islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3961
EURO
34,7692
ALTIN
2.435,72
BIST
9.983,98
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Salı Hafif Yağmurlu
15°C
Çarşamba Az Bulutlu
17°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C
Cuma Hafif Yağmurlu
18°C

Bir Zamanlar Nasıldık Hatırlıyor musunuz?

Bir Zamanlar Nasıldık Hatırlıyor musunuz?
7 Ocak 2024 09:00
A+
A-

Yirminci yüz yılın son çeyreğinde o günkü dergi ve gazetelerde yazılanlara ve çeşitli mahfillerde konuşulanlara bakıldığında farklı bir nesil, ciddi olarak İslami kavramları tartışıyordu. Ve hatta İslam’ın geleceği ile ilgili önemli konuları Müslümanların gündemine sokuyordu. “Ümmet anlayışı”yla İslam dünyasına bakış açısı son derece önemli mesafelerin aşıldığının işaretlerini veriyordu.  Kullanılan dil ve üslup tamamıyla farklı idi. Ümmet, İslam ümmeti, İslam nizamı, İslam’da Devlet Nizamı, İslam’da siyaset, İslam’da hükümet, Hilafet, İslam Devleti, emiru’l-mü’minin, daru’l-İslam, İslam dinarı, İslam kardeşliği, İslam ortak pazarı, İslam devletleri ortak askeri teşkilatı, ortak İslam Ordusu gibi kavram ve ifadeler farklılıkları daha da belirginleştiriyordu. O günlerde yirmili ve otuzlu yaşlarda olanlarımız bugün altmışlı-yetmişli yaşlara geldi. Hatta bir kısmımız seksenlere merdiven dayadı. Bu grupta olanların bugün ellili, kırklı, otuzlu yaşlarda olan kesimin yetişmesinde büyük emeği oldu. Belli bir tavır ve mücadele anlayışı seksenli ve doksanlı yıllarda gayet sağlamdı. Ve emin adımlarla ilerlerken 28 Şubat engeli ile karşılaştı.

Her mücadele, her zaman aynı tempo ve hızla ile yürüyemez.

Mutlaka bazı engellerle karşılaşabilir. Bu tabii bir süreçtir. Ümmetin hayatında Bedir’ler olduğu gibi Uhud’lar da olabilir. Ve hatta Uhud’lar olmalı ki Mekke fethi gerçekleşsin. Gayet tabii olarak bu süreçte sıkıntılar karşısında yeni stratejiler de uygulanabilir. Bu da mümkündür. Hatta mücadele yolunda dünyevi makam ve imkânlarla karşılaşma nedeniyle dökülmelerin de olması tabiidir. Fakat tabii olmayan bir husus vardır ki, Müslümanların bu durumu iyi düşünmesi gerekirken bu konulardan gittikçe dünyevileşip uzaklaşmalarıdır. İslam davası ve heyecanı unutuluyor mu yoksa?

Müslüman dava adamıdır. Müslüman aynen ashabın Mekke günlerinde yaşadığı ve hissettiklerini aynen yaşar ve hisseder, hatta hissetmek zorundadır. Bu ilkelerden, bu çizgiden, bu tavırdan asla taviz veremez. Tavizi isteyen taraf kendisi değil, İslam’a karşı olanlardır. Onlar her zaman Müslümanların ve mücadele eden kesimin taviz vermesini beklerler. Ve kendileri de taviz vermeye hazır olduklarını gösterirler (el-Kalem, 68/9).

Konuya yeniden dönersek Müslümanlar için en büyük handikap da 94’lü yıllardan sonraki siyasi hayatta meydana gelen değişikliklerle başlayan süreç oldu.

Sade yaşamaya alışmış, mütevazı, kanaatkâr, hatta fakirliği umursamayan, bir ceketi, bir paltoyu on-on beş yıl giyen gayet onurlu bir hayat tarzıyla kendini özdeşleştirmiş bir Müslüman kitle vardı. Bu kitlenin bir kısmı sahip olduğu imkânların ötesinde bir imkâna kavuştu. Bununla beraber hayat tarzı ve felsefesi birden ve tamamen değişti.

Siyasi alandaki imkânlarla başlayan dünyevileşmeler, tamamen farklılaşan, sınıf atlayan, oturduğu semtleri beğenmeyip mekân değiştiren, sosyal ve ailevi hayatlarında değişikliklere ve yenilemeye kalkışan, İmam-Hatipleri beğenmeyip çocuklarını en özel okullara taşıyan vs. davranışlar içine gömülen bir kesimin aramızda türeyip yetmişli yılların söylemlerini terk ederek ağız değiştirmeye başladığını hep beraber müşahede ettik. Öyle değil mi?

