islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4905
EURO
34,9546
ALTIN
2.435,08
BIST
9.716,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
16°C
Pazar Hafif Yağmurlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

KARZ-I HASEN: SOSYAL HAYATIMIZIN BİZE UNUTTURDUĞU BİR KAVRAM

KARZ-I HASEN: SOSYAL HAYATIMIZIN BİZE UNUTTURDUĞU BİR KAVRAM
11 Eylül 2021 10:38
A+
A-

Prof. Dr. Celal Kırca

Kur’an,  Müslümanın  zorunlu  ve gönüllü olarak  yapması gereken  yardımlardan söz eder ve   bunları  da, zekat,  infak, sadaka ve karz-ı hasen  olarak   açıklar.

Karz, “Geri ödenmek üzere verilen mal veya birine ödünç/borç verme” demektir.   Karz-ı hasen ise, Allah rızasından başka  bir menfaat beklemeden  verilen  borcun adıdır.  Kısaca karşılıksız borç vermedir.  “Allah’a kim bir ödünç verirse, Allah  da onun karşılığını kat kat verir”[1] ayeti ve benzeri diğer ayetler, bunu ifade ederler.    Bu nedenle ayette zikredilen ödünç, sıradan bir  ödünç  verme değil,  karz-ı hasen/güzel ödünç verme,  daha açık bir ifade ile faizsiz  borç verme demektir.   

Allah Teâlâ’nın, ayette  doğrudan “ karz/ ödünç”  deme yerine, bir sıfat ilavesiyle “karzen hasenen/ güzel borç”  demesinin özel bir anlamı olmalıdır.  Bunu anlamak için Cahiliye döneminde yapılan  uygulamaya bakmak, kafi olacaktır. Bilindiği gibi Hicaz bölgesinde   yaşayan insanlar,  arazi şartları müsait olmadığı için tarım yerine ticaret yaparak  hayatlarını  idame ettirme   çabası içinde olmuşlardır.   Ticarî  hayatlarında ise   çoğunlukla takas usulü geçerli olmuş,  az da olsa  para kullanılmış; ödünç vermede veya   diğer ticarî işlemlerde  ise  riba/faiz alıp vermek, bir  kural haline  getirilmiştir.  İşte böyle bir  sosyal, kültürel ve iktisadî  ortamda  indirilen Kur’an, “Alış veriş helal, riba haramdır” [2]  diyerek,  ribayı/faizi yasaklamıştır. Konu ile ilgi ayetleri, bu bağlamda  anlamaya çalıştığımızda “karz-ı hasen” nin  faizsiz borç anlamına geldiği görülecektir.

İnsan, fıtratı gereği  genellikle  yaptığı  yardımlardan veya iyiliklerden dolayı bir karşılık bekler. Bu  karşılık,  bir  “teşekkür”  veya “Allah razı olsun” şeklinde  olabileceği gibi, maddî  bir kazanç da  olabilir.  Nitekim  Cahiliye döneminde  bu karşılık, riba/ faizdi.  Allah Teâlâ  riba/ faizi  yasaklayınca  ödünç vermede  alınan maddî karşılık da ortadan kalkmış oldu.  Ancak   Allah Teâlâ,  bir yasak  koyarken,  sadece  o yasağı koymakla  yetinmemiş, onun alternatifini  de  önermiştir. Buna göre   borç veren  kişi, ödünç verdiği kişiden maddî bir karşılık  talep etmeyecek,  ama bunun yerine  Allah’ın kendisine  vermeyi vaat ettiği   karşılığı   bekleyecektir.  Nitekim “Allah  da onun karşılığını kat kat verir” sözü, bu karşılığı açıklamaktadır.  

Allah Teâlâ,  ödünç  verene kat kat verecekti, ama  vereceği  bu  karşılık  ne olacaktı?  Bu karşılık, söz konusu ayette  belirtilmemiş  olsa da  başka ayetlerde  bu  karşılığın ne olduğu açıklanmaktadır. Nitekim  Allah Teâlâ’nın, “el- etkâ / harama bulaşmamak  konusunda duyarlı olan  Müslümanların”  başkalarına maddi yardımda  bulunurken, kendisine yapılan bir iyiliğin karşılığı olarak  değil de, sırf  Allah’ın rızasını kazanmak için yaptıklarını  ve   bu sebeple de Cehennem’ den  uzak tutulacaklarını  beyan etmesi,[3] bu   vaadin ne olduğu veya olacağı  konusunda  bize  bir fikir  vermektedir.  Buna göre  Allah’ın  vaadi, O’nun rızasıdır. Allah  razı olduğu için  kulunu Cehennem’ den  uzaklaştıracak ve  Cennet’ine  koyarak da mükafatlandıracaktır.

