islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3373
EURO
34,7963
ALTIN
2.389,24
BIST
10.227,49
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
16°C
İstanbul
16°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Parçalı Bulutlu
18°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Açık
21°C
Salı Parçalı Bulutlu
24°C

GERÇEK İNCİL DÖRT İNCİL’DEN FARKLIDIR

GERÇEK İNCİL DÖRT İNCİL’DEN FARKLIDIR

Kur’ân’da İncil kelimesi on iki yerde –daha çok Tevrat ile birlikte– geçer ve bu ilâhî vahyin Hz. Îsâ’ya gönderildiği vurgulanır: “Biz, Meryem oğlu İsâ’yı, o [geçmiş peygamber]lerin izleri üzerinde Tevrat’tan (o güne) kalanın doğruluğunu tasdik edici olarak gönderdik. Biz, o’na, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlara bir rehber ve bir öğüt olarak Tevrat’tan (o güne) kalanı tasdik eden, içinde rehberlik ve aydınlık bulunan İncil’i verdik.[1] Bir başka âyet de şöyledir: “[Geçmişte vahyedilenlerden] bugüne ulaşan doğru haberleri tasdik eden bu ilahî kelâmı sana safha safha indiren O’dur. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmişti.”[2]

Örnek verdiğimiz bu iki âyetten anlıyoruz ki; İncîl de Allah tarafından insânlığın hidâyeti için gönderilmiş kutsal kitaplardan birisidir ve aynı zamanda buna inanmak imanımızın değişmez koşullarındandır. Yalnız bu noktada insân şunu da düşünmeden edemiyor. Acaba Kur’ân’da ismi geçen İncîl ile daha sonra Hz. Îsâ’nın havarileri/arkadaşları tarafından yazıya dökülen ve adına İncîl denilen kitaplar aynı mıdır? Veyâ soruyu başka türlü sorarsak, Kur’ân’ın kastettiği İncîl ile kilisenin onay verip kabullendiği dört İncîl aynı gerçekliğe mi işâret etmektedirler? Önce şunu söyleyelim ki; Grekçe etimolojisiyle “hayrlı haber” demek olan İncil, önceleri, Hz. İsâ’ya indirilen ilâhî vahye ve bu vahyin ihtivâ ettiği müjdelere denilmekte iken Erken Hristiyanlık döneminde Hz. İsâ’nın hayatını ve öğretisini anlatmak iddiasıyla kaleme alınmış olan pekçok kitaba da İncîl denilmeye başlanmıştır.

Hz. İsâ’nın târih sahnesinden çekilmesinden sonra havârîleri onun şifâhî öğretisini gene şifâhen yaymaya başlamışlardır. Hz. İsâ hakkındaki bu şifâhî tebliğler yanında mektup şeklinde ilk yazılı tebliği kullanan ise Hz. İsâ hayatta iken onu hiç görmemiş olmasına ve öğretisi hakkında da bilgi sâhibi olmamasına rağmen kendisini onun havârîsi addeden ve kendine has Hristiyanlık telâkkisiyle Hz. İsâ’nın  öğretisini tahrîf ederek bugünkü Hristiyanlığı kuran Tarsuslu Saul/Pavlus olmuştur. Pavlus’un çeşitli Hristiyan topluluklarına ya da ileri gelenlerine gönderdiği 14 mektup, Trento[3] Konsili’nde 8 Nisan 1546 târihinde alınan bir kararla nihaî şekli resmen tespit edilmiş olan 27 bölümlük “Yeni Ahid/İncîl”in 14 bölümünü teşkil etmektedir.[4]

