islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
17°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
17°C
Salı Az Bulutlu
18°C

DEPREMİN İNSANDA YARATTIĞI HÜZÜN

DEPREMİN İNSANDA YARATTIĞI HÜZÜN
27 Şubat 2023 09:49
A+
A-

Gidiyoruz, gidiyoruz, gidiyoruz, sonra dönüp arkamıza bakıyoruz ki, bir arpa boyu bile yol gitmemişiz. Bir hayal İçinde yaşıyoruz da ondan mı? Yoksa dümdüz sanılan yol, bir tabakadan ansızın bir başka tabakaya geçiş yüzünden, iç içe girmiş çemberler gibi dolambaçlardan mı? Bu konu üzerine uzun uzun düşünmek gerek.

Ülkemizde depremin meydana gelmesi ilk defa olan bir olay değildir. Tarih boyunca Anadolu’da birçok zamanlarda depremler olmuş ve insanların tepkisi de farklı olmuştur.

Felaketler, bazen toplumları bazen de fertleri vurur. Bazen tabiattan gelir insana bazen de insandan insana… Önemli olan felaket gelmeden önce tedbirini almaktır.  Türkiye’de son günlerde meydana gelen ve geniş kapsamlı coğrafi bir alanda on bir ili içine alan deprem, ne ilk ve ne de son olacaktır. Yıkıntılar arasından doğrulanlar, birkaç canını o yıkıntılar arasında bırakıp kendi canını kurtaranların uğradıkları felaketlerden dersler almak suretiyle yeni tedbirler almak, üzerinde uzun uzadıya düşünmek, insanımız için temel bir yükümlülüktür.  İnsan derken elbette ki idare eden idareciler, hükümetler ve devlet, bunun ilk sorumlularıdır.

Deprem olayını kadere bağlamak kestirme yoldan kolaycılığa varan bir iştir. Yeni Çağ’ın kaderi yalnızlık, sevgisizlik ve duygusuzluk olsa da Müslüman bir toplumda bireyin farklı bir yeri ve inancı vardır.  Hep iyi olanı yaşayan, yayan aşılayan ve insandan yana tavır koyan bir “diğerğamlık” (hümanizma) peşinde koşmayı hedef alan bir erdemin sahibidir.

Bireyin, herhangi bir çıkar gözetmeden ve dışarıdan herhangi bir karşılık beklemeden, yeri geldiğinde kişisel bir bedel ödeyerek, başka bir kişi ya da toplumun iyiliği adına fedakârlıkta bulunmak, onun hayat felsefesi ve dünya görüşü olmalıdır. Aynı zamanda, başkalarının yararını da kendi yararı kadar önemseme ya da diğer insanlar için maddi ve manevi kişisel çıkar gözetmeden yararlı olan bir insan-i kâmil olmalıdır. Bencil olmama, onun temel amacı olmalıdır. Yaşanan ve büyük yıkıma neden olan depremde, bu güzel anlayışın egemenliğine tanıklık etmiş olduk.

Geleceğin tehlikelerini görmek ve karşı tedbir almak, kuşkusuz idare edenlerin temel görev ve sorumlulukları arasındadır. Ancak felaket geldiği zaman koşuşan, koşturan ve meydana gelenlerin tekrar olmaması için tedbir alacağını söyleyenler, depremin şoku geçince, her şeyi unutmakta “oğlum bina okur, döner döner yine bina okur” misali eski tas eski hamam anlayışını tekrar devam ettirmekte bir sakınca görmemektedirler.

Maraş depremi, Türkiye’nin “Lizbon depremi” olur mu?

1 Kasım 1755 tarihinde meydana gelen Lizbon Depremi, tetiklediği tsunami ile birleşince, Avrupa kıtasının gördüğü,  sadece bu şehirde 30 ile 40 bin arasında insan hayatını kaybettiği ve Batı’da en büyük felaketlerden birine dönüştüğü bu deprem üzerine ülkemizdeki horozlar,  bir yandan pürüzlü pençeleri ile insanın ayağını tırmalıyor, öte yandan da ötüp duruyorlar…

Yüzleri, Batıya yönelik gibi görünse de aslında yüzleri inançsızlık evrenine dönük oan bu horozlar, için için yanıp tutuşuyorlar, hayallerinde büyük buz parçaları ve aysbergler taşıyorlar. Bunlar, mavi ve kara horozlardır, midenin ve karaciğerin üzerinde zıplayıp duran yaratıklardır.

Bunların amacı, Türkiye’nin Maraş depremini, “Lizbon depremi” ile karşılaştırarak din ve maneviyatın temeline dinamit yerleştirmektir. Bunlara göre Batıda bu “Lizbon Depremi”nden Rönesans hareketi doğmuştur. Bu horozların iddiasına bakılırsa, “Lizbon Depremi’nin bilinen en büyük etkilerinden biri, tüm Avrupa çapında entellektüel bir kırılma yarattığı ve “Aydınlanma Felsefesi”ni beslediğidir. Depremler o tarihe kadar Allah’ın isteği ve dolayısıyla da İlahî adaletin tecellisi olarak görülürken, Lizbon Depremi’nden sonra ilahiyat ve din, toplumsal tartışmaların bir unsuru olmaktan çıktı, entelektüel gündemden düştü. O günden sonra ıstıraplarımızın sorumluluğu, bütünüyle omuzlarımıza yüklendi ve böyle de kaldı.” Şeklinde özetlenen bazı Batılı yazarların görüşlerini gündeme taşıyarak Maraş Depremi’nin, toplumun inanç sisteminden bir dönüşe neden olacağı ve onu başka bir yöne döndüreceğini hayal ediyorlar.

Aydınlanma Çağı olarak adlandırılan Batıdaki bu tarihi dönem, Avrupa toplumunda 18. yüzyılda gelişen, akılcı düşünceyi, eski, geleneksel ve değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan bu çağın örneklerinden Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, René Descartes ve Gottfried Wilhelm Leibniz Voltaire, David Hume, John Locke ve Thomas Paine gibilerini gösteriyorlar. Bunlar, Hristiyanlığın etkili olduğu bir alanda yetişenlerdir. Oysaki insanımız, tarih ve doğayı barıştıran bir dünya görüşü taşıdığından, incelmiş, sivrilmiş ve zaman zaman sıkıntılar çekmiş olsa da daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmayı başarmıştır zaman zaman. Geçmişte atalarımız, tabiatın da değerini ve hakkını vermişlerdi. Biz, onu bir parça ihmal ettiğimizden şimdi aşırı hücumuna uğruyoruz. Bu sınır tanımaz Doğa olayı karşısına güçlü bir silkinme anlayışını çıkarırsak ve tedbirlerini alırsak depremden en az etkilenen bir ülke haline geleceğimiz kuşkusuzdur.

Halkımız, deprem yaralarını sardıktan sonra tatlı bir rüyanın içinde yol alacak, efsane çizgileriyle gökyüzünden eleğimsağma ile ayrılan bir doğa karşısında, dağı seyretmeyi bilecektir. Yakmayan, fakat hafif hafif ısıtan bir güneş, insan yüzünü okşayan ve dağdan gelen bir meltemin etkisiyle açan badem ve kiraz çiçeklerinin esintisi,  yüzleri okşayacak ve insanımızın gönlünü ferahlatacaktır.

Şakir Diclehan

 

 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.