Kur’an’ın bize  verdiği mesaj, budur.   Bu mesaja rağmen  O’nun kulları – istisnaları hariç-, ekonomik, siyasî ve kültürel  olguların etkisinde kaldıkları için  karz-ı hasen  diye bir  kavram bilmiyorlar,  bilenlerin de unuttukları ya da gözden uzak tuttukları  görülüyor.  Çok değil, yarım asır öncesine kadar  Müslümanların en azından  belli  bir kesimi,  ödünç alıp  vereme konusunda  birbirleriyle yardımlaşırlar,  ödeme konusunda verdikleri sözde dururlar, itibarlarını sarsacak davranışlarda  bulunmazlar  ve  “iyilikte yarışma” nın  en güzel örneklerini   verirlerdi. O zamanlar  verilen  söz,  senetti, namustu ve itibardı. Birine söz verildi mi, o söz mutlaka yerine getirildi. İnsanlar, çoğu kez senede bile ihtiyaç hissetmezlerdi. Sadece ne alınıp verildiğinin bilinmesi için  deftere kaydedilirdi.

Ne olduysa oldu, yarım asır içinde  bu değerler yavaş yavaş yok oldu ve  buharlaştı. Bunun yerine  yardımlaşmama, sözünde durmama, iyilikte yarışma yerine  kötülükte  yarışma davranışları yaygınlaştı. Nitekim arkadaşından  ödünç para alan bir kişinin, bu parayı   vermediği gibi, kendisinden istendiğinde  “Buna mı kaldın?” diyerek ödünç diyerek aldığı parayı vermediğini duyduğumda,  çok şaşırmış hatta  dehşete kapılmıştım.  Söz verip de sözünde durmamanın, bir de  ödünç aldığı paranın üstüne  yatmanın, İslam’la ve insanlıkla bir ilişkisi olabilir miydi?  Bu  ne İslam’a,  ne de   atalarımızın üzerinde titrediği ve korumaya  özen  gösterdiği “doğru olma, dürüst olma”  geleneğine  uygundu.   Ama gel gör ki günümüz Müslümanlarından bir kısmı,  söz verip de  sözünde durmamayı,  tabiî bir  davranış, hatta  “Post truth/gerçeklik ötesi”    bir anlayın   gereği olarak   da görüyor ve anlıyor.  Hatta bunu beceriklilik olarak  sunuyor.Hasılı aldatmanın, kandırmanın, sözünde durmamanın  kurnazlık ve beceriklilik olduğu anlayışının  yaygınlaştığı  bir   döneme girmiş  bulunuyoruz.  

Bu sebepledir ki, sosyal  bilimler alanında dünyanın en geniş kapsamlı projesi olarak bilinen “Dünya Değerler Araştırması” nın Türkiye sonuçlarına göre, Türkiye’nin , dünyada kişilerarası güven düzeyinin en düşük olduğu ülkelerden biri olduğu görülüyor. Türkiye’de insanların yaklaşık onda biri, insanlara güvenebileceğini söylerken, İskandinav ülkelerinde bu oran yüzde 80’lere yaklaşıyor.  Dolayısıyla  Türk insanının  onda dokuzunun birbirine güvenmediği bir çağda yaşıyoruz. [4]

Müslümanın,  her şeyden  öce güvenilir olması gerekmiyor muydu?  Ümmeti olmakla öğündüğü Hz. Muhammed,  peygamber olmadan önce de, sonra da “ Muhammedü’l emin/ güvenilir Muhammed” değil miydi? Hz. Peygamber İslam’ı  “güven”  üzerine  inşa ettiği halde, onun ümmetinden  olan Müslümanlar,   nasıl oluyor da  peygamberi  Hz. Muhammed gibi  güvenilir  olamıyorlar? Hani Müslüman, Hz. Peygamberin ifadesiyle “ Elinden ve dilinden diğer  insanların/Müslümanların emin olduğu kimse olacaktı.” Hani  Hz. Peygamber, sîreten   örnek alınacaktı? Ne oldu da Müslüman,   bu ilkeyi hayatından  uzaklaştırdı?            

Bu nedenle  Müslüman, bankaya  güveniyor ve  parasını  oraya  yatırıyor, ama   bir başka  Müslümana güvenemiyor, dolayısıyla da ödünç para  vermiyor. Her ne kadar geçmişte  bazı olumsuzluklar yaşanmış olsa da  banka müşterisine, parasını istediği an veriyor, ama  hiç kimse, güven vermediği için  başkasına karz-ı hasen /borç para  vermek istemiyor.   Sonuç olarak Müslüman, en az  banka  kadar güvenilir olmadıkça bu badireden  kurtulmanın  çok zor olduğu da  görünüyor. Bu durumda Müslümanın, bir öz eleştiride bulunması  gerekmiyo

[1] [1] Hadid, 57/11

[2] Bakara,2/275.

[3] Leyl,92,17-21.

[4] http://www.gazetevatan.com/dunya-degerler-arastirmasi-na-gore-turkiye–24497-galeri-haber-fotogaleri/?Sayfa=6

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.