzyıldan itibaren bireysel/dinî bir hareket tarzı şeklinde gelişmeye başlayan tasavvuf anlayışı, zamanla İslâm dünyasının pek çok bölgesine yayılmış, 11. Yüzyıldan sonra tarikat şeklinde kurumsallaşmıştır. Daha sonra tekke, zaviye ve dergâh adı altında güçlü bir oluşum haline gelmiştir. 12. ve 13. Yüzyıllarda Anadolu, İran, Orta Asya, Suriye ve Mısır gibi İslâm topraklarında tasavvuf ve tarikat anlayışının kurumsal yapısı olarak yaygınlaşan tekkelerde[2] halka bir çeşit din eğitimi verilmiştir.

Tarikatlar, Kuzey Afrika ve Orta Asya başta olmak üzere, İslâm’ın diğer ülkelere yayılmasında ve bu ülkelerin kültürel hayatının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Tekkeler, kuruluşundan itibaren halkla kolay iletişim kurabilen ve sosyal yaşantıyı yönlendiren bir görüntü sergilemiştir.[3] Haçlı seferleri başta olmak üzere, dış saldırılar karşısında dinî duyguların ve kahramanlık hislerinin bir arada canlı tutulmasını sağlayan tekkeler, yurt savunmasında ve ülke bütünlüğünü korumada aktif bir rol üstlenmiştir.[4]

Kuruluşundan itibaren tekke, zaviye ve dergâh şeklinde teşkilatlanan tarikatlar, Müslümanlarca önemsenen mescit, cami, mektep ve medrese gibi din eğitiminin verildiği kurumlar arasında yer almıştır. Küçük köylerden kalabalık şehirlere kadar dinî ve ahlâkî düşüncenin korunup gelişmesi sürecinde önemli rol üstlenen tarikatlar, yüzyıllarca halka din eğitimi ve din kültürü alanında hizmet vermeye devam etmiştir.

Tarikat ocağının eğitim kurumu olan tekkelerde bir yandan din eğitimi faaliyetleri yürütülürken diğer yandan da halkı aydınlatmaya yönelik eserlerle insanların sevgi ve saygısı kazanılmıştır. Türkistanlı Ahmet Yesevi’den Yunus Emre’ye kadar pek çok düşünürün katkısıyla geliştirilen Tekke Edebiyatı, bu amaca yönelik eserlerden oluşmaktadır.[5] Bu eserlerde bir yandan tarikat mensuplarına tasavvufun incelikleri ayrıntılı olarak anlatılırken, diğer yandan da halka dinî emir ve ibadetlerin yerine getirilmesi, dürüstlük ve ahlâklı yaşama konusunda nasihat edilmiştir.

Tekkelerde verilen eğitim, ağırlıklı olarak sözlü anlatıma dayalı vaaz şeklinde gerçekleşmiştir. Şeyhlerin belli gün ve gecelerde halka yönelik yaptığı vaazlarda genellikle ahlâkî konular işlenmiştir. Ayrıca, tasavvuf eğitiminde kitap ve risaleler yoluyla yazılı anlatım yönteminin kullanıldığı ve zaman zaman dinî mûsikînin gizemli etkisinden faydalanıldığı da bilinmektedir.

Tekke edebiyatında genellikle Allah sevgisi, insanın değeri, insanlığa ve diğer varlıklara hizmet, dünya hayatının geçici bir imtihan devresi olduğu, nefis terbiyesi ve ahirete hazırlık gibi konular işlenmiştir. Yazarlar, halkın anlamada güçlük çektiği ağır dinî konuları, fıkra, hikâye, menkıbe ve efsane şeklinde sembollerle ve kahramanların örnek davranışlarıyla anlatmaya çalışmıştır.[6]

