islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Salı Az Bulutlu
18°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C

HABERMAS’IN SON CÜMLESİ

HABERMAS’IN SON CÜMLESİ
8 Aralık 2023 10:00
A+
A-

Habermas’ın Nicole Deitelhoff, Rainer Forst ve Klaus Günther’le “Dayanışma İlkeleri. Bir Beyan” başlığı altında  attığı bildiriyi nasıl anlamalı? Bu sorunun cevabı kısacık metnin satıraralarında gizlidir.

Metne yakından bakalım:

Hamas‘ın aşırı vahşeti ve İsrail’in buna verdiği tepki tarafından yaratılan mevcut durum, ahlaki ve siyasi açıklamaların ve protestoların bir kaskadına yol açtı. İfade edilen çelişkili görüşlerin ortasında, tartışmaya açık olmamaları gereken bazı prensipler olduğuna inanıyoruz. Bu prensipler, Almanya’da İsrail ve Yahudilere doğru anlaşılmış bir dayanışmanın temelini oluşturur.

Hamas’ın Yahudi yaşamını genel olarak ortadan kaldırma niyetiyle gerçekleştirdiği katliam, İsrail’in karşılık vermesine neden oldu. Bu ilkesel olarak haklı olan misilleme, nasıl gerçekleştirildiği konusunda tartışmalı bir konu; orantılılık, sivil kayıpların önlenmesi ve gelecekteki barışın perspektifiyle savaşılması prensipleri rehber olmalıdır. Ancak, Filistin halkının kaderine duyulan endişeye rağmen, İsrail’in eylemlerine soykırım niyetleri atfedildiğinde, yargılama standartları tamamen kaybolur.

Özellikle, İsrail’in eylemleri hiçbir şekilde özellikle Almanya’da antisemitik tepkileri haklı çıkarmaz. Almanya‘daki Yahudilerin yeniden hayatlarına ve can güvenliklerine yönelik tehditlere maruz kalması ve sokaklarda fiziksel şiddet korkusu yaşamaları kabul edilemez. İnsan onuruna saygı taahhüdüne yönlendirilen Federal Alman Cumhuriyeti’nin demokratik etosu, Nazi döneminin kitlesel suçları göz önüne alındığında, Yahudi yaşamı ve İsrail’in varoluş hakkının özel koruma değerinde olduğu bir politik kültürle bağlantılıdır. Bu taahhüt, politik yaşamımız için temel bir öneme sahiptir. Temel özgürlük ve fiziksel bütünlük hakları ile ırkçı iftiradan korunma hakkı, ayrılmazdır ve tüm bireylere eşit olarak uygulanır. Ülkemizde, her türlü bahaneyle antisemitik duygular ve inançlar geliştirmiş ve bunları serbestçe ifade etme fırsatı bulmuş tüm kişiler de buna uymak zorundadır.”

Bildiriciler bize Hamas’ın “aşırı vahşetle saldırıda bulunduğu, buna mukabil İsrail’in tepki verdiğini” belirtmektedirler. Bu cümlede iki anahtar kelime “vahşet” ve “tepki”dir. Vahşet Hamas’ın, “tepki” İsrail’in sıfatı olunca, “batı cephesinde değişen bir şey olmadığı”nı anlıyoruz. Değişmeyen, Avrupa ve Amerika’ın iki ayağını teşkil ettiği batı blokunun resmi görüşüdür. Batı’ya göre İsrail, işgalci de olsa, katliam da yapsa, “savunma hakkını kullanmak”ta, buna karşı varlıklarını ve topraklarını kurtarma mücadelesi veren Filistinliler “vahşi saldırılar”da bulunmaktadırlar.