Bunları hep birlikte yaşamadık mı? Bir tatile ram olup belli kavramları öldürmek için “İslam’da yönetim biçimi, İslam’da devlet, İslam’da hilafet, ümmet, ümmet kardeşliği, mücadele, cihad, ümmet mağdurlarının imdadına koşmak, İslam birliği, Kur’anî birer terim olarak Mü’min, Kâfir, Münafık, Müşrik, Tağut, İslam düşmanı (Aduvvullah), emperyalist Amerika, tek yol İslam kavramlarının inkârcıları türemedi mi aramızda? Bizim mahalleyi bırakıp başkalarına yama ve yem olanlar olmadı mı? Bu söylediklerim yanlış şeyler mi Müslümanlar! Söyleyin bana.

Hani biz bir davanın görev ve sorumluluğunu yüklenmiştik. Beraber omuzlamıştık bu davayı… Gömleklerimiz hiçbir zaman renk atmadı ve asla solmadı. Yetmişli yılların gömleklerini onurla, şerefle, iftiharla hala giyenlerimiz vardır. “70’li yıllarda söylediklerimizin biz hala arkasındayız” dememiz gerekirken buna dudak bükenler olmadı mı? Kimseye gönderme yapmıyorum, vâkıadan hareket ederek öz eleştiri yapalım diyorum. Gömleğimizin rengi ne olursa olsun, hepimiz yeniden dünyevileşme çerçevesinde bir muhasebe-i nefs yapalım diyorum. Bunları söylerken kalbimde mü’minlere karşı da asla bir kin taşımıyorum. Bilakis herkesi yaptığı güzellikleri bütün kalbimle destekliyor, seviyor ve takdir ediyorum.

Elli-ellibeş yıldır bu davanın yükü altında girip direnerek omuz tutanlar, meydanlarda ve her yerde yılların eskitemediği omuz sahiplerinin her zaman aynı tavrı sergilemelerini istemek de bizim hakkımız değil midir? Dava adamı olduğumuzu unutamayız, uzlaşmacı olamayız. Siyasal iktidarların nimetleri, cemaat ikram ve iltifatları, zengin sofralar sizi/bizi aldatmasın, bozmasın, diye kendimize ve bütün eski arkadaşlarımıza, kardeşlerimize seslenmek hakkımız değil midir? Bu hakka sahip olduğumuzu zannediyorum.

Bazı eski solcu döküntüsü laik ağızlı kimseler: “Müslümanlar İslamcılıktan vazgeçti”. Söylemlerini gündemde tutup bizleri buna alıştırmak istiyorlar. Gerçekten yetmişli yılların mücadele adamları kendi kendilerine sorsunlar. “Biz İslam’dan ve İslam için mücadeleden vazgeçip liberalleştik mi?”. Bir lojman, bir siyah veya kırmızı plakalı araç, bir ihale, bir villa, zenginlik, para, bir akademik unvan, bir makam veya bazı faşist ve militarist tehditler bizi davadan vazgeçirememeli.

Nerede olursak olalım bizim bir davamız vardır. Bazı dünyevi imkânlar mubahtır, bunlar haramdır demiyorum, Müslüman villada oturur, zengin de olur. Rasulullah’ın hadisiyle: “Salih mal salih kişiye (helel mal iyi mümine) yakışır.” Bunu biliyorum, ama İslam’ın kavramları ve net söylemleriyle konuşmak ve yazmak gerekir diyorum. Dili liberalleştirmek ve hatta laik bir dilden yana olmak, böylesi bir dil ile konuşmak, davanın kenarından bile geçmeyi istememek, eski dost ve arkadaşlarını unutmak veya küçümsemek, farklı liberal yapılanmaların içinde sığıntı gibi durmak, Müslümanların kullandıkları İslamî kavramları ve takındıkları asil ve net İslamî tavrı hafife alıp, “siz hala orada mısınız?” gibi küçümseyici tavırlar içinde olmak Müslüman’a asla yakışmaz.

Bir zamanların yılmaz radikal tavırlı aydın, yazar, üniversite temsilcisi öğrenci arkadaşlar, yine bir zamanlar hepimizi içine alan kurum ve kuruluşlarımızın ileri gelenleri, üst düzey yönetici ve ağabeylerinin önemli bir kısmı nerede şimdi? Gerçekten bir zamanların dava adamı diyebileceğimiz birer dava erleri idi onlar. Ama ne yazık ki, Müslümanlar meydanlardaki mücadelelerinde yalnızlaştı. Diğer bir kısmımız ise artık bu işlerle uğraşmanın abes olduğunu görmeye başladı. Bu arkadaşlarımızın bürokraside yer almaları veya iş adamı olmaları bir zamanlar kendilerine çok yakın gördükleri dava arkadaşlarını unutmasınlar istiyoruz. Zengin, iş adamı, bürokrat, milletvekili, hatta Bakan falan olabilirsiniz. Ama İslam davasını, Müslümanların problemlerini sıkıntılarını da görmezlikten gelmeyin lütfen.