Anadolu Beylikleri zamanında ve Osmanlı’nın ilk dönemlerinde tekkelerin önemli bir eğitim kurumu olma özelliği, bazı bozulma ve çatışmalara rağmen devam etmiştir. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde tekkeler resmiyette kapatılmış olmasına rağmen, Tasavvufî İslâm anlayışının canlılığı ve yaygınlığı azalmamış; halk arasında tarikatların faaliyetleri değişik ortamlarda bazen gizli bazen de açıktan devam etmiştir. Devlet eliyle toplum bireylerine yeterli düzeyde din eğitiminin verilmediği 1940’lı yıllarda tarikatlara olan ilgi daha da artmıştır. Çünkü toplumun bir kesimi, çocuklarına devlet okullarında en azından Kuran okuma ve ilmihal bilgilerinin öğretilmemesinden doğan eksikliği gidermek için bir arayışa koyulmuştur. Bu arayış ister istemez tarikatlara olan ilgiyi artırmıştır.

Tarih boyunca ülkemizde tekke, zaviye ve dergâh gibi kurumlar din eğitimi açısından önemli fonksiyonlar üstlenmiştir. Ülkemizde halen faaliyet gösteren tarikatların ilmihâl seviyesinde halka dinî bilgi öğretme ve ahlâkî davranışlar kazandırma şeklindeki yaygın din hizmetleri olumlu bir hizmet olarak değerlendirilebilir. Ancak tarikat mensuplarının şeyhine kayıtsız şartsız teslimiyet göstermesi, taassupça bir anlayışla tek tip dinî düşünceye şartlanması, farklı dini yorumlara anlayış ve hoşgörü gösterilmemesi, diğer tarikat ve cemaatlere karşı hasmane bir tavır sergilemesi, bu kurumların sosyal barış açısından tartışılmasına neden olmaktadır.

Özellikle bazı tarikatların kendi din anlayışını ve yaşantı biçimini halka sunarken zaman zaman diğer tarikatlarla ve resmi kurumlarla çatışan bir görünüm sergilediği görülmektedir. İslam’ı anlama ve yaşamada tek doğru yöntemin kendilerine ait olduğu iddiasıyla diğer tarikatları, diyanet, ilahiyat ve imam hatip gibi din eğitimi hizmeti sunan resmi kurumları toplum nezdinde itibarsızlaştırmaya yönelik söz ve tavırların sosyal medya aracılığıyla giderek yaygınlaştığı bilinmektedir. Oysa tasavvuf ya da tarikat terbiyesi, her şeyden önce toplum bireyleri arasında güveni zedeleyici ve İslâm kardeşliğini yaralayıcı söz ve yaklaşımlardan durmayı gerektirmektedir.

Günümüzde bazı grupların ve uluslararası güçlerin tarikatların stratejik gücünden yararlanıp bu kurumları kendi emellerine hizmet ettirmeye çalıştığı dikkatlerden kaçmamaktadır.

Tek bir lidere bağlılık, o liderin görüşlerine kayıtsız şartsız itaat, liderin masumiyetine inanarak hatasız olduğunu kabul etme, kendileri gibi düşünmeyenleri ötekileştirme ve faaliyetlerde gizliliğe önem verme gibi özellikler, tarikatların stratejik gücünden yararlanmak isteyenler için kolaylaştırıcı bir unsur teşkil etmektedir. Çünkü tek bir lider ve etrafındaki birkaç kişi elde edildiğinde, sayıları yüzbinleri bulan tarikat mensubunu kendi emellerine hizmet ettirmek hiç de zor değildir. O nedenle tarikat adı altında organize olan güçlerin istismar edilme ihtimaline karşı, tarikat mensupları da dahil, toplumun tamamını din hakkında doğru bilgilendirmeye yönelik çalışmalara ağırlık vermek gerekir.

