islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4752
EURO
34,8856
ALTIN
2.433,53
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Salı Az Bulutlu
16°C
Çarşamba Az Bulutlu
18°C
Perşembe Az Bulutlu
19°C
Cuma Az Bulutlu
19°C

İNANCIN GÜCÜ

İNANCIN GÜCÜ
22 Kasım 2023 10:00
A+
A-

Bernard Werber’in  “İzafi ve Mutlak Bilgi Ansiklopedisi” nden alınan  meşhur  bir denizci  hikayesi var. Hikaye şöyle:

“1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi Portekiz’den aldığı Madura şaraplarını İskoçya’ya götürür. Gemi demir attığı limanda yükünü boşalttıktan sonra, gemide çalışan denizcilerden biri, unutulan  bir şarap kolisi kalıp kalmadığını bakmak için şarapların taşındığı soğuk hava deposuna girer. Onun içerde olduğunu fark etmeyen başka bir gemici de, deponun kapısını dışardan kapatır. Deponun kapısı içeriden açılmamaktadır. Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama sesini kimseye duyuramaz. Üzerinde taşıdığı çakı bıçağı ile deponun kapısını içerden açmaya çalışır, ama başaramaz. Boş gemi, yeni yükünü almak üzere tekrar Portekiz’e doğru yola çıkar.

Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağının bilincindedir. Kapıyı açamadığı küçük çakısıyla, deponun çelikten duvarlarına kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna önce uyuşturan, sonra yavaş yavaş öldürücü olan etkilerini, el ve ayaklarının nasıl hissizleştiğini, donan burnunu ve buz gibi havanın dayanılmaz yakıcılığını, acısını yazarak anlatır.

Gemi Portekiz’in başkenti Lizbon’a demir attığında, soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve okudukları karşısında kaptanın kendisi de hayretten dona kalır. Çünkü soğuk hava deposunun ısısı gemi Lizbon’dan ayrıldığı andan itibaren 19 C derecedir. İskoçya’ya götürdükleri Madura şarapları 18 derecede taşınmak zorunda olduğu için, gemi yükünü boşalttıktan sonra deponun 18 C dereceye ayarlı soğutma sistemi zaten kapatılmış, hatta deponun soğutma sistemi kapatıldığı için yolculuk boyunca deponun sıcaklığı bir derece daha yükselmiş ve 19 C derece olmuştur”.

Hikayede anlatıldığı şekliyle denizci, aslında donarak ölmemiştir, donacağına inandığı için ölmüştür. Bu ölüm, “Bir adama kırk gün deli dersen deli, akıllı dersen akıllı olur” ata sözünü  hatırlatıyor. Tıp dilinde Plasebo etkisi, denilen  bir olgudan söz ediliyor ve  bu olgu, “kişinin kendisine gerçekte bir tedavi uygulanmamasına rağmen uygulandığına inanarak iyileşmesini anlatan tıbbi ve psikolojik bir terim”  olarak tanımlanıyor. Bu da  inancın  etkisinin,  ne adar önemli  ve değerli  olduğunu gösteriyor.  Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki her işin  başı inançtır. Zira inanç varsa, orada iyileşme vardır, düzelme vardır, başarı vardır, sonuç elde etme vardır;  inanç yoksa  iyileşme de, başarı da, sonuç elde etme de  yoktur. Nitekim Seyit Onbaşı’nın hikayesi, inancın  başarıdaki etkisini  gösteren güzel bir örnektir. Habertürk’te yer alan yazıda  bu hikaye şöyle anlatılıyor:

“8 Mart 1915 tarihinde, İngilizler’in “Ocean” zırhlısı Çanakkale Boğazı’nı zorluyordu. Saat 5.30 sularında Müttefik filosundan bazı gemiler kendilerini son dakikalar zarfında fazlasıyla taciz eden Rumeli Mecidiyesi’ni susturabilmek için, çok şiddetli bir ateş altına almışlardı.

Seyit, denize doğru baktı; düşman gemileri karaya iyice sokulmuş taretlerinden alev ve duman yükseltiyordu. Seyit önce gemilere, sonra topa ve nihayet yerde duran 215 okkalık (yaklaşık 275 kilo) mermiye baktı. Kendi deyimiyle mermi ona “Beni namluya sür” diyordu.

Koca Seyit mermiyi sırtına vurdu ve sendeleyerek topa doğru yürüdü merdiven basamaklarına ayağını attı, güç halle mermiyi namluya sürüp kamasına kapaladı. Namluyu geriye doğru çevirip mesafeyi bildiği gibi ayarlayan Seyit bir besmele çektikten sonra topu ateşledi.

İlk mermi uzun düştü. Bir tane daha getirip namluya sürdü. Bu defa ki de kısaydı. Fakat üçüncü mermi en öndeki geminin kıç tarafında ve su kesiminde patladı. Ve düşman gemisinden yoğun, kara bir duman yükseldi.

Koca Seyit’in tek başına sırtında taşıyıp topuna yerleştirdiği mermiyle vurduğu savaş gemisi Ocean’dı. Bu İngiliz gemisi Boğaz’ın sularına daha doğrusu tarihin derinliklerine gömüldü.

Cevat Paşa, Koca Seyit’in 275 kiloluk top mermisini sırtında taşırken resminin çekilmesini istedi. Fotoğrafçı geldi, hazırlıklar yapıldı. Seyit’in mermiyi o günkü gibi sırtında taşıması gerekiyordu. Ama Seyit ne kadar zorlandıysa da boşuna, bir türlü mermiyi sırtlayamadı. Demek ki işin sırrı bambaşka bir şeydi. O durumda mermiyi sırtında alması gerektirecek şartlar yoktu ve bu gösteri olarak yapılabilecek bir şey değildi. Bunun arkasında yatan bambaşka bir güç vardı.”[1]  O güç mü?  O güç de iman ve ihlastı. Seyit Onbaşı’nın  sarsılmaz imanıydı. Mehmet Akif’in dediği gibi;

“İmandır o cevher ki İlahi ne büyüktür…

İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.”

Şayet inanıyorsanız, en üstün olan sizsiniz” (Al-i İmran,3/139) ayetinin bize verdiği bir  mesaj da budur.

M.C. Bâkî

[1]  Habertürk 18.03.2023

ETİKETLER: Manşet
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.