Bir yandan Hz. İsâ’yı görmüş ve onun öğretisine muhâtab olmuş kimselerin sırayla vefât etmeleri, diğer yandan da bu şifâhî öğretinin yayılırken tahrîfâta uğraması tehlikesi Hristiyanları akıllarında kalanları yazıya dökmenin daha isâbetli olacağı düşüncesine sevketmiştir. Böylece, amacı Hristiyanlara Hayrlı Haber’i yazılı olarak ulaştırmak olan ve Hz. İsâ’nın hayatı ve irşâd faaliyetini konu edinen ilk incîller Pavlus’un mektuplarından sonra[5] ortaya çıkmış ve bu faaliyet 100 yıl kadar bir zaman aralığında İncîl adı altında, kesin sayıları bilinmeyen, pekçok kitabın piyasaya sürülmesine sebep olan bir moda hâlini almıştır. Bu incîllerin bir kısmı Hz. İsâ’nın hayatını ve öğretisini, hitâb ettikleri yörelerdeki insânların hâlet-i rûhiyelerini de dikkate alarak, takdîm etmeğe çalışırken diğer bir kısmı da yazarlarının mensûb oldukları gnostik mahfellerin îmanını ve felsefesini Hz. İsâ’nın ismini paravana gibi kullanarak yaymaya çalışmaktaydılar. Neticede bu incîl enflâsyonu Hristiyan âleminde genel bir huzursuzluğa sebep olmuştur. Yerel Hristiyan topluluklarını yönetenler müminlerinin doktrin açısından sapıklığa düşmemeleri için yalnızca bazı incîlleri tavsiye, bazılarını da yasaklamak yoluna gitmişlerdir. İsmi sonradan Matta’ya Göre İncîl diye anılacak olan incîlin Sûriye ve Antakya’da yoğunlaşmış olan Yahudi kökenli Hristiyanlar için, Markos’a Göre İncîl diye anılacak olanın da putperest iken Hristiyanlığa geçmiş olan Romalılar için yazılmış olduğu sanılmaktadır.

Hz. İsâ ve Havârîleri’nin Aramîce konuşmalarına rağmen bugün elimizde İncîl’e ait Aramîce hiçbir metin bulunmamaktadır. İncîl’in eldeki en eski nüshaları ise bugünkü nüshalara oranla bir takım farklılıklar ihtivâ eden ve MS. 350 yılı civârında istinsâh/kobya edildiği tesbit edilmiş olan, Grekçe kaleme alınmış: Codex Sinaiticus[6], ve gene aynı yıllara ait  Codex Vaticanus[7] nüshalarıdır. Grekçe ve Latince iki dilde yazılı Codex Bezae’nin[8] ise MS. V. yüzyıla ait olduğu tahmin edilmiştir[9]. Ancak, elimizdeki IV. yüzyıla ait bu en eski İncîl’in nüshalarına varıncaya kadar Muratori Kanonu’na göre İncîl’in II. yüzyılda Roma’da dolaşan nüshalarında yalnızca isimlerini bilmekte olduğumuz bölümlerinin muhtevâsının ne gibi değişikliklere uğramış olduğu daimâ açık bir soru olarak kalacaktır.

Kilise ve mensûbları Markos İncîli’nin MS. 60-65[10], Matta İncîli’nin MS. 80, Luka İncîli’nin MS. 80-85 ve Yuhanna İncîli’nin de MS. 90 yılları dolaylarında yazılmış olduklarına inanmaktadırlar. Daha temkinli bağımsız araştırıcılar ise bu incîllerin aynı sıra içinde fakat MS. 80-140 yılları arasında yazılmış olabileceğine inanmaktadırlar. Kanonik İncîller’in yazım târihi hakkında eldeki yegâne pozitif veri ise bunların her hâlükârda II. yüzyıldan daha geç bir zamanda yazılmamış olduklarıdır.

Şimdi bütün bu bilgilerden şunu çıkarıyoruz ki; Kur’ân’ın sözünü ettiği İncîl ile sonradan yazılmış İncîller arasında önemli farklar vardır. Bunlar ilâhî bir kitap niteliğinden uzaktırlar ve Hz. Îsâ’ya verilen İncil’i temsil edemeyecek durumdadırlar. Zaten Hz. Îsâ üç yıllık peygamberlik süresinde İncîl’i yazmamış, yazdırmamış, sadece tebliğ etmiş ve havârilerinden de onu tebliğ etmelerini istemiştir. Aynı zamanda Hz. Îsâ ve havâriler döneminde –MS. 70’e kadar– Hristiyanlar Yahudilik’ten miras aldıkları kutsal yazılar koleksiyonunu kullanmışlardır. Elbette bu sonuç sözü edilen İncîller içesinde hiç doğrular bulunmadığı anlamında değildir. Kur’ân’ın bir kitap ehli olarak Hristiyanları eleştiren âyetlerine baktığımızda tevhid üzere olan bir öğretinin zamanla nasıl bozulduğunu bir çok âyetinde görmemiz mümkündür. Bu âyetlerdeki genel içerik Hristiyanların İncîl’in gereklerini yerine getirmedikleri, verilen öğüdün bir kısmını unuttukları ve kitabın bir kısmını gizledikleri yönündedir.[11]