Tarikat mensuplarının düşünce veya metot bakımından sahip olduğu bazı farklı anlayışlar, din ve hukuk kuralları içerisinde kaldığı sürece hoşgörüyle karşılanabilmelidir. Sosyal bir ortamda farklı düşünceye sahip olmak, dünyayı farklı algılamak veya olaylara değişik açıdan bakmak doğal karşılanmalıdır. Aksi halde tarikatlara üye olan ya da bu kurumlarla gönül bağı bulunan çok sayıda insanın toplumsal birlikteliğin dışında tutulması, gönül kırgınlığı başta olmak üzere farklı sorunlara neden olabilir.

Ülkemizin bir gerçeği olan tarikatların, aynen diğer resmi ve özel kuruluşlar gibi denetime tabi tutulması, bütçe ve harcamaları, insanlara öğretilen düşünce ve eylemler uzman bir ekip tarafından denetlenebilmelidir. Çünkü denetim, bu kurumların istismarını, maddi ve manevi yönden sömürüye alet edilmesini önleyeceği gibi,  dini açıdan kendisine sığınacak bir liman arayan toplum kesimlerinin bu kurumlara daha fazla güven duymasını da kolaylaştıracaktır.

Günümüzdeki tarikatların öncelikle dinden beslendiğini söyleyebiliriz. İnsan için fıtri bir ihtiyaç olan inanma ve inandığını öğrenip yaşama duygusu, din eğitimi kurumlarına ve tarikatlara yönelimi artırmaktadır. Öyleyse hem tarikatlar hem de din eğitimi veren resmi ya da özel kuruluşlar insanlara dinin doğru bir şekilde uygun yöntemlerle öğretilmesine önem vermelidir. Çünkü din, doğru olarak anlaşılıp yaşandığı dönemlerde toplum bireyleri arasında kaynaşmayı, dayanışmayı, birlik ve beraberliği başarmıştır. Doğru anlaşılmadığı zaman da hurafelerin yaygınlaşmasına, insanlar arasında kırgınlığa, kutuplaşmaya, ötekileştirmeye ve toplumun dağılıp parçalanmasına neden olmuştur.

Günümüzde çocuk ve gençlerimize Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere dinin bilgi kaynakları iyi tanıtılmalıdır. Dini bilgilerin nereden ve kimlerden öğrenildiği kontrol edilmelidir. Bu konuda başta ailelere, eğitimcilere ve devletin eğitimle ilgili kurumlarına büyük sorumluluk düşmektedir. Özellikle dini cehalete karşı büyük bir mücadele verilmelidir. Çünkü cehaletin olduğu yerde dinî bilgi boşluğu, istismar, taassup, yanlış ve asılsız inançlara yönelme kaçınılmaz olacak; en önemli amaçlarından biri barışı sağlamak olan dinin bizzat kendisi sosyal barışı tehdit eder duruma gelecektir. Bu durum karşısında Kuran-ı Kerim bizlere şu hatırlatmayı yapmaktadır:

“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır. (Bakara 2/ 208),Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmandınız da O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarındaydınız da O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmran 3/103.) “Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile gücünüz zayıflar da kuvvetiniz yok olur. Bir de sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 8/ 46)

Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ   

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIJLAYINIZ 

 

[1] Bkz: Abdulbâki Gölpınarlı, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler, İnkılâp Yayınları İstanbul tsz., s. 285; Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, Ankara 1976, s. 8; Süleyman Uludağ, İslâm Düşüncesinin Yapısı, Dargâh Yayınları, İstanbul 1979, s. 123

[2] Bkz: M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 5. Baskı, Diyanet Yay., Ankara 1984, s. 195; Krş: Uludağ, İslâm Düşüncesinin Yapısı, s. 123-124.

[3] Bkz: Magali Morsy, “Kuzey Afrika’da Tasavvufun Rolü”, Çev: Kadir Özköse. Tasavvuf, Sayı: 2, Ankara 1999, s. 151.

[4] Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 253.

[5] Bkz: Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 119-161, 287-336.

[6] Beyza Bilgin ve Mualla Selçuk, Din Öğretimi Özel Öğretim Yöntemleri. Akid Yayınları, Ankara 1991, s. 7.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.