Fakat “İsrail savunma hakkı”nı kullanırken, binlerce masum insanı, yüzde 70’i çocuk ve kadın olan sivili katlediyor. İsrail savaşmıyor katliam yapıyor. Bunu görmezlikten gelmek de kolay değil. Habermas ve arkadaşları İsrail’in “misillemeyi nasıl yaptığı; kullandığı gücün orantılı olup olmaması, sivillerin gördüğü zarar ve gelecekteki barış” açısından tartışılabilir konulardır, lakin özellikle Almanlar açısından, “Filistin halkının kaderine duyulan endişeye rağmen, İsrail’in eylemlerine soykırım niyetleri atfedilemez.” Çünkü Almanya’ın yahudiler karşısında geçen yüzyılın ortalarında işlediği ağır suçlardan dolayı ezikliği var.

Altı çizilmesi gereken cümle de şudur:

“Özellikle, İsrail’in eylemleri hiçbir şekilde özellikle Almanya’da antisemitik tepkileri haklı çıkarmaz.” Çünkü siyasi kültürün temelini teşkil eden konu “İsrail’in savunma hakkı” bir değer olarak korunmalı, bunu tartışmak “yahudi karşıtlığı (antisemitizm)dir.”

Bu cümle bize çok şey öğretir:

Nazilerin katliamı her açıdan lanetlenmeli ama bu katliama maruz kalmış İsraillilerin Filistinlileri katliamdan geçirmelerinin gerekçesi olabilir mi? Eğer gerekçe görülürse, bu durumda “bir sebep”ten dolayı her katliam mazur görülebilir. Oysa katliam kendinde suçtur ve hiçbir gerekçe katliamı tecviz edemez. Habermas, Hitler’in katliamının bedelini İsrail’in Filistinlilere ödetmesini haklı görüyor.

Adorno vd. Aydınlanma ile herşeyin iyiye doğru gitme ümidini taşırken, insanlığın neden yeni bir barbarlık dönemine girdiğini araştırıyorlardı. Birinci ve İkinci Dünya savaşları barbarlığın en trajik örnekimzaleriydi. Barbarlığın esası, barbarların “şu veya bu gerekçe” ile katliam yapma meşruiyetini kendilerinde bulması ve diğerlerinin de bu meşruiyeti paylaşması değil mi? Barbarlığa “filozoflar” da destek verebilir, Heiddegger’in Nazilere destek vermesi gibi. Oysa kendinde kötü olan katliamın, soykırımın meşruiyeti olamaz. İsrail’in Gazze’de yaptığı katliam kendinde, özünde ağır cürümdür. İşte Habermas’ın da Heiddegger gibi içine düştüğü durum budur.

Hannah Arendt “kötülüğün sıradanlaşması”ndan söz etmişti, İsrail her birkaç senede bir Filistin halkına tarihin en büyük kötülükleri yapıyor, anlaşılan şu ki Habermas ve Siyonistler için İsrail’in katliamları sıradanlaşmış bulunuyor. Gel gör ki, sıradanlaşan katliamlara “kötülük” gözüyle bakmıyorlar.

Alman siyasetçileri, Alman akademisyen veya kanaat önderlerini anlamak mümkün. Almanya’da faaliyet gösteren partilerin neredeyse tamamı “amasız, fakatsız” İsrail’in Gazze katliamını onaylıyorlar. Başbakan İsrail’in uluslar arası hukuku ihlal ettiği iddiasını reddediyor, Kısaca Almanlar Nazi soykırımının ağır yükü altında eziliyorlar.

Ama bir filozofun, dürüst bir entelektüelin farklı olması gerekmez mi? Gerekir ve icab-ı halde filozoflar, entelektüeller, kendi devletlerinin, hükümetlerinin takip ettiği politikalara cesurca karşı çıkmaları beklenir. Çünkü kötülük hiçbir iyi insan veya beşeri olgunun “iyi” sıfatı olamaz; pekiyi, iyi ile kötünün arasını kim ayırtedecek? Devletlerinin, hükümetlerinin politikalarını onaylamak pozisyonunda olan “bürokratik aydınlar” ne filozof sayılır, ne fikir adamı. Hükümetleri kayıran dernekler, cemaatler, topluluklarda STK (Sivil Toplum Kuruluşu) değil, SDK (Sivil Devlet Kuruluşları)dır. Söz konusu aydınların ve kuruluşların sadakatleri hakka, hakikate ve hakkaniyete değil, hükümetler, devletlerdir.