Bütün bunlardan sonra insânın aklına takılan bir başka soru da şudur. Böylesine tarihi gerçekler ortadayken ve tarihsel İsâ silinmiş ve O’nun aramice öğretileri kaybolmuşken, nasıl olurda Pavlus’un kristolojisini/mimarlığını yaptığı bu yapay öğreti yeryüzünde bu kadar geniş kitlelere –dünya nüfusunun %30,1– yayılabilir ve 2,4 milyarı aşkın takipçi bulabilir? Şüphesiz bu sorunun hem Hristiyanlık tarihinin başlangıcıyla hem de günümüzdeki modernizmin seyriyle yakın ilişki bulunmaktadır.

Önce başlangıca gidersek, milâdî 30. yılda Hristiyanlık Filistin’de ortaya çıktığında bu bölge Roma İmparatorluğu’na bağlı bir krallıktı. Roma imparatorluğu ise bu tarihlerde Avrupa, Asya ve Afrika’ya yayılmış ve dünyanın en büyük gücü haline gelmişti. Ancak bu devrede ortaya çıkan Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nda hakim olan iktidar sahipleri için tehlikeli sayılabilecek mesajlar içeriyordu. Köleliği reddediyor, tek Tanrıyı kabul ediyordu. Halbuki bu devrelerde Roma İmparatorluğu köleci ve çok tanrıcıydı. Ayrıca Roma İmparatorları da son derece ahlâk dışı bir yaşantı içindeydiler. Üçüncü asırdan itibaren Roma İmparatorluğu’nda istikrarsızlık arttı. İstikrarsızlık arttıkça Hristiyanlık da yayılmaya devam ediyordu.

Bu yayılma önlenemez hale geldikten ve Roma İmparatorluğu topraklarında en yaygın din olduktan sonra ise, hakim otoriteye sadece bu dini meşru kabul etmek kalmıştı. Öyle de oldu. 313 yılında İmparator Flavius Valerius Constantinus (306-337) Milano Fermanı’yla genel dinsel hoşgörü ilân etmişti. Hristiyanlık bundan sonra imparatorluktaki diğer dinleri baskılayacak ve 380 yılında Büyük Theodosius tarafından resmî din ilân edilecektir. İşte bu gelişmelerden sonra Hristiyanlığın yeryüzündeki yayılışı hızlanmıştır. Ama ne var ki, dini otoriteye sahip olan kilise, bundan sonra hem kendi mensuplarını, hem de kendisinden olmayanlara zulmetmeye başlamıştır. Bu da ister istemez alternatif çözüm yollarını ortaya çıkarmış ve Avrupa bir reform devresinden geçmiştir. Orta Çağ’da ise Hrıstiyanlık Kuzey Avrupa ile Rusya’ya, arkasından da coğrafi keşifler sırasında tüm dünyaya yayılmıştır. Şunu da ilâve edelim ki, teolojik anlaşmazlıklar bölünmeleri de peşinden getirmiş, sonunda Hristiyanlık “Roma Katolik KilisesiDoğu Ortodoks Kilisesi ile Protestan kilisesi” olmak üzere üç ana mezhebe ayrılmıştır.