Kendinizi bu makam ve imkânlar içinde kaybetmeyiniz.

Zira Müslüman iman ettiği ve yaşadığı müddetçe dava adamıdır. Müslüman asla dünyanın imkân ve zenginliklerine kapılıp dava adamlılığına gölge düşürmez. Dava adamı olduğunu, bir misyon önemli bir görev ve sorumluluk taşıdığını ve bir mücadele içinde olduğunu, insanlara dinini anlatma ve öğretmekle yükümlü olduğunu unutmamalıdır.

Bir zamanlar hepimizin içinde bulunduğu gençlik kurum ve kuruluşlarında kendi inancı uğruna mücadele veren yiğit ve samimi insanlar, seksenli yıllardan sonra iktidarların nimetleriyle boğulsunlar diye Ankara’ya götürülerek büyük makam ve masaların arkasına oturtuldu. Lojmanlar Müslümanların hayat tarzlarını, ailevi yaşama biçimlerini ve giyim kuşamlarını farklılaştırdı. Bir zamanların takva timsali olarak bilinen ve görünen hanımlar, ağabey ve arkadaşlarımız diğer milletvekilleri ve bürokratların eşleri ile yan yana gelince aile yapılarımız farklılaştı. Dünyaya bakışlarımız değişti. İslam’dan ve İslam davasından söz eden bizleri neredeyse köylülükle itham edecek kadar Ankaralı olmuşlardı.

Müslümanlar bu dönemde yetmişli yıllara nazaran biraz daha büyüdü. Ama bu tehlikeli ve mayınlı alanların daha çok içine çekilince İslamcılık ve İslamî söylemler parti politikalarına ve ilişki halinde oldukları bazı grupların düşünce ve anlayışlarına ters düşmeyecek söylemlere dönüştü. İşte bu arada artık yetmişli yıllarda MTTB, Akıncılar, Mücadele Birliği gibi kuruluşların çıkardığı dergilerde ve özellikle Düşünce Dergisi, İslamî Hareket, Talebe ve Kriter Dergilerinde kullanılan üslup ve kavramlara ne oldu bilmiyorum… Birilerinin duruş ve anlayışlarına, dava adamlılığına bir şeyler oldu galiba. 

Ama şunu kesin olarak biliyor ve inanıyorum ki belli kaynaklardan gereğince beslenen Kur’an ve Rasulullah’ın Sünnetinden ayrılmayan bir kesime hiçbir şey olmadı.

Bu kesim aynı tavrını, aynı duruşunu aynı üslubunu ve aynı mücadele azmini bırakmış değildir. Bu kesimin, bu anlayış ve çizgisini de değiştirmesine asla ihtimal vermiyorum. Zira büyük İslam alimi el-İzz İbn Abdüsselam’ın tavrıyla elini uzatmayan bu kesim her türlü despot ve zalimlerin karşısında ayaklarını uzatarak oturma tavrını koruyacaktır. “Elini uzatan ayaklarını uzatamaz.” Her türlü etkin rüzgâr nereden eserse essin bu İslamî duruştan, bu onurlu mücadele azminden, İslam’ın bir hayat tarzı ve bir yönetim biçimi olduğu söyleminden asla geri durmayıp bunun için varlığını, canını ve malını ortaya koymaktan çekinmeyecek bir nesil vardır.

Dünya hayatı geçicidir. Birkaç günlük oyun ve eğlenceden ibarettir. Ahiret ise bâkidir. Allah’ın dini için sürdürülmesi gereken davanın dava erleri her zaman var olmalıdır. Dava sahibiyim diyen kişi davayı sahiplenmek, omuzlamak, sürünme pahasına davasını gerekirse dişleriyle götürmeye çalışmak zorundadır. Liberalleşmeden, ılımlı İslamcılığa gömülmeden yoluna devam etmek zorundadır. Bu bir keyfilik değil iman gereği bir görevdir. Müslüman bir dava adamı ve misyon sahibidir, görev ve sorumluluğu vardır. Bundan asla vazgeçemez.

Ahmet AĞIRAKÇA

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

MİRATHABER.COM – YOUTUBE

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.