Batı geleneğinde iyi ile kötünün arasını kamusal alana çıkan aydınlar, filozoflar ayırır. İslam geleneğinde ise sivil ulema ve fikir adamlarıdır.

Hatırlayalım, J. Paul Sartre, Fransa, Cezayir’de yüzbinlerce mücahidi katlederken, ülkesinin cinayetlerini, sömürgeciliğini Paris metrosu’nun girişinde bildiri dağıtarak protesto ediyordu. Bu tastamam Yunan filozoflarının –özellikle Platon’un- işaret ettiği dört temel kuvvetten biri olan ahalki şecaat gösterme örneğiydi. Sartre, tanrıtanımaz bir varoluşçuydu, tevhid dininden habersizdi. Ali Şeriati ile yaptığı mükalemeden sonra şöyle demişti: “Eğer bir din seçecek olsaydım, senin dinini seçerdim.”

Sartre’de menşei ilahi olan bir vicdan, onu ülkesinin Cezayir cinayetlerini protesto etmeye sevketmişti. Habermas ise Gazze’ye bakarken “görme yeteneği”ni kaybettiğinden, vicdanını Alman ulsunun resmi görüşünün emrine sundu. Ulusa sadakati vicdanını dumura uğrattı. Bütün milliyetçilikler zaten önce vicdanı, adalet duygusunu ve hakkaniyeti dumura uğratmaz mı?

Bizim literatürümüzde “zulme rıza göstermek zulümdür” ve İbnu’l Kayyım’ın dediği gibi “insanlara yanlış şeyleri söyleyerek sözüm ona nasihat ederek konuşan şeytandır”; zulüm karşısında susan da “dilsiz şeytandır (şeytanü’l ahres)!”

Rahmetli Said Nursi, yıllar yılı süren eziyetlere, sürgün ve hapislere rağmen hakkı söylemekten geri durmadı; canı pahasına Seyyid Kutup haksızlığa karşı direndi, şehid oldu. Mevdudi, kılpayı idamdan kurtuldu, Şeriati bir otel odasında Şah’ın ajanları tarafından infaz edildi. Demek oluyor ki insanlığa özgürlüğün ve zulme karşı başkaldırının doğru mirasını Said Nursiler, Seyyid Kutuplar, Ali Şeriatiler temsil etmektedirler. Sartre’nın hanif isyanını bugün batı toplumlarında meydanlara taşıyan milyonlar, İsrail’in katliamını ve resmi batının utanç verici desteğini protesto etmektedirler.

Ümitvar olmak için pek çok sebep var.

Batı paradigmasının iç enerjisini tükettiğinin dört belirtisinden söz edebiliriz:

  1. Artık batı dünyasında bir filozofun yetişmemesi; son filozof devleti ve ulusu adına yalan beyanda bulundu
  2. Batının kendi nüfusunu devam ettirememesi;
  3. Batı Aydınlanması ve sekülerliğin dünyaya nihilizm ihraç etmesi.
  4. Batı’nın çıkarları söz konusu olduğunda resmi düzeyde savunduğu bütün değerleri kolayca çiğneyebildiğinin apaçık ortaya çıkması.

Adorno’nun öğrencisi Habermas sadece Almanların değil, belki batı dünyasının da yaşayan son filozoudur. Yazık ki, hayatının bu son deminde (94 yaşında) kurduğu cümle yazı-fikir hayatının en kötü cümlesi oldu.

Metin Göçmen

MiratHaber.com – YouTube

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.