Bugün yüzlerce yıldır hüküm sürdüğü Batı Avrupa’da Hristiyanlık için aynı şeyleri söylememiz mümkün gözükmemektedir. Yapılan araştırmalarda büyük bir çoğunluğu vaftiz edilen 15 Batı Avrupa ülkesinde yaşayan halkın yaklaşık üçte biri kendilerini ateist olarak tanımlarken, yüzde 46’sı ise kiliseye gitmediğini belirtmektedir. Şüphesiz bunda kiliselerde yaşanan skandallar ile din adamlarının sosyal yaşama ilişkin takındıkları tutumun insânların dinden uzaklaşmalarında etkili olmasının rolü büyüktür. Bütün bunlar bize Hristiyanlığa inanışta yaşanan hızlı erimenin devam ettiğini göstermektedir.

Aynı gelişmeyi Amerika için de söylememiz yanlış olmayacaktır. Orada da gerçekleştirilen bir araştırmada ülkedeki kiliselere üyelik oranının son 20 yılda yüzde 70’erden yüzde 50’lere düştüğü belirlenmiştir. Ülkede 50 eyalette rastgele seçilen katılımcılarla yapılan görüşmelere göre, 1980 ve üstü doğumlu olan “milenyum nesli”nin yüzde 68’i kendini bir din ile ilişkilendirirken, yüzde 29’u ise kendini herhangi bir dine mensup olarak görmediğini söylemiştir. Kısacası Amerika’da da dindarlık azalmış, kiliselere güven erimiştir.

Üstelik Avrupa ve Amerika’da Hristiyanlık öğretisi sosyal/günlük hayatı dönüştürücü ve ahlâki anlamda kural/sınır koyucu bir konumda da değildir. Sadece Pazar günü kiliseye gitmek, birkaç ilâhi söylemek, Hz. Îsâ üzerine sevgi dolu sözler dinlemek, dünyevileşen/sekülerleşen bir toplumu Allah’a karşı sorumluluklarını hissedirecek bir düzeye getirmek yerine yüzeysel bir rehabiliteden ileri gitmemektedir. Örneğin kilisenin bütün günahların kaynağı olarak gösterdiği ve Hristiyan din adamlarının insânın doğasında bulunduğunu söyledikleri yedi ölümcül günah olarak nitelendirilen “kibir, açgözlülük, şehvet, öfke, haset, tembellik ve oburluk” noktasında topluma değerlendirdiğimizde, artık insanlar, bu günahları işlememek için nefisleriyle mücadele etmemekte, hatta bunları benimsediği gibi menfaatleri için de kullanmaktadırlar.

Son söz: Eğer kendilerini Hristiyan olarak tanımlayanlar Pavlus’un sanal Mesih İsâ’sı yerine bir gün tarihsel gerçek İsâ ile karşılaşırlarsa ellerinde bulunan İncîllerin Hz. Îsâ’nın “tek Allah’a kulluk etmek” öğretisiyle örtüşmediği göreceklerdir.[12] İşte o zaman Kur’ân’ın geçmiş vahyin doğrularını tasdik eden ve yanlışlarını düzelten son vahiy olduğunu anlayacak, İslâm’ı seçmenin aslında tüm peygamberleri ve kitapları seçmek olduğunu keşfedeceklerdir.

De ki: Ey Kitâb-ı Mukaddes’in takipçileri! Siz, Tevrat’a, İncil’e ve Rabbiniz tarafından size indirilen her şeye [tam olarak] uymadıkça inançlarınızı sağlam bir temele oturtmuş olmazsınız! Fakat [ey Peygamber,] Rabbin tarafından sana indirilenler, onların çoğunu kibirli küstahlıklarında ve inkârcılıkta daha inatçı yapacaktır. Ama hakîkati inkâr eden insânlara üzülme.[13]

NECMETTİN ŞAHİNLER

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Mâide/46   “Ve kaffeynâ alâ âsârihim bi îsebni meryeme musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve âteynâhul incîle fîhi huden ve nûrun ve musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve huden ve mev’ızeten muttekîn(muttekîne).

[2] Âl-i İmrân/3  “Nezzele aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet tevrâte vel incîl(incîle).”

[3] İtalya’nın kuzeyinde bulunan bir şehir. İtalya’nın güneyinde deniz kıyısındaki Taranto şehriyle karıştırmamak gerekir!

