islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
17°C
Salı Az Bulutlu
18°C

Toplumların Geleceği, Sadece Maddi Gelişmeye Bağlı Değil

Toplumların Geleceği, Sadece Maddi Gelişmeye Bağlı Değil

Son yıllarda, dünyada ve Türkiye’de ciddi bir maddi ve iktisadi faktörlere bağlı bir gelişme eğilimi var. Neredeyse, her şey; iktisadi, mali ve teknolojik bir sistem içerisinde gerçekleşecekmiş gibi bir düşünce zihinlere yerleşmiş durumda.

İktisadın hakimiyeti, maddeci bir hayata yönlendiriyor:

İktisadi çalışma ve gelişmenin karşısında olmamakla birlikte, her şeyi maddi ve mali faktörlere bağlama arzusu, aslında Kapitalist anlayışın bir sonucu. Bu düşüncenin bir ucu da Bürokrasi ile ilgili. Batılı ve yerli iktisatçıların öve öve bitiremedikleri Max Weber, Kapitalizm ile Bürokratik yapının, birbirinden ayrılamayacağını söylüyor ve böylece iktisadi sistemin, devletçi bir mantık ile, ülkeleri kontrol etmesini istiyordu.

Çünkü devlet, kapitalist ticari ve endüstriyel sistemin gücüyle ortaya çıkan siyasi yapının eline geçtiğinde, artık orada sadece “iktisadi kanun ve kazançlar” hakim faktör haline gelmekte ve böylece  siyasi  sistem;  para ve iktisadi gücün emrine girmektedir.

Aslında, bugün, herşeyin maddi ve iktisadi açıdan değerlendirilmesi; ahlaki ve manevi güç ve fonksiyonların etkisiz hale getirilmek istenmesinin bir sonucudur. Çünkü, ahlaki ve kültürel değerler hakim duruma gelirse, iktisat ve dolayısıyla siyaset; bu değerlerin doğrultusunda hareket edecek ve sosyal faktörler olan ahlak, din, hukuk ve kültür gibi normların toplumsal yapıyı yönlendirmekten uzaklaşması manasına gelecektir.

Maddi güç, giderek topluma materyalistleştiriyor:

Bir toplumun geleceği, kaliteli, ahlaklı ve dinamik kadroların yetişmesine bağlı iken; nasıl oluyor da bu toplumun idarecileri; yatırımı sadece para getiren ve teknolojik mal üreten bir anlayış çerçevesine hapsedebiliyorlar? Yalnızca, ekonomik hedefli alanlara yönelip; insan birikiminin nitelik kazanması ve kültürel birikimini göz ardı edebiliyorlar?

Bugün; Amerika, Avrupa Ülkeleri ve Japonya, dünyada söz sahibi olmuşsa; bu durum, sadece ticari, teknolojik ve hammadde kaynaklarını en iyi şekilde değerlendirmiş olmalarından değildir.

Her ne kadar Amerika ve Avrupa ülkeleri, ilmi çalışmalar yönelmiş görünüyorsa da, temelde yine, aklı ve parayı, tüm siyasi ve sosyal sistemin ana unsuru haline getirmek için çaba sarfettiklerini görmemek mümkün değil. Bugün sosyal ve kültürel bilgi, bir yerde maddi ve teknolojik dünyanın meşrulaştırıcı bir aracı haline gelmiş durumda. Bu durum, ne yazık ki; insani ve ahlaki bir medeniyet meydana getirmiş olan Müslüman toplumları da içine alacak bir girdap haline getirilmiş durumda.

Ruhu ve kültürü, maddenin emrine vermek:

İşin garibi, manevi ve kültürel bir medeniyetin mensuplarının; geçmiş medeni ve sosyal düzenleri, adalet ve merhamet değerleri ile sürdüren  bir mirası, bir kenara bıraktıkları, hayretle müşahede edilmektedir. Hatta bununla da yetinmeyerek; maddi ve teknolojik amaçları kendi iç dünyalarında kutsallaştıracak kadar duyarsızlaşmasını, akıl ve vicdan kabul etmemektedir.  

Geleceğini; siyaset meydanlarına, fabrika üretimlerine ve piyasaya hareketlerine bağlayanlar; ilimin, kültürün ve stratejinin kontrolünü elinde tutanlara sadece hizmet edecek; dünyada yeni bir insani değişim ve gelişim rolünü üstlenemeyeceklerdir. Çünkü, insanlığı ve toplumsal gelişimleri yönlendirecek olanlar; büyük ahlaki ideallere sahip olanlar ve toplumdaki temel ihtiyaç ve beklentileri keşfedebilen sosyal ve siyaset bilimcileri olacaktır. İçinde bulundukları hayatı ve talepleri en iyi bir şekilde belirleyerek, toplumlara en uygun cevap ve çözüm yollarını verebilecek bu kadrolar; insanlığın geleceğini nasıl insanileşeceği ve medenileşeceğini de tahmin edebileceklerdir.

İktidarı elde tutmak için, alabildiğine kitleleri tatmin etmeye çalışma arzusu, büyük ideal ve kültürel misyonları kaybetme pahasına ön plana geçmektedir. Birçok aklı başında insan da, asıl hedefin insani ve ahlaki bir medeniyeti kurmak olduğu gerçeğini unutup, günübirlik politik hesaplar ile hayali bir geleceğe hazırlanmaya çalışmaktadır. Ne hazin bir manzaradır bu…

Prof. Dr. Sami Şener

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.