[4] Aynı Konsil’de farklı Hristiyan toplulukları arasında tartışma konusu olmuş olan, Hristiyanların itibâr edeceği “Eski Ahid”in (Eski Antlaşma’nın, Ahd-i Atîk’in) muhtevâsının ne olduğu da karara bağlanmıştır. Eski Ahid ve Yeni Ahid diye bir sınıflandırma ise ilk defa III. yüzyılın başında Tertullianus tarafından teklif edilmiş ve kullanılmıştır.

[5] Pavlus’un mektuplarının, Paul Poppard: Dictionnaire des Religions, 2. baskı, PUF, Paris 1985, s. 1282-1283’de verilen kronolojisine göre: ilk yazılan Selânik’lilere mektuptur (MS. 51), sonuncusu ise Timoteos ve Titus’e yazdıklarıdır (MS. 61). Buna karşılık gerek İbrânîlere Mektûb’un gerekse Timoteos ve Titus’e Mektupların Pavlus’un eseri olmadığı ve MS. 95-105 dolaylarında yazıldığı ileri sürülmüştür.

[6] Dördüncü yüzyıldan kalma yunanca el yazması incil. Adını, bulundugu sina dağından almıştır. Barnabas’ın yazılarının tamamını ve tarihi isevilik öğretilerinde kullanılan yazıları da içerir. ilk baskısı 1862 yılında yayımlanmıştır.

[7] Vatikan Yazması en eski iki Yunanca el yazması Kitâb-ı Mukaddes’ten ve dört büyük unsial yazmadan biridir. Yazma adını 15. yüzyıldan bugüne korunduğu Vatikan Kütüphanesi’nden alır. 759 yapraklık vellum türü parşömen üzerine unsial harflerle yazılıdır ve Miladi 4. asıra tarihlenmektedir.

[8] 5. yüzyıldan kalma Yeni Ahit’in bir kodeksidir. Hem Yunanca hem de Latince olarak, üç Yuhanna’nın küçük bir parçasıyla birlikte dört İncil’in ve Elçilerin İşleri’nin çoğunu içerir

[9]  Bugünkü Yeni Ahid’de incîller: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna olarak sıralanırken Codex Basea’daki sıralanma: Matta, Yuhanna, Luka ve Markos şeklindedir.

[10]   İlk defa 1947 yılında Lût Gölü’nün yakınlarında Kumran’daki mağaralarda ortaya çıkarılmış olan papirüs tomarları Kumran Harâbeleri’nin eski sâkinleri hakkında çok önemli bilgilere ulaşılmasını sağlamış ve bilim âleminde büyük münâkaşalara yol açmıştı. 1955 yılında aynı bölgede 7 numaralı mağarada bulunmuş ve 7Q5 diye etiketlendirilmiş olan 3,9 ´ 2,7 cm boyutlarındaki bir papirüs parçası üzerinde cizvit papazı James O’Callaghan (Mark6, 52-53) âyetinin bir parçasının Grekçe yazılı olduğunu keşfedince bir taraftan Markos’a Göre İncîl’in Romalıların Kudüs’ü tahrîb etmeleri ve Kumran Cemaati’ni de katletmeleri târihi olan MS. 70 yılından önce (muhtemelen MS. 50 dolaylarında) yazılmış olduğu, diğer taraftan da Erken Hristiyanlık ile Kumran Cemaati arasındaki ilişkilerin sanıldığından daha girift olduğu kesinlik kazanmıştır.

[11]Mâide/14-15, 66

[12] Maide/15-16 “ Ey Kitâb-ı Mukaddes’in izleyicileri! Şimdi size, [kendi kendinizden] gizlediğiniz Kitab’ın birçoğunu açıklamak ve bir kısmını da bağışlamak amacıyla Elçimiz gelmiştir. Şimdi Allah’tan size bir ışık ve apaçık bir ilahî kelâm ulaşmıştır, ki onunla Allah, kendi rızasını arayan herkese kurtuluşa götüren yolları gösterir, rahmetiyle onları karanlığın derinliklerinden aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola yöneltir.”

[13] Mâide/68 “Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne).”

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.